Saturday, February 14, 2009

at the chelsea hotel

Owing to its long list of famous guests and residents, the hotel has an ornate history, both as a birth place of creative modern art and home of bad behavior. Bob Dylan composed songs while staying at the Chelsea, and poets Allen Ginsberg and Gregory Corso chose it as a place for philosophical and intellectual exchange. It is also known as the place where the writer Dylan Thomas died of alcohol poisoning on in 1953, and where Sid Vicious of the Sex Pistols may have stabbed his girlfriend, Nancy Spungen, to death on October 12, 1978.

Visitors and residents of the Chelsea Hotel include Eugene O’Neil, Thomas Wolfe, and Arthur C. Clarke (who wrote 2001: A Space Oddyssey while in residence). Janis Joplin, Leonard Cohen, Bob Dylan, Jimi Hendrix, and the Grateful Dead passed through the hotels doors in the 1960s.

Virgil Thompson, Larry Rivers, William Burroughs, Willem de Kooning, Jasper Johns, Patti Smith, Arthur Miller, Dylan Thomas, and many, many others stayed here too.


ayrica,

Room 100 at New York's Chelsea Hotel is the infamous site of the violent death of Nancy Spungen, allegedly at the hands of her boyfriend Sid Vicious. Dexter Dalwood paints this scene with clinical detachment: the chaotic room is devoid of salacious detail, dehumanised in its simplicity. Dalwood portrays an unglamorous fantasy of seedy realism as sanitised through media. The composition is riddled with pairs: lamps, cupboard doors and bed frames act as coupled shapes, insinuating an eternal togetherness. The broken bed is symbolic of tragic breakdown. At the foot of the bed is an upturned TV, its image frozen on two black-clad figures: one large and one small, reflective of fragility and ego. On the floor, Dalwood paints a pool of melting candles, suggestive of drug culture but also the adage thatthose who shine brightest burn quickest.

iceriden - disaridan
eski - yeni

sid, patti, andy

chelsea hotel manzaralari:








Wednesday, February 11, 2009

sali gecesi atesi

su aralar bulasiciligi yuksek, havada asili duran grip virusunden ben de nasibimi aldim. dun aksam karga tulumba vardigim acil serviste serum yerken, bizi sadece ince bir perdenin ayirdigi sag ve sol tarafimda yukselen diyaloglar umarim bendeki yuksek atesin verdigi sanrilardi. Ah kedicik vah kedicik, aklimda sen vardin hemsire kedicik. Sukunetimi sayende korudum. Sag tarafimdaki kadincagiz evdeyken bir nobet gecirmis, dusmus ve kafasini carpmisti. Mutelemelen birkac saattir musahede altindaydi. Tum tetkikler, tomografiler sonucunda Ebru Gundes vak’asina benzer bir baloncuga rastlanmis. Ben damar yolumdan sozumona faydali kimyasallari vakumlarken, doktor gelip hemen yanibasimda aileye gercekleri acikladi: Acil cerrahi mudahele gerekiyormus. On dakika icinde el sıkışıldı ve beyin ameliyati icin gun alindi. Evet, bu hayati karar yanibasimda alindi. Hersey cok normaldi. Sol tarafimdaki bolmede ise 9 yasindaki bir kiz cocugu, kalp atislari cok hizlandigi icin getirilmis. Sanki ara ara tekrarlayan olagan bir durummus gibi, kiza kronik bir kalp hastasi muamelesi yapiliyordu. EKG, kalp elektrotu filan cekildi. Hepsinin temiz oldugu haberi geldi. Kiz, “bence panik atak bu” gibi bir sey duyduguma eminim. 9 yasinda? Toparlanirlarken, kucuk prenses ender gelisen atak sonrasi talebini dile getirdi: “Donuste Hagen-Daas aliriz di mi?”. Eh, haketmisti dogrusu.

Niyetim suc ortagima soyle bir giris yaptirmakti: “Yazarimiz d.m.b. rahatsizligina bagli olarak raporlu oldugu icin bugunku, veya bu aralarki, ne bileyim bu ayki yazisini gonderememistir”. Iste yuksek ates insana boyle iki beden buyuk atesten gomlek giydirebiliyor. Nobetci eczanede serum bulunur mu acep? Isler daha fazla absurdlesmeden, iyisimi damar yolumu actirip geleyim...

haklarin en kutsali: tembellik

tarz dediginiz sey, farkli statuler ve farkli donemlerde yasayan insanlarin, varliklarini bulunduklari donem ve statuye gore sekillendirme bicimi degil midir? bir sene oncesine kadar, ogrencilerin yogun olarak yasadiklari bir mahallede* oturuyordum. hatta simdiden bakinca inanmasi zor ama, soyle bes alti sene oncesine kadar kendim de ogrenciydim. neyse, her gun isten cikip bu mahalleye dondugumde, bir zamanlar, arasindan gectigim o ogrenci kalabaliginin renkli ozensiz ve rahat goruntusunun bir parcasi oldugumu dusunuyordum. once upon a time, ben de kendimi onlarla benzer bicimde ifade ediyordum. simdi gelin gorun ki, onlar hala onlar, bense baska bir benim... (cumle biraz anlamsiz gibi ama gozlerinizi sabitlerseniz bir sure sonra fonda baska bir resmin belirdigini fark edeceksiniz)



universitenin sona ermesi, aslinda hayatinizdaki butun donemecler, virajlar ve sirkeler icerisinde en keskin olani. alisilan esnek gundelik duzenin tamamen yikilip yerini disiplinin aldigi; yakasi cekistirilmekten bollasmis tshirtlerin yerini gomlek kravat kombinasyonunun; belirsiz uyku saatlerinin ve kendiliginden uyanislarin yerini her sabah calan nokia alarminin (dit...diridit... gibi bi'sey) aldigi acili ve sonsuz bir cagin baslangici. ustelik, bu yasam bicimi tuhaf ve akil almaz bicimde kutsaniyor. gundelik dil icerisinde eli ekmek tutmak / calisma hakki / emeginin karsiligi / miras degil alinteri / evine ekmek getirmek gibi pek cok soz obeginin tamami olumlu anlamlar tasiyor, bu yonde mesajlar iletiyor. Oysaaa, calisma, uretim gibi kavramlarin ve bunlarin yaninda bir de lider/millet aidiyetinin fazlaca vurgulandigi rejimlere fasizm demiyor muyduk? bana kalirsa, ucretli calisma ve onun beraberinde getirdigi degisimlerin hicbiri gezegenin en (belki de tek**) zeki turune yakismiyor. insanin tarzi bu olmamali :s


*bugun yasadigim semt ise travesti ve alkoliklerle dolu ve onlarin arasindan yine kravatla gecip gidiyorum.
** yalan yok, maymun sulalesinden tirsiyorum. biraz zaman ayirip (utu yaparken mesela) national geographic (girls gone) wild izlerseniz gorursunuz. o sirin, tuylu, kahverengi goruntunun ardinda kocaman bir akil ve hayli sinsi bir dunyayi ele gecirme plani yatiyor.

Tuesday, February 10, 2009

on the road


geoff maccormack 1973-76 arasi bowie'ye eslik ettigi ziggy stardust ve aladdin sane turlarindaki anilarini, fotograflari, iviri ziviri derleyip toparlayip kitap haline getirmis. kredi kartim olsa idi siparis verebilirdim.

Monday, February 9, 2009

yurt genelinde saganak yagis bekleniyor

-pismanliklariniz var midir?
-hayatta hic bir seyden pisman degilim.

paparazzi ve televizyon figuru arasinda gecen standard bir diyalog. soyle bakinca cok siradan ve hemen herkesin asina oldugu bir soru "pismanliklarin var mi?" . aslinda bu siradanlik, tamamen televizyonun sebep oldugu bir yanilsama. gercek yasamda yalnizca, hic istemeyeceginiz bir pozisyonda, sanik sandalyesinde iseniz, hakim tarafindan size yoneltilir bu soru. isin tuhafi, boyle oldugunu da televizyondan biliyorum. yani eger simdi birisi cikip "yok o yesilcam uydurmasi!" derse itiraz edemem. ama pisman olabilirim :s zaten gundelik hayatta varligini surduren hickimsenin bu suale yukaridaki gibi negatif yanit verecek kadar yuksek bir ozguveni ve kendisine bu denli sinirsiz bir sevgisi olamaz. varsa da, aslinda kendine son derece guvensiz ve sevgisizdir de, bu durumu ortbas etmek icin gercekleri bilincinin en derinlerinlerinde sakliyordur. kendisinin bile unuttugu karanlik koselerde...

cocukken salondaki sehpanin uzerinde duran kesme vazoyu kirdigimda annem bana "pisman misin?" diye sormadi. sormus olsa idi, eminim simdi cok daha olgun bir insandim. ne bileyim, belki psikiyatrist ve hatta 'kisisel gelisim uzmani' daha da ileri gidip 'life coach' filan bile olabilirdim. lise 2 de matematikten ikmale kaldigimda hocam -severdim de kendisini- "pisman misin?" diye sormadi. biraz dusunceli davranip bana ikinci bir sans verseydi, belki de turkiye ikinci cahit arf'ina da kavusmus olurdu. dogruyu soylemek gerekirse 10liralik banknotlarin uzerinde soyle yakisiklisindan bir pozumu gormek isterdim. hatta o banknotu uzattigim an kasiyerin yuzundeki saskinligi yatistirmak icin kullanacagim "evet o benim. ama sakin ol lutfen, bak ben de siradan bir insanim" bakisim dahi hazir. hali sahada mac yaparken fazla gaza gelip sol elimin serce parmagini kirdigimda (tellere takilmisti) , yine bir halisaha macerasinda sol dizimin menuskusunu yirttigimda pisman olup olmadigimi dusunmedim. universite yasantimi biraz fazla uzattigimda ya da istemedigim bir ise girip senelerdir cikamadigimda da bir allahin kulu bana "e peki pisman misin?" diye yaklasmadi.

fakat en kritik pismanliklar, galiba kendi cesaret edemediklerimizinden sonra olusanlar. sik tekrar eden tecrube ile sabittir; bu gibi durumlarda sucu baskasina atamazsiniz ve is isten gectikten sonra elinizde, "acaba baska turlu davransaydim ne olurdu?" sarmalindan baska birsey kalmaz. simdi onumde paris projesi var. belki dokuz numarali koprunun uzerinde, belki opera meydaninda veya bastille'de yasli sokak lambalarinin los isigi altinda, alelade bir sokakta... iyi ama, ya cesaret edemezsem? lanet olsun!


get some balls man...


gunun birinde, umarim cok uzak gunun birinde, mortingen straße'nin aydinlatilmamis kaldirimlarinda yururken, cogunlugun sahne ismi ile azrail olarak tanidigi ve gercek adini burada veremeyecegim (ozellikle gizli tutmami istedi)kisi/kurum ya da kurulus ile karsilastigimda, o bana soracaktir. cevabim hazir, ve seneler icinde degismesi icin gecerli bir neden de yok: "evet aq. cok pismanim!". bu neyi degistirir bilmiyorum ama, ona tesekkur edecegim kesin.

Friday, February 6, 2009

what the f**k?!













“Overrating consensus” uzerine kurulu Amerikan toplumunun yine abartili bicimde kullanarak anlamini, etkisini, ozetle muhteviyatini bosalttigi bu kalip John Malkovich’le tekrar hayata dondu (Burn After Reading). Bu kadar mi icten, yerinde ve gercek soylenir? Her bir hecesini, harfini iliklerine kadar hissederek... Tabii Coen kardeslerin kara mizahindan nasibini alinca, beyin ucuklatici tuhaf olaylar silsilesinin kurbani olunca kendi basina bir hayret ekolu yaratmak da zor degil hani... Filmi izledigimden beri yasadigim her saskinlikta bu kalibi, vaziyete zerkediyorum. Tekrarla birlikte kalibi hissetme ve yansitma kabiliyetim de gelisti. “Being John Malkovich” boyle bir sey olsa gerek.

...
..
.

Ustumuzden bombardiman ucaklari geciyormus gecsin, aklima ilkokul donemi bir tuketim aliskanligimiz geldi. Leblebi tozu; hem de pipetle hupletmek suretiyle... What the fuck? WHAT–THE-FUCK! Iki kez nefes borumun tikandigini ve bogulma tehlikesi gecirdigimi hatirladigim gibi, “line” yapip burnundan ceken icimizdeki genc psikopatlar da bir cizgi film seridi gibi gozumun onunden gecti. Her iki durumda da, on iki yasina kadar tabelaya gunah yazilmadigi konusunda kandirilmadiysak, cennete aktarmasiz ucus icin birebir...

enjoy.

Thursday, February 5, 2009

maykil dogru soyle, bugun ne ictin soyle

Suc ortagim evvel zaman icinde, katilimcisi oldugu bir toplantida gunduz duslerine dalip vurgun yedigi “gifted” kavramini ifsa etmisti. Benim de kafamin icinde farkli vektorlere kopek baligi gibi yuzen dusuncelerimden biri bunun istatistiki yonunden her daim nasibini almistir. Mesela en nadir ozelligim, ya da varsa yetenegim, kac milyonda birdir? Tamam gectim milyonu, kac binde birdir? Peki peki, kac yuzde bir? Deliksiz 14 saat uyuyabilirim mesela. Bir gunde uc litre kola tuketebilirim? Klavyeyi cok hizli kullanirim. I-ih, pek tatmin edici degil. Birkac yuzde bir bile olamazken, misal Micheal Phelps gibi alti milyarda bir olmak nasil bir duygudur acaba? Alti milyarin onunde diyerek isin yarismaci/rekabetci dogasina temas etmek ve konudan sogumak istemedigim icin, alti milyarda bir demeyi yegliyorum. Cok rica ederim “tesis yok”, “peki ya iskartaya cikan gec yetenekler?”, “Antiller’deki filika yontmacisi Jose’ye imkan taninsa Michael’in hali nic’olurdu?” turunden mavralari aklimizdan dahi gecirmeyelim, Cengiz Ustun’un anti-klise timi aportta bekliyor.

Hatirlarsiniz Phelps’in gundelik yasam menusu, balatayi siyirmis birer ruh hastasi olduklarini dusundugum e-posta oteleyicilerinin siber sofrasina meze olmustu. Fakat gelisine voleci bu “forward manyaklari” derslerini iyi calismamis olacak ki, sampiyonun kahvaltisina bunu eklemeyi unutmuslar. Bir Micheal Phelps kolay yetismiyor hakikaten...


Lakin delikanli cocukmus, hic inkara girismedi. Neredeyse “ben degildim, bu bir komplo“ya yatma sansi varken, efendim kotu arkadas-cevre kurbani oldugunu, girgirina cekilmis cok tesadufi bir resim oldugunu, veya sadece bir kez yapmis oldugunu onun da -bak sen- basina yansidigini filan dahi iddia etmedi. Sadece “bir daha olmayacagi”na soz verdi. Bundan boyle daha ehemmiyetli olacagina, bir kez daha fotograf kaptirmayacagina yorabiliriz pekala. 2004 yilinda da alkollu arac kullanmaktan ehliyetine 18 ay el konulmus. Yakisir Mayk, o maillarda donen sıkıcı ve calisma kampindan hallice yasam duzeni pek cekilir ve surdurulebilir degildi acikcasi. Hem biz futbol endustrisinin kolesi kusursuz Pele’yi degil, serseri futbolun efendisi deforme Maradona’yi severiz. Simdi anliyoruz ki sen de etten kemiktensin, sonucta senin de saykik bir duzenin var, ne bileyim belki kiz meselesidir filan. Ama yuzmeyi de ihmal etme, sonucta onemli olan sporla eglence arasindaki dengeyi kurmak :S.

Issiz bir adaya...



Avustralya'nin kuzey dogusundaki mercan cenneti, doga harikasi Great Barrier Reef'in kalbinde yer alan, Avustralya'nin ilk yedi yildizli oteli Qualia, size bir kacis plani sunuyor. Luks suitlerinde barindirdigi tematik dekorasyonu, buyuk havuzu ve 1.000 siselik sarap mahzeni, oteli yedi yildiza tasisa da aslinda otele modern havasini veren Avustralyali Chris Beckhingham ve sef Stephane Rio'nun marifetli elleri. Luks ve konfor vadeden otel, kisisel spa ve guzellik merkezi, ozel tekne ve helikopter turlari ve dalis kurslariyla kesfe davet ediyor.




tanitim metni boyle.
turla gitsen bedavaya gelir :S
enjoy.

Wednesday, February 4, 2009

holy almanac

kutsalligina inanilan onca kitap icerisinde, bir tanesi yoktur ki modern insan onu asagidaki kadar arzulasin. yoksa deccal dedikleri, yasli biff'in ta kendisi miydi?

Monday, February 2, 2009

this blog entry was named, Kowalski

“tam tesekkullu kovalamaca hikayesi” dusturuyla doneminde muhtemelen iddiasiz bir b-movie gayesiyle cekilen, zaman icinde Amerikan bagimsiz sinema tarihinin en hatirli kült filmlerinden biri haline gelen 1971 yapimi Vanishing Point’in anti-kahramani, Kowalski... Boyle bir karakter yaratilirken ileride esin kaynagi bir fenomen haline donusecegi kurgulanmis miydi, hakikaten merak konusu... Kowalski’nin yeri degil kazanan kahramanlardan, alisildik kaybeden anti-kahramanlardan bile kati bicimde ayriliyor. Peki nedir onu bu kadar ozel bir efsane kilan?

70 model Dodge Challenger’i Colarado’dan California’ya 15 saat icinde ulastirma iddasina girismisken, varis hikayesi bir anda kacis hikayesine donen –adini bilmiyoruz, soyadi- Kowalski (Barry Newman) gecmisinde asiri uc bir hayat yasamis kacik bir serseri degil. Beylik ve vurucu kelamlarla hayat dersi vermek soyle dursun, neredeyse konusmuyor. Ama burdan sessizligi bilgelige denk, konuskan olmayip isi mimik oyunculuguyla kotaran bir karakter de cikmiyor. Herseyin farkinda zeki veya kurnaz bir bakisi yok. Bilgi donanimi belki vasat bir kasaba Amerikalisina es. Karizmatik mi? Eh, sakinliginin ve ic burkucu ifadesi haric ifadesizliginin verdigi bir “cool”luktan sozedilebilir, ama karakterin samimiyeti bunun kasitsizligini garantiliyor. Yalnizligi elbette seviyor ama ihtiyac duydugunda yardimi reddedecek kadar inatci ve magrur degil. Kisaca Kowalski'nin ezber bir kahramana kiyasla daha fazla olan dokunulurlugundan soz edebiliriz.














Kendine ozgu davranislari, zevkleri ve tarzi hakkinda cokca bilgi sahibi degiliz. Aslina bakilirsa adiyla ozdeslesen ve uzvu haline gelen Dodge Challenger secimi bile bir tesaduften ibaret. Cunku sahibi degil, teslim etmekle yukumlu oldugu bir otomobil. Zaten Kowalski boyle dunyevi secimler yapmaz. Bildigimiz belki de tek sey Kowalski’nin bir yere ait olamama hissinden muzdarip, gecmisinden ve hatiralarindan tam gaz kacan bir yol adami oldugu... Iste bir otomobil azmani olarak Challenger da sadece onu aradigi hizla bulusturan, kacisini mumkun kilmaya muktedir bir arac. Hos sonrasinda bu arac kendi basina basrol oyuncusu oluyor, ama bu Kowalskiden ziyade yonetmen Richard Sarafian'in ozel tutkusu olmali... Gecmis demisken, ortada gizem yaratmak adina esas adamin arkasina saklanan sir gibi bir gecmis yok. Film icindeki flashbacklerle perde ihtisamsiz bicimde aralaniyor, ve arkasindan izleyiciyi provoke edecek sansasyonel ipuclari cikmiyor. Kactigi duzeni sembolize eden birkac ani, hepsi o. Aslinda mesajin ta kendisi bu olmali; kacmaniz ve marjinlerin disina cikmaniz icin babanizin cocuk istismarcisi, annenizin sizofren, ogretmeninizin de iskenceci olmasina gerek yok; duzen tek basina siradan bir insanin kacmasina yetecek kadar tekduze, bogucu ve kokusmus. Kowalski’nin de isyani buna... Tabii ki farkli cografyalarda ozgurlukcu hareketlerin domino efektiyle birbirini tetikledigi ve dunyayi salladigi 68 donemi’nde siyahi hareketler, feministler, hippiler, ve diger aktivistlerle basi yeterince dertte olan Amerikan otoritesi bir de buna izin veremezdi.

Kowalski’nin bir simge haline gelisinde tum bu yalinligin, ezber yikan “olmayan”larin elbet payi vardir. Ancak asil unsura geliyoruz... Bana kalirsa Kowalski’yi Kowalski yapan polis frekansindan sizdirdigi bilgilerle ona aleni bicimde yardim eden yol ekurisi “DJ Super Soul” (Cleavon Little)... Super Soul baskici kirsalin liberal sesi olarak, otoriteye karsi ozgurlukcu bu hareketi desteklemekle kalmayip onu seslendiren, hatta ona can veren; Kowalski’yi bir halk kahramani haline getirme firsatini iskalamayan bir kahraman. Super Soul’a gore Kowalski son Amerikan kahramani ve hizi “ruhun ozgurlesmesi” olarak anlamlandiran bir “yari-tanri”. Kowalski’yi tema alan isitsel calismalarda basrolde o vardi, nami Super Soul’un filmdeki methiyle dolu anonslariyla yurudu. Eh, onun istegi de zaten kulaklara ulasmak ve oradan ruhlara sizmakti. Filme alternatif bir soundtrack seklinde planlanan Primal Scream’in 1997 tarihli Vanishing Point albumunde, tamamen DJ Supersoul’dan sample’lara dayali Kowalski sarkisi belki de DJ Super Soul’a en anlamli oduldu... Iste o ölümsüz dizelerle Kowalski’yi yuceltip ilahlastirirken kendi de karizmasi, tarzi, ritmi ve hitap gucuyle basli basina bir stil ikonu haline geldi. O sizi goremez ama, huzurlarinizda DJ Super Soul...