Alaçatı'da tanıştığım, ayak üstü sohbet ettiğim bir çift... Herhalde 40lı yaşlarındalar, fotoğrafçılık mesleği ile iştigal ediyorlarmış. Ne mutlu! Kadın Alaçatı'nın mevcut durumunu, "İstanbul istilası"nı kaygı ve üzüntüyle karşılıyor. Kendisi de İstanbullu olmasına karşın, doğal dokunun tahribinden şikayetçi. Ona göre Alaçatı, tıpkı 10 sene öncesi gibi, dingin ve mutlu 1 balıkçı kasabası olarak kalsaymış, ne de güzel olurmuş!
Birinci sorun şu; Alaçatı hiçbir zaman balıkçı kasabası değildi. Kadının kentli algısında kırsal ancak balıkçı kasabası ise olumlanıyor herhalde. Oysa Alaçatı geçimini tarım ve hayvancılık ile sağlayan bir kasaba(ymış). Sonra sonra, lise mezunu olanlar çevredeki otellere kapağı atmaya başlamış. Mevcut durum ise ortada. Bu hikayenin ne başında ne de kıçında balıkçılık var.
İkinci sorun; taşra ya da yerel her zaman, "doğal olarak" iyi değildir. Böyle bir önkoşul yoktur. "Yerli halk" pekala kurnaz, köşe dönmeci ve hatta art niyetli olabilir.
Üçüncü sorun; bu fotoğrafçı çift özünde, eleştirdikleri "yağmacı" memleketlilerinden farklı değiller. Sosyetik İstanbullular Alaçatı'yı (geçmişte Bodrum'u) entelektüel hemşerilerinden öğrendiler. Bu iki kitle birbirinin ayrılmaz parçasıdır. Aydınlar, burjuvazinin sırtından geçinirler, burjuvaziye çalışırlar.
Sonuç; ikiyüzlülük mide bulandırıcıdır.
Thursday, August 11, 2011
güz, yeniden..
Sözcükler, eylül - ekim 2011 sayısını "daha önce hiçbir yerde ürünü yayınlanmamış yeni yazarlara" ayırıyor. Bu sayıda okuyacağımız birkaç iyi öykünün moralimizi yükselteceği, henüz parlamamış bir iki yeteneği keşfetmenin hazzını yaşatacağı kesin (Evet. Bunlardan biri benim ama konumuz bu değil :S).
Bana öyle gelir ki, esas yılbaşı eylül ayıdır. Yaz mevsiminin kavurucuğu sıcağı diner bir kere. Algımızın üzerine yoğun bir sis bulutu gibi çöken tatil fikri/özlemi de dağılır gider. Caddeler kalabalıklaşır, trafik kilitlenir, gündelik koşuşturmaca kaldığı yerden devam eder. Öğrenciler okula, çalışanlarsa ait oldukları umutsuzluk çukuruna tıpış tıpış dönerler. Sinema salonları, AVM koridorları dolar taşar. Futbol kaldığı yerden devam eder. Televizyonda yeni sezonun sükseli dizileri yayına başlar. Vitrinleri yeni sezon, muhtemelen toprak rengi, ürünler ele geçirir. Biraz daha bronz ve belki biraz daha kuvvetliyizdir artık.
Bu yüzden işte, eylül sayıları iyidir.
Bana öyle gelir ki, esas yılbaşı eylül ayıdır. Yaz mevsiminin kavurucuğu sıcağı diner bir kere. Algımızın üzerine yoğun bir sis bulutu gibi çöken tatil fikri/özlemi de dağılır gider. Caddeler kalabalıklaşır, trafik kilitlenir, gündelik koşuşturmaca kaldığı yerden devam eder. Öğrenciler okula, çalışanlarsa ait oldukları umutsuzluk çukuruna tıpış tıpış dönerler. Sinema salonları, AVM koridorları dolar taşar. Futbol kaldığı yerden devam eder. Televizyonda yeni sezonun sükseli dizileri yayına başlar. Vitrinleri yeni sezon, muhtemelen toprak rengi, ürünler ele geçirir. Biraz daha bronz ve belki biraz daha kuvvetliyizdir artık.
Bu yüzden işte, eylül sayıları iyidir.
Wednesday, August 10, 2011
hippileri neden çok severiz?
Benim adıma, yanıtı son derece açık. Kütlesel olarak modernizme karşı çıkan, iş güç derdine sırtını dönen, mutluluğun ve huzurun peşine düşen, hep güneşle gezen bu insanlar bana olimpos'un tanrılarından daha masalsı gelir. böyledir...
Subscribe to:
Posts (Atom)