Thursday, August 25, 2011

urbanism

Alaçatı'da tanıştığım, ayak üstü sohbet ettiğim bir çift... Herhalde 40lı yaşlarındalar, fotoğrafçılık mesleği ile iştigal ediyorlarmış. Ne mutlu! Kadın Alaçatı'nın mevcut durumunu, "İstanbul istilası"nı kaygı ve üzüntüyle karşılıyor. Kendisi de İstanbullu olmasına karşın, doğal dokunun tahribinden şikayetçi. Ona göre Alaçatı, tıpkı 10 sene öncesi gibi, dingin ve mutlu 1 balıkçı kasabası olarak kalsaymış, ne de güzel olurmuş!

Birinci sorun şu; Alaçatı hiçbir zaman balıkçı kasabası değildi. Kadının kentli algısında kırsal ancak balıkçı kasabası ise olumlanıyor herhalde. Oysa Alaçatı geçimini tarım ve hayvancılık ile sağlayan bir kasaba(ymış). Sonra sonra, lise mezunu olanlar çevredeki otellere kapağı atmaya başlamış. Mevcut durum ise ortada. Bu hikayenin ne başında ne de kıçında balıkçılık var.

İkinci sorun; taşra ya da yerel her zaman, "doğal olarak" iyi değildir. Böyle bir önkoşul yoktur. "Yerli halk" pekala kurnaz, köşe dönmeci ve hatta art niyetli olabilir.

Üçüncü sorun; bu fotoğrafçı çift özünde, eleştirdikleri "yağmacı" memleketlilerinden farklı değiller. Sosyetik İstanbullular Alaçatı'yı (geçmişte Bodrum'u) entelektüel hemşerilerinden öğrendiler. Bu iki kitle birbirinin ayrılmaz parçasıdır. Aydınlar, burjuvazinin sırtından geçinirler, burjuvaziye çalışırlar.

Sonuç; ikiyüzlülük mide bulandırıcıdır.

1 comment:

olric said...

güzel tespit
yerinde tespit
zaten tespit yerinde ağır
(böylece bir düşünce belirtmiş olduk)