Tuesday, May 26, 2009

sigortalar atarken

Son zamanlarda bir grup bickin hirsizin suc mahali goruntuleri ve mesleklerini ifa anlatimlariyla donen bir sigorta sirketi reklami var. Fikir yaratici, karakterler fenomenize, metin de oldukca nukteci. Kisaca reklam basarili; izletiyor, anlattiriyor, izlettiriyor. Yine bir sure once sirket isminin -cok anlamli olmasa da absurd reklamcilik namina- kelime oyunuyla “Cesur Yurek” kalibina ve temasina giydirildigi bir sigorta sirketi reklami vardi. Orada da alenen hirsizliktan korktugu icin evden cikmakta imtina eden sade (gorunum itibariyla sira disi) vatandaslar vardi. Her iki reklamda da ana tema hirsizlik. Bir de cok uzun yillar once “baba bu evde …. olsa ne olur?” sorusunun farkli versiyonlariyla babasini cileden cikarirken dogal afetlere dikkat ceken bir cocugun yer aldigi meshur sigorta sirketi reklami vardi. Yillar icerisinde sigorta kapsamina giren kaza skalasinda en cok konusulanin dogal afetlerden hirsizliga varisi surecin endise vericiligini dogruluyor.

Oncelikle, dogal afetlerin hepsi aslinda tek basina dogal afet olmayabilir. Sehir planlama prensiplerine uygun bir yapilanma, guvenlik konularini ciddiye alan ve insan hayatina deger veren bir insaatcilik, mimari ve muhendislikle deprem bolgesinde dahi olsaniz sigorta sirketine cok fazla isiniz dusmeyebilir. Yine bolge planlama esaslarina dayali ve dogru uygulanmis bir altyapi-kanalizasyon sistemi ile su baskini da yasamayabilirsiniz. Elektrik kacagi ihtimalini de muhtemelen planli ve kaliteli bir kablolama ve topraklama ile minimuma indirebilirsiniz. En nihayetinde bunlarin hepsi, bir kismi oncesine ait insan faktoru barindirsa da, disaridan dogal afet tetikli kazalar.

Ancak yanlis bilmiyorsam, hirsizlik bir dogal afet degildir. Insan vicdaninin kontrolunde bilincli gerceklestirilen bir eylem olarak toplumsal bir ahlak sorunu, ya da olsa olsa sosyo-ekonomik bir yaradir. Sahsi vicdan bir baska konudur, cunku herkesin kendi hur iradesinde yetistirdigi bir fikri/gorusu vardir ve kimi insan bunu bir anarsi eylemi olarak gorup sempati de duyabilir. Hirsizliktan yakalanan bir insan da kanunlar karsisinda suclu oldugunu bilir, gerekiyorsa cezasini da ceker, ancak kendi dusunce sisteminde yaptiginin yanlis olmadigini dusunup (cocuklarina bakabilmek icin calmasi gibi) vicdanen rahat da hissedebilir. Benim de elbet kendimce bir fikrim var (bu platformun suc kavramiyla sicak temasina dikkatinizi cekerim). Kamu vicdani ise; ortak vicdan olarak hirsizligi toplum dinamiklerine ve sosyo-ekonomik esitsizliklere kadar inip kokunden cozulmesi gereken bir konu olarak ele alir/almalidir. Herhangi bir kurum,kurulus ya da kisinin bu konuyu her zaman var olacak gecerli bir veri olarak kabul etmesi bence kamu vicdanina aykiridir. Hatta yoldan ceviricidir, kokten cozum yoluna girmek yerine by-pass cozumlerle onunla beraber yasamayi telkin etmektedir.

Reklamlarda hirsizligin bu kadar dillendirilmesi bu toplumsal yaranin siradanlastirilmasi ve hiclestirilmesinden baska bir amac gutmuyor kanimca. Ben de biliyorum disarda belanin kol gezdigini ve hirsizligin goz ardi edilemez bir realite oldugunu. Kendimce kisisel onlemler de aliyorum ya da almiyorum–ki evin soyulma sayisi simdilik ikide kaldi. Kisaca kendi tasarrufumda, yasadikca dunyayi algilayisim ve analizimde buna bireysel bir dikkat atfediyorum. Ancak bu kadar –tabii ki para harcamak suretiyle- onlem almam gereken, siradan ve kacinilmaz bir hayat gercegi olarak konusulmasi ve dayatilmasi beni irkiltiyor. Uzerine bir tutam karikaturize mahalle cocuklariyla harli mizah da kattiniz mi gelsin gani gani sigorta primi. “Aynisini Guy Ritchie yapinca kendinden geciyorsun” diyenlere izledigimin neticede bir kurmacadan ibaret ve film icabi oldugunu, ne bileyim aslinda o dunyanin (belki bu blog’un da) ve o dunyada yasananlarin aslinda hic olmadigini dusundugumu filan soyleyerek cevap verebilirim. Burada ise esasen kurgu yok, dayatilan bir gerceklikten bahsediyoruz. Tip endustrisi ve ilac sirketleri elestirisine benzer bicimde – ki eger tum hastaliklar ortadan kalksa bile tip endustrisi bir sekilde insan sagligini daha da iyiye goturmek, belki de insani ucurmak icin mevcudiyetini idame ettirebilir- hirsizlik olmasa ne yapacak bu sigorta sirketleri? Acikca goruluyor ki deprem bolgesinde yer almak, carpik ve kacak yapilasma, cehalet ve rant hastaligi, “hic” ile rezalet arasinda bir altyapinin getirdigi kazalar, kanalizasyon problemleri kisaca dogal ve yari dogal afet cenneti olmak bile yetmiyor, insan eliyle yaratilmis terore de ihtiyac var. Ama bu da yine sigorta sirketlerinin kontrolunde ve belirledigi dozda olabilir. Soyle ki, eger zahiyat buyukse ya da hadiseden tatmin degillerse, gozlerinde hirsizlarla isbirlikci azili bir suclu olmaniz da an meselesi. Sizi ait olmadiginiz bir meslek grubuna terfi ettirmeleri soyle dursun; o pompaladiklari, bir anlamda dogalari geregi destekledikleri ve mesrulastirdiklari meslegin de basat dusmani oluyorlar. Ayrica neye nasil fiyat bictikleri, ziyani ne sekilde tanzim ettikleri de hep supheli. Yazdikca sinirim bozuldugundan ve galiz kufurler etme noktasina geldigimden, duruyorum. Yarindan itibaren en yeni ve carpici kufur dizimle asagidaki adres ve numaradayim.

Sunday, May 24, 2009

yaz rehaveti

gecen sene bu vakitler ne yapiyordum... tam hatirlayamadim simdi. muhtemelen -tipki simdi oldugu gibi- evde pinekliyordum. kanepenin hemen bitisiginde, yerde, gazeteler duruyordu. pazar ekleri okuyucunun ilgisini cekmek uzere tonla enteresan konu barindiran... camlar yine ardina kadar acikti, acaba simdi oldugu gibi, havanin sicakligini kiran tatli bir esinti var miydi? televizyon yine acikti kesin. hafta icerisinde kacirdigim scrubs ve my name is earl bolumlerini bekliyordum. spongebob'tan gecen sene bu vakitler de hoslanmiyordum. belki de -tipki simdi yaptigim gibi- televizyonun sesini kismis, soyle en cizirtilisindan bir plak secmis (gerci o zaman yalnizca bir plagim vardi ve o da bbc tarafindan hazirlanmis robin hood masal anlatimi idi) bir yandan, goz ucuyla ne oldugunu anlamadigim bir programi izlerken ote yandan da elimdeki dergiyi atistiriyordum. demek ki pazar gunlerimi degerlendirme bicimimde esasli bir degisiklik yasanmamis. standard and poor's kredi notumu dusurmez umarim.

algilarima hucum eden onca seyin arasinda, hicbirine ayricalik tanimiyor, hepsinden bir parca aliyorum. belki de boyle yapmaya calisirken (aslinda bir seye calistigim yok, dogal tercihim bu) hic bir seye odaklanamiyorum, ve geriye adam akilli hic bir kazanc kalmiyor. ne bileyim, dikkatimi bir habere odaklasam, o hikayeden pek cok sey cikartabilirim. ornegin, su ceo intiharlarina bir egilsem diyorum. kriz doneminde pek cok dev sirketin ceo'su intihar etti; bedel odemekte yeni bir durum bu. uzerine gitmekte fayda var... (benim calistigim koca sirketin basindaki adam ise muhtemelen intihara bir kala istifa ettigini acikladi.)ya da su hollywood yildizlarinin evlat edinme yarisi da cok ilgimi cekiyor aslinda... madonna'sindan pitt jolly ciftine kim varsa afrika'dan ve asya'nin yoksul ulkelerinden evlat edinme yarisina girdiler. bu su an bir trend. evde beslediginiz sirin kopekler sizi cok sevebilir ancak en akilli cinsinin bile yapabilecegi en radikal eylem, terliklerinizi getirmektir. oysa evlat edineceginiz guzeller guzeli afrikali bir bebek, eger bir aksilik olmazsa ileride size "anne" diyecektir, ki siz eger madonna iseniz, terliginizi ayaginiza gecirmeye can atacak binlerce gonullu bulmaniz hic de zor degildir. oysa annelik :S evet, bu konuyu da desmek, operasyon masasina yatirip kalbini cikarmak, kanini icmek, bagirsaklarini desmek filan isterdim ama iste... artik mevsimlerden yaz.

bundan bir kac hafta sonra universiteler tatile girecek. simdiden tenhalasmaya baslayan sokaklar giderek tenhalasacak ve gunesin kavurdugu temmuz sicaginda kaldirimlarda hic insan kalmayacak. hele haftasonlari... gecen yaz bir babylon alacati donusu ehliyetimi kaptirdigim icin aci bicimde tecrube ettim. temmuz ve agustos aylarinda yalnizca salaklar sehirde kaliyor. yuz bilmem kacinci kez (abartiyorum tabii) big lebowski izlemeye karar vermistim ancak o da ne? evde bir damla kahlua kalmamisti! once bankamatige ugrayip yeterli miktarda para cektim -ki zaten hesabimda ondan fazlasi da yoktu. neyse, icki satan once acik ve aciksa da kahlua satan bir icki dukkani arirken butun aksancak'i tavaf etmis, fakat sokak, cadde ve kocaman meydanlarda cok az sayida insana rastlamistim. ortalik o kadar bostu ki, neredeyse her gordugume selam verip iyi gunler dileyecektim. tipki medeni memleketlerde medeni insanlarin yaptigi gibi... neyse, allah'tan kendimi frenlemeyi basardim :S

yine de, ve inatla, ve hala ve umutla... en sevdigim mevsim hala yaz. moda tasarimcilarin daha agaclar yeni yeni yesillenirken ve biz -henuz- beyaz bacaklarimiza sortlarimizi gecirmemisken sonbahar-kis tasarimlarini sergilemelerine hala sinir oluyorum. birakin da once bi' onumuzdeki sicak gunlerin tadini cikaralim, degil mi?

hadi bakalim, kalkip denize gidelim simdi. i'm walkin' on sunshine..huu hu huuu. bu sarki da bana hep grounded for life'i hatirlatiyor. oradaki anne karakterine de inceden hastayim dogrusu, guzel kadin.

Monday, May 18, 2009

favori gunahim: kibir

Steve Albini ve albume ruhu hissedilir bir somutlukla sirayet etmis Richey dahil Manics'den, bu jurnali gammazlayan biz dahil olmak uzere tum jurnalcilere selam var:





















Manic Street Preachers - All is Vanity (A Journal from Plague Lovers):

Haven't shaved for days
Keeps the appearance of delay
The luxury of one more dye
Pretend humility, the ugly lie
I would prefer no choice
One bread, one milk, one food, that's all
I'm confused, I only want one truth
I really don't mind being lied to

It's not "What's wrong?"
It's "What's right?"
Makes you feel like I'm talking
a foreign language sometimes
It's not "What's wrong?"
It's "What's right?"

It's the facts of life sunshine
It's the facts of life sunshine
It's the facts of life, my sunshine

Tuesday, May 12, 2009

imkanlar dedektifi

Sonrasinda baslayacak uzun ve yorucu road-trip oncesi, tum yolculugun emekcisi ve bas kahramanlarindan Lacho’nun evinde konakliyoruz. Yer Monroe/Lousiana. New Orleans haric Lousiana standartlarinda oldukca “yer alti” ve liberal bir bar olan Enox’a gitmeden once, resimde goruldugu gibi evin arkasi urkutucu sazliklara bakan, suc sinemasina esin kaynagi verandasiyla tumlesik evde bol muzikli, alkollu ve gurultulu birkac saat geciyor. O gece Monroe’nun Enox’u bizdik ya neyse, yine de gormeden olmazdi.

Lacho’nun ogrencilerinden yirmili yaslarda genc yetenek Fred de bize katiliyor. Artik iPod’du, plakti, tasinabilir bilgisayardi, CD idi, DJ savaslari basliyor ve ortaya konan iyi muzik eksenli kulturel kapitalden yedikce yiyoruz. Niyetimiz muzige doymak ve artik sadece kalabaliga karismak ve bir seyler icmek icin Enox’a gitmek. Aslinda biz daha sakiniz, cok da alisik olmadigimiz bir durum yok ama Fred kendinden geciyor. Ayni muzik dilini konusan, paylastiklarinin hedefini buldugu birilerini bulmus olmanin mutlulugunu yasiyor. Kendi anadilinde yapilmis eserleri biz ikinci dunya ulkesinden katilimcilarla paylasabiliyor olmasinin mutlulugu tuhaf gelse de bunda anormal bir sey yok. Kendisi sadece bir baska alter[ed] native. Koordinatlari hakim kulturun disina cikmis bir "modifiye yerli" olmanin ne cografyasi, ne de dili var. Bunun icin anadilinizden farkli dillerde yaratilmis eserlere meyletmeniz gerekmiyor. Kaldi ki bir insanin Ingilizce konusuyor olmasi Sonic Youth dinlemesini, Gus Van Sant filmleri hayrani olmasini veya Amerika’nin dis politikasi hakkinda fikirlerinin bulunmasini, hatta entelektuel bile olmasini garantilemiyor. Ama Fransizlari ayiriyorum. Hakikaten cok kulturlu insanlar, 5 yasindaki cocuk bile Fransizca konusuyor :S

Derken Fred once bilgisayarindan, sonra da yazmis oldugu CD’lerden kendi yaptigi muzikleri bize dinletti. Aklim almadi. Ornegin bir CD verdi, calan sarkiyi Lacho’nun son finalinden onceki gece bunaldigi bir anda kaydetmis. Ben o an basladim kurgulamaya, bunu acaba nerede kaydetmis, enstrumanlari nereden bulmus, hangi software’i kullanmis, ses neden bu kadar net, studyosu mu var, bilgisayari kac megabayt, hafizasi kac inch, islemcisi kac rem. Erdo kardesim o an ne halt yiyordu hatirlamiyorum. Bu detaylarda slalom yapmaktan muzige veremedim kendimi. Cesaret edip sorabildigim tek sey nota bilgisinin olup olmadigi – ki yokmus. Az cok insan tanidik ve kendimizce bir ortalama ve istatistik cikardik; cocuk kesinlikle yetenekli, buna suphe yok. Ayrica yetenegini kesfetmis ve kendini ifade etmenin bir yolunu bulmusken hic tembellik etmiyor ve calisiyor. Ancak hic mi imkansizliga takilmiyor?

Saniyorum en buyuk fark burada. Muhasir medeniyette bir alana heves gosteren, ya da o konuda yetenegi bulunan birey ufak detaylarda vurgun yemiyor ve kelebek omrunden hallice kariyeri baslamadan bitmiyor. Cunku bizde “tesis yok”ken orada var ve bireyin tum yapmasi gereken neye ilgi duydugunu veya hangi konuda iyi oldugunu kesfetmek. Bu topraklarda maddi imkanlari pek parlak olmayan, orta halli bir aileden dogma ornegin bes genc yonetmenlige ilgi duyuyorsa herhalde ucu sinirli olanaklara veya imkansizliga, biri de tembellige takiliyor. Kalan biri de her cografyaya lazim yoktan var eden, basari oykusu efsaneye donusup dilden dile dolasan ve ornek gosterilen, cogunun yapamadigini yapmasiyla (yonetmen olmasa isi gucu birakip otostopla dunya turuna cikan) meshur azimkar genc. Nedense cok kiziyorum bu “yirtici” bireylere zira onlar sayesinde bir takim standartlar yukselemiyor. Cunku “al iste ornegi var”. Tum yapman gereken alt tarafi herseyi kaybetmeyi goze almak, sonuna kadar inatci ve hirsli olmak, dirayet gostermek. Eger o kisi degilseniz ait hissetmediginiz bir meslek grubunda dirsek curutme ve dolayisiyla istemediginiz bir hayati yasama olasiliginiz yuksek. Saglik olsun, ben zaten transandantal yolculugum icabi gecerken ugramistim. Lutfen durdurunuz dunyayi, inecek var.

Monday, May 11, 2009

the day after sunday

misal haftasonu, "alacati ya kacalim" dedik.
caminin onunden ve pazarin icinden gecip yukariya dogru cikarken sagda "ahtapot" tabelasini gordugumuz gibi mekana daliyoruz. kucucuk bir yer, uc veya dort masasi var. sahibi ayni zamanda eskici/antikaci oldugu icin icerideki hemen hersey satilik. tabagimiz, bardagimiz, catalimiz, tuzlugumuz, kullugumuz vs. hepsi orijinal parcalar. aksam sokaga da masa atiyorlar, istersek disari oturduk. canli kydania'ya limonu sIkip indirdik mide'ye. ahtapot inceden saraplanmis sanki, sahane. yavru kalamarlar pamuk gibi... uzerine de mevsim itibariyle barakuda'yi goturduk... arada zeytinyaglilar gelip gidiyor zaten. butun bunlarin yaninda da yesil efe elbette. hayir oyle ucuk bir hesap vermiyoruz. hele ki alacati standartlari ile hic karsilastirmiyoruz.

afiyet olsun.

Thursday, May 7, 2009

grand finale


cocuklugumdan beri hudut disinda en sevdigim, artiriyorum birileri bu kendi kendine gelin guvey olma halini hor gorse de tuttugum, yillardir acaba karsi karsiya gelseler hangisini desteklerim diye dusundugum iki takim cok uzun bir aradan sonra nihayet karsi karsiya… ilk round, yani 18 yil onceki Avrupa Kupa Galipleri Kupasi finali Manchester United’indi. bu ozlemle beklenen bulusma vuku bulmakla kalmadi, en tepedeki CL finaline denk dustu. kesinlikle ilk turlarda birbirine kirdirilmalarindan cok daha iyi cunku her halukarda bu iki guzide kulupten biri Avrupa’nin en buyugu digeri de finalisti olacak, daha ne olsun. futbol ibresi Manu’ya meyilliyse de, gonlum ekseriyetle Barcelona’dan yana. Kirmizi Seytanlarimizin karni gectigimiz yildaki ziyafete binaen, Barca’nin uc yillik acligina nispeten tok. ayrica Avrupa futbolundaki Ingiliz dominasyonu Barca’nin tum bu kurtlar sofrasindan siyrilarak kupayi kaldirmasini daha destansi kiliyor. Eh, bir de gercek su ki fizik gucu yuksek, tamamen sisteme dayali makine gibi takimlar karsisinda halen iyi yerine “guzel" futbol sergilemeye cabalayan, renksiz futbol endustrisinin rengarenk simasi, insanin futbolla iliskisini sorgulamaya basladigi anda bir macini izlemenin imdada yetistigi Barcelona’ya bu yil bu kupa daha cok yakisir diye dusunuyorum. neyse, daha fazla irdeleyerek de tadini kacirmayalim; yenen icin sevinecegimiz, yenilen icin uzulecegimiz ama her halukarda kazanacagimiz ruya finalde, Força ManÇa...

Monday, May 4, 2009

okunamayan tarih dergisi #3

HÜKM-İ İDAMIN İCRASI
4 MAYIS 1909
SERVET-İ FÜNÛN


Divan-ı Harb-i Umumice taht-ı tevkif ve muhakemeye alınan harekât-i ahire-i irticâiye faillerinden on üç tanesi hakkında Divan-ı Harp tarafından verilen hükm-i idamın icrası hususunda dün irade-i seniye sadır olmuş ve bu sabah hükm-i idam icra edilerek merkumundan beşi Sultanahmet’te, beşi Beyazıt’ta üçü Köprü başında salb olunmuştur. Asılanlar efrad-ı âsiyedir. Nazım Paşa ve Mir Arslan Bey’in katilleri Sultanahmet’te Mülâzım İlyas Bey’in katilleri Köprü başında, diğer vukuat müsebbibleri Beyazıt’ta asılmıştır. Bunun müfsitlere ne büyük bir ibret olduğu müstagni-i ispattır.


Osmanlı Basınında Yüz Yıl Önce Bugün
Toplumsal Tarih Dergisi, Sayı: 185