Saturday, February 27, 2010

DNA means does not accept

Yurudugumuz yollara kayit dosemeyi biraz ihmal ettigimiz donemlerdeyiz. Ama telasa da mahal yok, hicbir zaman sureklilik kaygimiz olmadi. Canimiz istedigi an birakabilecegimizden degil, hicbir zaman tam olarak birakmayacagimiza olan guvencemizden… Yollar mi cetrefillesti, yoksa birakin kayit dosemeyi, bilakis biz mi mayin dosuyoruz pek bilmiyorum. Ya da belki artik ana caddeden degil, arka sokaklari zorladigimizdandir. Ben de kurum olarak olmasa da, calisma alani olarak bana gore oldukca onemli bir is degisikligi arifesindeyim. Hem de yapmakta oldugum isi ve ortami oldukca sevmekteyken, durduk yere kritik bir hamle de diyebiliriz. Riskli bir macera oldugunu dusunmuyorum, herseyin iyi olacagina inancim yuksek. Lakin evrenselligi suphe goturmez/ayar gerektirmez pusula kisisellesitiginde alici ayarlarinda kimi oynamalar yapmak gerekiyor. Saati on dakika ileri kullanmak gibi; birkac derecelik oynama belki… Hani kuzeyi biraz daha kuzey dogu gostersin, dogudan da cok uzaklasmayalim… Belki zamaninda posta koydugumuz ve bugune dek gormezden geldigimizi gelecek endisesi, gelecek geldiginde, yani bugun, simdiki zaman endisesine donustu. Sahsen bes sene sonramizin degil, bugunumun, bugun ne yapmak istiyorumun derdine dusmus durumdayim. Ancak on yil geriye donsem, hicbir zaman yakamdan silkemedigim piyasaya maddi bagimliligi bir kenara koyarsak, ayni umarsizligi yuruturdum diye dusunuyorum.

Futbol maclarinda bir pozisyon tekrarinda ilk kez “Ters Aci” uygulamasini gordugum zaman dahil olmak uzere, ters aci beni her zaman heyecanlandirmistir. Birbirine yakin acili, kimi zaman paralel irdelerden olusan vektor toplulugunun beraberinde hedefin ortasindan gecen bir sinir, serit ya da duvar olusturmasi kacinilmaz. Iste bu duvarin oteki tarafina gecip oradan bakabilen gozlerin hastasi olmak zaafiyetlerin en guzeli… Amerikan –bagimsiz gibi duran- sinemasinin New York’lu gizli kahramanlarindan Abel Ferrera’nin 1995 tarihli The Addiction’i buna dair aklima gelen ilk orneklerden biridir. Yasamin farkli formlarda yer degistirebilen “bagimlilik”tan mutesekkil oldugu fikri belki cok kontra olmayabilir. Ancak “vampir” kavramini insanlar icine sizmis davetsiz bir familya, bir realite olarak ele alip baslangic noktasina yerlestirmektense, onu aclik ve bagimlilik gibi parametrelerle insan dogasi uzerinden isleyisi ve bir varis noktasi olarak belirleyisi, filmi “bir yudum vampir” filmi olmaktan kurtaran yeterince ters ve orijinal bir yaklasimdi. Hem de entrika ve catisma dolu bir deney ortami olarak alisagelmis bicimde piyasa ve kurumsal dunya yerine egitim-akademi alemini secmesi de oldukca cesur bir ozelestiriydi.

Bunlari son zamanlarda duymus oldugum bir baska terso yaklasimdan yola cikarak zerkettim. Heyecanlandiran meselenin icerigi olmadi aslinda. Daha ziyade dusunce tarzi, bakis ve yaklasim acisi oldu. Bir de acikcasi biraz unuttum. Bir adam varmis, saniyorum bu adam dusunce gucu, vizyonerlik gibi yeni cag sacmaliklariyla isim ve servet yapmis, sonra sirketi devredip daha ulvi emeller ugruna gelecek tahmincisi, stratejisyen filan olarak bir yazahane acmis. Neyse, insan eliyle yaratilan teknolojinin geri donup insani yok etmesi, yapay zekalarin cinneti, robotlarin insanlasmasi gibi senaryolara oldukca hakim sayiliriz. Bunlarin bir kisim distopik bilim-kurgu ornekleri elestirel bir cizgide yururken, buyuk bir kismi ise sanki o teknoloji insan eliyle yaratilmamis, o programlanmis mekanizmalari da seytana uymus itaatsiz birer meczuplarmis gibi gostererek sinema izleyicisinin ortak korku/yapay dusman damarini hedef alan calismalar. Yaratilan yaratiklar aramiza sizar, ustelik haddini-yerini bilmez, utanmadan bir de insan taklidi yaparlar. Zaten bu yapimlarin buyuk cogunlugu isi ileri goturup o ana kadarki gerceklestirilmis teknolojik icraatlarin kotucullugunu kaynagindan, yani insandan ayristirarak unutturan, devamini insanin bu kendi kendine organizmalasmis (!), acgozlu ve nankor makinaya karsi onur savasi olarak isleyen yapimlar. Sonunda kotuler kotuleri yener (kotuleri iyi yaratmis olamaz ki?), ic savas kazanilir, insan eliyle yaratilmis hicbir gucun kendisinden daha guclu olamayacagi ve en buyuk dostunun yine insan oldugunu vurgulanirken kisaca “korkmaya gerek yok, ama teknolojiyi gelistirmeye de devam” mesaji alttan alttan yedirilir.

Iste bu yukarda bahsedemedigim, adini dahi hatirlamadigim adam makinanin insanlasmasini degil, insanin makinalasmasi uzerine teoriler gelistiriyormus. Soyle ki, ornegin surungenlerde eger bir bacak koparsa o bacagi yenileme, eksigi tamamlama komutunu yuruten hucreler varmis. Ama insan hucresi eski bir versiyonla programlanmis ve bu gibi konularda bir takim eksiklere sahipmis. Ayrica gelisen viruslere (aids gibi) ve kanserli hucrelere karsi da guncel olmayan eski bir versiyonla calisiyormus. Bilmem kac yil sonra nanoteknoloji ileri seviye bir noktaya gelmis olacagindan, insan vucuduna yerlestirilecek iyi huylu nanoidlerle DNA programlamasi gerceklesebilecek ve hasarli organlar iyilestirilebilecek, eksik uzuvlar bile tamamlanabilecekmis. Ustun irk fikri yeni degil. Isin tibbi boyutunun belki temelde kok hucre arastirmalarindan da cok farki yok. Ancak teknolojiyle entegrasyonu, nano teknolojinin bu yonde kullanilmasina yonelik ongoruler fena fikirler degil gibi. Aslinda basta gerek anlatan arkadasin metalci olusu, gerekse mevzu sahsin ozgecmisi filan sebebiyle on yargili davrandim, hatta baslarini dinlemedim (adini filan o yuzden hatirlamiyorum. Ararip sorarim ama arkadas hem metalci hem vodafone’lu, merakimi belli edersem hevesle bir saat konferans cekebilir, goze alamiyorum dogrusu :S). Ama devamini duyunca pek caktirmamaya calissam da cok heyecanlandim, icimden var gucumle destekledim. Kim biyonik adam olmak istemez ki? Ne devrimci bir sahismis megerse. DNA gibi inatci ve degisime kapali bir olusuma meydan okuyan bu yilmaz savasci tanisa eminim beni cok severdi, gonullu denegi olmaya hazirim. Bir iPod Nano yuttum bile. Vucudum etrafa guzel tinilar, etkileyici melodiler yayiyor. Sesime gel, al beni isimsiz kahraman :S



Bu arada yazarken uzun zamandir dinlemek icin kenarda beklettigim son albumleriyle bana eslik eden ve bunca beklentimi fazlasiyla karsilayan TV On The Radio (Dear Science – 2008) ve Arab Strap’a (The Last Romance - 2006) tesekkur ederim. Baslik ve daha onlarca lafi gedigine oturtacak malzeme ve referans temin etmis, kendi kutuphanesiyle bize guc vermis malum gruba ise tesekkur etmeye yuzum dahi yok.

No comments: