Wednesday, March 31, 2010

expectation overruled

Bugun hayatimda ilk kez mahkemeye katildim. Neyse ki davali ya da davaci degil, sadece sahit olarak… Davali kadini sadece uc ay kadar bir sure tanidim. Davaci ise daha tanidik bir isim olan babamdi :S Bosanma davasi, hikaye de oldukca bilindik. Kaybedilen esten yillar sonra resmi bir izdivac yapilir, iyi gitmez, ayrilinir, bosanma davasi acilir, bosanma sureci evli kalma surecinden kat be kat uzun surer. Dahasi, hic zorluk cikarmayacagi teminatiyla evi terkeden karsi tarafin uc ay suren evlilik icin bedel olarak talep ettigi tazminat, en az uc calisma yillik kazanci goturecek degerde. Dogal olarak adliye sarayindaki yerimizi aldik.

Oncelikle, okudugum kitaplar ya da izledigim filmlere referans teskil edecek en ufak bir ilham kaynagi goremedim. Siradan odalar, ruhsuzca gorulen davalar, burokrasinin donuklugunun ta icten nufuz etmis oldugu hukuk insanlari, soguk koridorlar, sembolik degerini yasatma zahmetine bile girilmemis bicimsiz ve yipranmis cuppeler... Hic olmazsa ATV’de yayinlanan, 90larin efsane “Adliye Koridorlari” programindaki gibi bir kavga, cingar, temasa goreydim, tehdit-kufur duyaydim istedim ama onlar da yoktu. Aslinda cok iddiali gorunumlu ve ariza cikarmaya tesne Roman bir grup vardi, ama kimbilir kacinci celse oldugundan onlar da heyecanini kaybetmis gozukuyorlardi. Kuskusuz benim kafamdaki mahkeme imajinin ya da gercek mahkemeler hakkindaki cehaletimin de bu hayal kirikliginda payi vardir. Ornegin, dalga gecmek yok, ben Turkiye’de de juri sistemi var saniyordum :S Dusunun, bu gercegi bugun ogrendim ve ogrendigim an oncesindeki dusuncemin ne kadar absurd ve gulunc oldugunun –simdi dalgasini gececek kadar- farkina vardim. Aklimda ne vardi, ya da ne bekliyordum, nasil boyle bir dusunceye kapilmistim bilmiyorum.

Mubasir disari cikti ve adimi okudu. Hah, mubasire ozel birkac cumle sarf olur iste. Kesinlikle Kafkaesk bir “karakter”di. Tiknaz ama dimdik vucudu, temiz ve nizamli giyimi, bust gibi kocaman, kivrimli ve mahkeme duvari kadar notr surati, yanlari hafif acilmis gri saclari, kanatlari genis burnu ile benim burada tikandigim, ama Kafka’nin uzerine tek kalemde en iki sayfa betimleyecegi bir hukuk karakteri. Adim okundugunda iceri girdim, toylugumu sezinleyen mubasir hemen bana durmam gereken yeri bildirdi. Tabii kazma ben orada durup yuzumu avukatlara dogru dondum. Hani hakim “tanik sizindir” diyecek, avukat da bana sorular sormaya baslayacak. Bir gol daha yedik, mubasir hemen “hakime dogru don” isareti yapti. Kisaca, bugunku kekini bulmustu, afiyetle yiyecekti. Ha yalan yok, amaci rencide etmek ya da odada bulunan diger hukuk gorevlilerine karsi beni rezil etmek degildi. Ama dedim ya, kendine iyi bir ugras bulmustu ve butun ciddiyetiyle bu oyuncagini talim etmeye koyuldu.

Hayatta en saygi duydugum laflardan biridir, “her seyin bir seyi var”:S Raconu bilmek onemli sey. Nasil durulacagini bilmedigimden rahat pozisyonunu almisim, koyacak yer bulamayinca da ellerimi arkada kavusturmusum. Arkamdan yanasti ve kimse farketmeden, herkes onundeki dosyayi okurken bagdas kurdugum bileklerime hafif bir tik darbesiyle ile dokundu. Kollarim aninda bileklerinden bosandi ve kilit acildi. Sonra ifade vermeye basladim. Ben kendimce anlatmaya calisirken, hakim bey ondeki sekretere soylediklerimi yaziya uygun cumlelerle dikte ettirmeye basladi. Baktim olacak gibi degil, hicbir sekilde etkilemenin imkani yok cunku hakimin asil derdi olayi degerlendirmek degil, ifadeyi toparlamak. Simultane tercume gibi tuhaf bir durum yani. Bir sure sonra farkinda olmadan noktasina virgulune dikkat ettigim, yaziya otomatik olarak dokulmeye uygun, beyanat dilinde konusmaya basladim. Ingilizce ceviriye uygun cumleler kurmak gibi. Ozu filan kayboldu isin. Hakim de, bilmiyorum minnet duygusu var miydi o an, neredeyse soyledigimi harfi harfine dikte ettirdi. Sonra ikinci sahit (babamin yakin bir arkadasi) cagrildi. Yine ne yapilacagini bilmedigimden emin mubasir son derece cevik bir hareketle oturacagim yeri gosterdi. Mehmet Amcaya gelince, adeta tecrube konusuyordu. Tum yazili olmayan kurallari yardimsiz ya da mudahelesiz harfiyen yerine getiriyordu. Saniyorum kan bagimiz oldugundan, bana yemin filan ettirilmemisti. Ama Mehmet Amcaya hicbir baski altinda kalmadan ve devamindaki sozcuk obegiyle yemin etmesi istendi. Yemin esnasinda herkesin ayaga kalktigini farketmemle ayaga kalkmam arasinda gecen salisede (hatta anin tanimi bile olabilir bu) deyyus mubasir beni “ayaga kalk” seklinde uyarmayi basardi. Olacak is degildi yahu, resmen beni madara etmek icin adam hicbir firsati kacirmiyordu ve muthis cevikti. Ben de “ah ulan bir kez daha karsilassak, profesyonelligimle seni ezsem” diye ic gecirmeye basladim. Bildiginiz hirs yaptim icimden.

Neyse, hakim Mehmet Amca’ya bana da sormus oldugu can alici ve kapali uclu, nicel cevapli bir soruyu sordu. Yalan soylemiyorduk, sadece ikimiz de emin degildik. Orada ciddi endise duydum ve oncesinde calismadan, son derece lakayit bicimde davaya geldigimiz icin cok hayiflandim. Neyse ki aklin, ya da tahminin yolu bir, ifadelerimiz ortustu. Son olarak ifadelerimizin ciktilari alindi ve imza attik. Mubasir de tum durusma boyunca samara oglani olarak bana kurdugu ustunlugun altina son imzayi atti (la havle):

“Imzan da cok cirkinmis delikanli” :S

Wednesday, March 17, 2010

yugo nowhere

Nerede kalmistik? Ya da soyle soralim: Geri donmeyen, stilize edilmeyen, klasiklestirilmeyen ne kalmisti? Amerika'da halk arasinda "YUGO Nowhere" sloganiyla da anilan bu otomobilin akibeti, uzucu bir sekilde, isim anasi (ulkeler dişidir) Yugoslavya’ya benzedi ve tarihin tozlu sayfalari/yedek parca raflarindaki yerini aldi. Kim bilir, belki tekrar canlanir, ama isim problemi var. "Serbia" olarak geri donecek degil ya. Sahi, bir ulkenin adini tasimak ve yasatmak bir otomobil icin cok iddali ve agir bir yuk gibi geliyor bana. (Motor Fiat’mis bu arada –ki kalite bakimindan hic sasirtici degil). Hadi boyle bir iddaya girisildi, bu tum zamanlarin en kotu otomobili olmak zorunda miydi?

Ama YUGO’nun yeri ayridir ve o, gercek bir efsanedir. Amerika’ya penetrasyonu, 80lerdeki satis rakamlari filan tahayyul sinirlarinin uzerinde hakikatli bir basari oykusudur. Tabii satis fiyati da her turlu rekabet kosullarini derdest edecek dusuklukte olmus, ancak yine de asla tek sebep bu olamaz. Hersey aslinda Amerika piyasasinin, giderek yukselmekte olan Japon otomotiv endustrisine, kendi alim gucunun govde gosterisi esliginde bir uyarisi niteliginde baslamis. Baska derin politik mevzular da Yugoslavya’nin lehine gelisince (Yugoslavya 84’ L.A. Olimpiyatlarini protesto etmeyen sayili komunist ulkeden biriymis, tabak bos donmemis) YUGO da yurumus ya kulum. Bugun konuyla ilgili firsati/acigi goren bir akademisyen, Jason Vuic de YUGO'nun yolundan yuruyup, bunu bir arastirma haline getirmis ve fenomenin hikayesini kitaplastirmis...

Saturday, March 13, 2010

trouble in the message centre

Hep bilgi alma, istedigimiz her turlu bilgiye sahip olma ozgurlugunden bahsediyoruz. Ancak gundelik hayatta gerceklik algisinin sagligi acisindan kimi zaman bilgi sahibi olmama ozgurlugu de en az digeri kadar onemli. Birilerine zarar veren, tasimasi cok guc bilgilere ornegin kulak misafiri olmak, ya da farkli yollardan maruz kalmak hic de hos bir durum olmayabilir. Yasadiginiz etik bunalim kendi hakikatiniz dogrultusunda bu bilgiyi paylasmaya gittiginde, sonrasinda bu kez size ongorulen alani ihlal etmis olmanin dogurdugu bir baska etik bunalimi yaninda getirmesi cok dogal.

Gecenlerde bir telefon geldi. Üçüz yegenlerimden erkek ve tipki digerleri gibi on iki yasinda olani, evde yalniz ve can sikintisindan patlamak uzere oldugunu soyledi. Sadet zaten daha bastan gelmisti de, anlamazdan gelip bunu degistirmek icin ne yapabilecegimi sordum. Tabii ki bilgisayarin giris sifresini istiyordu. Sifreyi ilk olusturma ve belli araliklarla degistirme gorevi nedense hep bana verilmisti. Bu hicbir teknik beceri gerektirmeyen goreve, bu gibi teknik konulara hakimiyetimden oturu secilmis olabilirim. Tipki ampul degistirme isinde oldugu gibi :S. Ya da ablamin bu zorlu uclunun mukavemetine karsi ayakta durabilmek icin bir takimdasa, uygulamanin dogruluguna yapilacak elestirilerin karsisinda dimdik duracak bir yandasa, bir ikinciye, ya da kurumsallasmaya ihtiyac duymasindan kaynaklanabilir. Ne yapmaliydim? Onlara karsi zaten hep yufka olan yuregim kizarip borek kivamina gelmisti bile.

Bilgi saklama acisindan dipsiz bir kuyu, iyi bir sirdas oldugumu dusunurum. Eger o bilginin benden cikmasi durumunda birilerinin zarar gorecegine inanirsam, veya bana ileten kisi –fikren katilmasam dahi- bunu saklama konusunda siki tembihte bulunmussa o bilgiyi yutar unuturum. Ancak bu kez durum biraz farkliydi. Oncelikle ablam bana yemin filan ettirmemisti, bu buyuk avantajdi :S Ve tabii ki bunu paylasmamin zararli oldugunu dusunmedim. Evde cani sikilan ve okul suresince hafta ici cep telefonu, playstation ve televizyon gibi aygitlardan men edilmis evde tek basina bir cocugun bir-iki saat internet basinda zaman gecirmek istemesinden daha dogal ne olabilirdi ki? Bu konuda hicbir mahrumiyet yasamadigim halde benim dahi evde ilk aklima gelen sey bundan pek farkli degil. Bu nedenle sifreyi paylastim. Ancak sonrasinda ayni yastaki uc cocuk arasinda adalet dagitmanin ne kadar zor oldugunu, bu yukun altinda fazlasiyla ezilen evdeki otoriteyi astigimi, kendi yargi sistemimin dogrulugunu baz alarak cok da icinde olmadigim bir yasam duzenine disaridan bencilce mudahale etmekle acaba dogru mu yaptigimi dusunmeye basladim. Neyse ki soylememe gerek kalmadan sevgili yegenim durumu itiraf etmis ve sifre isinin koku ablamda oldugu icin uygulama kaldigi yerden bir gecelik fireyle geri gelmis.

Gectigimiz hafta sonu bir aksam ablama gittim. Gece uyku tutmadi ve bilgisayarin basina gectim. Yukaridaki hadiseyi tamamen unutmus olarak bildigim sifreyi girdim. No pasaran!. Ablam gibi dusunmeye calisip aile esrafindan bildigim butun dogum gunu tarihlerini girdim, bicare. Inat ettim, ettigimle kaldim. Sonunda internetin yasakli oldugu, sadece birkac aptal bilgisayar oyununun yer aldigi “misafir” kullanicisina razi oldum. O da beni on dakika bile oyalayamadi. Ertesi sabah durumu anlattim, gul gul olduk :S Agzim iki kulagimdayken soyle caktirmadan, bilgiye acligimin acziyeti belli olmasin diye “neyse, yeni sifreyi alayim bari” dedim. Ablam “ben girerim” dedi :S Artik sifreyi ben de bilmiyorum. Cocuklarin olasi suistimaline karsi beni korudugunu soyleyen ablama hak verdim, benim icin de boylesinin cok daha iyi oldugunu, cunku ayni dirayeti gosteremedigimi soyledim. “En azindan kimin dogum tarihi oldugunu soyle” dedim, yemedi.



Üçüz demisken, unlu toplum bilimci “clearly non-canadian" Ecko kardesim gectigimiz hafta memleket ziyaretindeydi. Yegenlerden konu acildiginda burc meselesinin ne menem bir palavra oldugunun uc ayni dakikada dogmus insan arasinda tek bir ortak ozelligin bulunmayisiyla benim icin kanitlanmis oldugunu belirttim. O da belki bunun bir ortak ozellik sayilabilecegini soyledi. Pek polemige girmedim dogrusu. Artik gittigi icin arkasindan atip tutabilirim. Nasil yani, A ve B kumesinin hicbir ortak ozelligi yoksa, bu “ortak ozelliksizlik” bir ortak ozellik olabilir mi? Ama bu ayri ayri her bir kumenin kendi kapsaminda, kendine icinden cikmis bir ozelligi olamaz ki… Anca diger kumelerle etkilesimin, metaforik olarak toplumsal etmenlerin sonucu olarak bir ozellik teskil eder, ama bu da yine ona ait bir kume ozelligi sayilamaz mi? “Zero is also a number” mi? Bos kume diye bir sey yok mu? Ya da var ama pek bos mu degil? Yoksa muspet ilimlerle sosyal bilimler tam da bu noktada mi ayriliyor? Bu ve daha fazlasinin cevabi bir sonsuz sonra!

Wednesday, March 3, 2010

sea shepherd - now!














"dikkatinizi çekti mi bilmiyorum" diye başlardım ama, biliyorum ki alterednative'in küçük takipçi kitlesinin dikkatinden hiçbir şey kaçmaz. o halde bu lüzumsuz kalıbı atlayarak devam ediyorum; facebook'ta "otoyollarda hayvan ölümlerine son" diye bir grup, ve bu grubun 3 zilyon üyesi mevcut. tamam son olsun, ama nasıl? yukarıdaki temenni "kahrolsun faşizm!" diye slogan atmaktan daha farklı bir anlam içermiyor. nasıl kahrolsun dediğinizde faşizm kahrolmuyorsa, son! diye bağırdığınızda da hayvan ölümleri son bulmuyor. hele bunu bir facebook grubuna katılarak bekliyorsanız, daha çok beklersiniz, benden söylemesi. bu içi boş sloganla ne kast ediliyor olabilir? hayvanlara karşıdan karşıya geçmeyi mi öğreteceksiniz? önce sola sonra sağa sonra tekrar sola...

eğer gerçekten gezegene ve üzerinde yaşayan türlerin geleceğine ilişkin kaygılarınız varsa, bunları ertelemeyiniz ya da bilinmez bir elin insifana bırakmayınız. büyük idealler, toplumsal hedefler size bir gelecek tahayyülü sunarlar elbette. ancak o geleceği yaratmak, bugün alacağınız kararlara ve gerçekleştireceğiniz eylemlere bağlı. ideoloji ve siyaset arasındaki bağ, tam da böyle birşey. ideoloji bir konumken, politika aksiyonun kendisidir. ideoloji geniş bir uzam ve zamanı kaplarken, siyaset an'da yapılır. teori gri, hayat ağacı yeşildir.


işte bu nedenle, japon balina avcılarına karşı mücadele eden sea shepherd son derece mühim bir organizasyon. uluslararası anlaşmaları ve "international society"nin baskılarını hiçe sayarak balina avlamayı sürdüren japonya'ya karşı hangi hükümet gerçek bir yaptırım uygulayabilir? cevap veriyorum: none. oysa kaptan paul watson ve tayfası, aktif mücadelelerini sahada sürdürüyorlar. cehennemden gelmiş gibi görünen kapkara gemileri ile, okyanusları avcılara dar ediyorlar. tarih yazılırken, düşünmek ve izlemek yerine "katılmak", onun bir aktörü olmak isteyenler, en azından küçük bir bağışta bulunabilirler..