Wednesday, November 12, 2008

fin de siecle

gonderiye baslik harikulade album raflara duseli on sene olmus. guzel, sevilen pek cok sey ile ayni kaderi paylasiyor; kasedi tape A'ya taktigim zaman, 'daha dun gibi' geliyor. fakat bir yandan da, 'her guzel seyin bir sonu var'(bu sozu de ben simdi uydurdum, nasil?). Aslinda alterednative'in nefesi tukeneli birkac ay oldu. Belki pek uzun yasamadi ama ne yalan soyleyeyim, bence dolu dolu bir omru oldu haytanin. Ve bir veda selamini, ya da ne bileyim, en azindan arada bir kulaklarinin ozlemle cinlatilmasini ziyadesiyle hak ediyor. Hic bir sey degilse bile, blog aleminde bizim ilk goz agrimiz (devam eder miyiz sonra, bilinmez). Karisik olan kafalarimizi dumduz ettik, ic ice gecirdik, sonra bir top haline getirip -yine en cok da kendimiz icin- asagida bir yerlere yapistirdik. Ortaya derli toplu birseyler cikmamis olmasi, aslinda isin hakkini layikiyla verdigimizin gostergesi gibi...Iyi oldu be!



Bugunku ikinci orijinal repligimi patlatiyorum; vedalardan hoslanmam :s

kisaca, adieu mon cher...


kaptanin seyir defterine 21.01.2009 tarihli ek:

saka lan saka :)

Thursday, August 7, 2008

some style to drink

Paul Weller, 50. yasini 22 parcadan/ruyadan olusan dokuzuncu solo albumu 22 Dreams ile kutluyor. Dinleyiciye kutsal ve zor gorev! Album icin net analiz su an icin zor, zira muzigin mesihi yine uzun tutmus hadisleri, henuz tekmili birden hatmedemedim. Hele bir de albume ortadan, “Cold Moments” ile baslamis bulundum ki, hizli bir ilerleme kaydedebilene askolsun. Lakin 50 yilin olmasa da, The Jam ve Style Council sonrasi Paul Weller’in yillanmis ve lezzetli solo doneminin kumule ozetine benziyor. Tabii "agir ruh"u biraz daha hafiflemis, nesesi de yerinde gozukuyor. Korkmayin, nedense her dinledigimde kafami iki yana sallayip tamamiyle istem disi “bu cok guclu” diye icimden gecirdigim, ama “guclu” nitelemesinin tam olarak neye dayandigini ya da referans oldugunu da bilmedigim muzigiyle yarim asirlik cinarin emekli olmaya hic niyeti yok. Gectigimiz ayki Q roportajinda “ne emekliligi, inzivaya cekillip bahcede kahrolasi havuc mu yetistireyim?” beyani ile tum endisemi aldi. Roportaji itibariyle ogreniyoruz ki duaci oldugu bir konu da saclarinin dokulmemis olmasi. “Kel bir mod’u kim dikkate alirdi ki?”.


Eh, musiki alemine dogusu beri hep tarz ikonu olmus [style council indeed], giyim-kusamiyla hep bir adim one cikip kendinden konusturmus bu mod’un imaj kaygisina hic sasmamali. The Jam’le beraber en politik ve protest donemlerinde dahi afi ve dizayn duygusundan, stil kaygisindan, "premium" markalardan vazgecmemis Paul Weller, gecmisten gunumuze britanya rock aleminin icinde hep bir sembol olarak yerini almis, pek cok muzik figurunu giydirmis Fred Perry’nin de belki en itibarli ikonu. Ona ait koleksiyon yapiliyor, adina 250 adetlik sinirli sayida kendi imzali ve numarali t-shirt’u uretiliyor filan. Zaten birakalim derinlemesine muzik muhabbetini, ben esasen tarz ve kiyafetlerinin hastasiyim :S


Eger bir ickiyle iliskilendirecek olursam da; "kaalite viski" kendisi, "Johnny Logan"...

Wednesday, August 6, 2008

some drink for dude

Filmler insanlari kotu aliskanliklara sevk eder mi? Televizyondaki ve "bilgisayar oyunlari"indaki siddet hepimizi manyak eder mi? Soruyu bir de soyle soralim, yoksa biz bu gorsel bombardimanda kendimizi mi buluyoruz? Aslinda orada gordugumuz biz miyiz, ayna muhabbeti filan mi?

bu eslesmeyi/kesismeyi yasadigim belki de yegane film big lebowski ve dude karakteri sanirim(gerci matrix ten cikinca da filme beraber gittigimiz babayigit dostlarimla birbirimize tekme tokat girismistik. hayir, fight club'dan sonra gidip hsbc yi bombalamadim).

hazir konuyu kokteyllerde birakmisken oradan devam edeyim,



Dude dedigin, white russian icer. aslinda onun gibi culsuz bir adam icin biraz pahali bir karisim. 2 olcek kahlua, 2 olcek vodka, 2 olcek sut, bol bol buz, ve tabii ki bolca sevgi :s Yok, Beyaz Rusumuz bu sonuncu olmadan da gayet guzel gider. Dude'un evrensel sevgisi hepimizi yeter. Zaten suc ortagimin vecizesidir " bir Rus'a asik olma. hayatin kayar" .

White Russian icerseniz, bayildiginizda revu kizlari ve dev labutlar gorursunuz. Boyle grotesktir tarzi. Grotesk kelimesini de kullanmadan gondermez adami...bu esprilerle skyturk'teki DeVeDe Kulak programina metin yazari olurum ben anca' .


bir dahaki yazinin basligi; some dude for president!

Monday, August 4, 2008

some music to drink

1940larin her kosesinden caZZ fiskiran barlarinda, mekani dolduranlar -ki agirlik olarak bir suru neseli zenci- hep Wine SpoDeeOdeE icerlermis. Bir nevi, savas sonrasi amerikan gece hayatinin favori ickisi yani; 2 olcek (kotu) porto sarabi ve bir olcek (yine kotu) burbon (tarif Sal Paradise'dan)ve kimine gore, burbon'un boktan tadini ancak porto sarabi adam edebilirmis.


her donemin kendi kokteylleri/ickileri var. Ornegin 80lerin karisimi da, donemi ozetleyecek bicimde garabetin ta kendisiydi; cin & tonik (buzdolabindaki o siyah kagitli schweppes tonik sisesi!). Bugun votka'ya karistirilan turlu sekerlemeler ile doyuyor karacigerimiz. Demek buyuk Bebop caginin formulu de buymus; porto sarabi ve burbon. Sigara dumani, alto saksafon, mutluluktan terleyen erkekler ve kadinlar. Ucuz ve adi olani daha makbul.

Wednesday, July 23, 2008

kotuluk yap, icine at













Bir zamanlar hayatini Sirbistan devlet baskanligi ve insan kasapligiyla donusumlu olarak idame eden, basta Srebrenista'daki Bosnaklar olmak uzere on binlerce insanin katliamindan sorumlu tutulan Radovan Karadzic 13 yillik kiyak kacakligin ardindan Belgrad’da bir belediye otobusunde karga tulumba yakalandi. Gecirmis oldugu fiziksel metamorfoz sonucu suc kozasindan cikip 13 yillik bir ozgurluge ucmak kelebeklere buyuk haksizlik teskil edecek bir metafor ya, neyse. 92-96 arasi ortaligi mezbaaya ceviren katliam organizatorunun katlettigi kitlenin ardil jenerasyonlari icin bu haber yanan bagirlara su serpici ufak bir fiskiyedir elbet. Ancak halen yandaslarinin bulunmasi ve bu yandaslarin dovizler-sloganlar esliginde meydanlara akmasi belki de yaralari daha da derinlestiriyor. Etnik temizlik arkadasi Slobodan Milosevic abuk-carpik yargi sureci henuz sonlanmadan, cezasi dogru durust belirlenmeden hucresinde “eceliyle olen diktatorler” (a.k.a. “death without assassination”) listesine girerek isledigi insanlik suclarinin odulunu almisti. Bugune dek yaptiklari yanina kalmis Karadzic’in omrunun de pek olagan bir sona vefa edeceginden supheniz var mi?

Bir ilginc nokta da kasapliktan kiyak emeklilik sonrasi Karadzic’in yepyeni bir kimlik, isim, hayat ve meslekle 13 yillik sefa donemini doktorluk yaparak gecirmis olmasi. Kim bilir, belki de Marathon Man filmindeki eski bir SS kurmayi olan, Auschwitz’in “beyaz melegi”, ozellikle saglam dislere uyusturmadan yaptigi operasyonlarla iskence alemine adini altin harflerle yazdirmis meshur dis doktoru Szell’den etkilenmistir...

Monday, July 14, 2008

biz gideriz tatile hey taaa-tiii-leeee

O canim (a sapkali ve uzun) 'tatil basliyor' programlari yok artik. kimse tum zamanlarin en palmiyeli sarkilari esliginde kafasini havuzdan cikartip "alkollu meyve kokteyli"ni yudumlamiyor. ya millette para yok, ya da oteller / tur sirketleri televizyon reklamlarinin yeterince faideli olmadigini filan dusunuyorlar. Gerci onlar yok yere dusunmez, ellerinde illa belgeler, istatislikler ve daha neler neler vardir. Bes yildizli bir otele kapanip, tereyagindan heykeller arasina serpistirilmis koca tepsilerden turlu turlu yiyeceklerle tabagini tepeleme doldurmak, havuz basinda otururken bir anda uzerine kosturup suluk gibi yapisan animatorlerin kurguladigi dandik oyunlarla sosyallesmek isteyenler, demek ki rotalarini baska kanallardan faydalanarak ciziyorlar.


Gelgelelim, baska turlu bir eglence/dinlence anlayisini benimseyen, bunyesini cilgin kalabaliklardan uzak tatillere salmak isteyen romantik entelektuel kitle ise kendi komunitesi (var mi acaba boyle bir kelime? komunite...) ile hareket ediyor. mesela sevan-nisan haciboyaciyan in murekkebine saglik Kucuk Oteller Kitabi adli sahaser, sadece oda+kahvalti hizmetine bes yildizli otel parasi alan sempatik aile isletmelerini onlar icin tanitiyor. Haksizlik etmeyelim, bu otellerin hemen hepsinde begonvil kokulariyla uyanmak ve ev receli yemek gibi dehsetengiz dogalliklar var (ki dogal lik kavraminin curumuslugunden daha bir onceki blog girdisinde bahsetmistik. anilar cok taze...) . Kesfedilen kimi kucuk oasis ler ise bir sure sonra cekirge akinina ugruyor. Cok guzel ve issiz bir koy (village or bay) birkac sene icerisinde turizm ekonomisinin hizli yayilimi sayesinde ciddi degisime ugrayabiliyor. Kapitalizm boyle isliyor. once ham/endustriyel sureclere ugramadan faydalandiginiz bir gida (50 yil once recel), daha sonra kimyasal katkilarla supheli hale geliyor (80lerden itibaren recel) ve bir sure sonra ilki gibi olana orijinal degerinden cok daha fazla para odeyerek sahip olabiliyorsunuz (bugun organik recel). Butik otel isi, bu hesap bir numero iste.



Velhasil, biz de bos durmadik ve siz "ona karsiyim, buna dusmanim"cilar icin 2 farkli secenek hazirladik. Alterednative seyahat iftiharla sunar:

#1 ) exotic asia









#2) crazy ibiza





isteyene "hersey dahil" , istemeyi bilmeyene ekmek yok.



Saturday, July 12, 2008

yesil is the answer (soru neydi?)

Alisik oldugumuz yaz ekranlari genel itibari ile otel tanitimlari, populer kisilerle yazlik mekanlarda icra edilen zeytinyagli sohbetler ve benzeri tatil (yani bireyin kendisini vasat'a teslim ettigi zaman dilimi) odakli konulari muhteva eder. Oysa bu sene, kentli insanlarin uzun suredir varligini hissettigi ve yasimini onunla mucadeleye ve O'na adapte ettigi bir sorun, bazi gunes sarisi deniz mavisi konularin onune geciyor ve NTV ekraninin uzun sureli dosyasi haline geliyor. Buyur burdan yak?



Karbon gazinin futursuzca salinimi, topragin hunharca kirletilmesi, tabiatin fabrika ayarlari ile hayasizca oynanmasi neticesinde insandan sonra gidalarin da onlenemeyen "seylesmesi" ve yasamin dogup yayildigi mavi gezegende turlerin giderek azalmasi; insanin, kendi kotucul varligi yetmezmis gibi bir de kadim dostu ve mert dusmanina; "doga"ya guvenemeyecegini ogretti. Bu durum toplumsal tarih icerisinde, ciddi ve suratli bir alt ust olusa isaret ediyor. Aklin var oldugunu bildigimiz ilk gunden bu yana insan topluluklari hep dogaya ya da onun bilinmezliklerine saygi duygu, yetmezmis gibi bu bilinmezliklerin sebebi ve hakimi olan bir yaraticiya tapindi. Oysa gelinen su gri gunde, fen bilimlerinin (Turkce-Matematik mezunundan bu kadar spesifik/nokta atisi bilim gruplandirmasi beklenmemeli) doga uzerindeki hakimiyeti oyle bir noktaya vardi ki, artik onun barindirdigi bilinmezlikler/sirlar kutsal anlamlari degil, habis urlari ve genc / acili olumleri cagristiriyor. Daha dune kadar topraga bagimli olduguna, ondan geldigine ve yine ona donecegine inanan insan, bugun topraktan geleninin gercekliginden kusku duyuyor. Bir domates nasil olur da dostluguna ve faidesine guvenemeyegeniz bir varliga donusur? Sinema tarihinde daha once Little Shop of Horrors da etobur, dev, yamyam cicek ya da Batman cizgi/film dizisinde Poison Ivy (akliniz Drew Barrmore a gitmesin, Uma Thurman verelim?) karakterleri ile zuhul eden yesil tehlike (yeri gelmisken, ben o " yuruyen agac / aglayan ejderha " edebiyatindaki cevreci temayi algilayabilmis degilim), en nihayetinde -bence hayli basarili bir yonetmen olan Shyamalan'in ultimate filmi- The Happening de kendi varligini tehdit eden homo sapiens sapiens cinsine karsi olumcul bir savunma mekanizmasi gelistirmis ofkeli bir son olarak karsimiza cikti. Artik yesilin insan eliyle yaratacagindan degil bizzat kendisinden korkuyoruz. Belki biraz da vicdan azabi vardir...belki biraz nane...belki bir gun sehre bir film gelir... [How to be a sentimental person session #1: belki ile baslayip, fiilin genis zaman cekimi ile son bulan cumleler hep uc nokta ile bitirilir ve en asil duyguyu barindir icinde]

Sozun ozu, mevzu cok ciddi. (Bok) dumani uzerinde G8 zirvesinde dahi en uzun mesainin ayrildigi gundem, sera etkisi yapan allahsiz gaz saliniminin belirlenecek bir ileri tarihten itibaren dusurulmesi idi. Siz hic bu tip -dunya siyasi creme de la creme nin katilimci oldugu- bir toplantidan "calisma saatlerinin 2040 yilindan itibaren yuzde elli azaltilmasina" ya da "savaslarin yuzyilin ikinci yarisindan itibaren kademeli olarak sonlandirilmasina" dair bir karar duydunuz mu? Duyumazsiniz, cunku bu yukaridaki fantastik orneklerin kapitalizmin varligini sonlandiracak, kagit uzerinde ispatlanabilir etkisi yok. Oysa kuresel tahribatta formul cok basit; bu hizla giderse uzerinde yasam, uretim, satim veya herhangi bir baska faaliyet yurutulecek bir gezegen kalmayacak. Tabii, meseleye tersten bakip daha septik bir bakis acisi ile butun bu cevreci safsatanin aslinda diger sorunlari perdelemek icin kullanildigina inananlar olabilir. Ben inanamam.

Siyasi kimliklerin tasinmasinin hayli agirlastigi / demode oldugu erken 21. yuzyil dunyasinda kurulumu oldukca zahmetsiz ve toplumsal algiladaki yeri buyuk oranda muspet "cevreci" kimligi, populer sahislar / televizyon insanlari icin de rasyonel bir tercih. Iste NTV nin yaz yayini tam da bu noktada kendisini ele veriyor. Organik yemek tarifleri ve diger saglikli yasam programlarinin hitap ettigi kitle, dogayi tahrip endeksi'nde oyle tahmin ediyorum ki zirveyi paylasan (50.000 denegi izlemeye gerek yok. Ofise arabayla giden ile esegini tarlaya suren'in " 24 saatlik karbon salimi / per capita " hesabi ilkinin yuzunu kizartir. Ikincisi de zaten bir sey anlamaz) sosyal katmanlarin uyeleri. Yani ortada cetrefilli bir acmaz var; yikimin durdurulmasini ve doganin restorasyonun onu kirletenler mi saglayacak, yoksa organik/saglikli yasam zimbirtilarina ulasamyacak olan ve yikimdan en cok zarar goren koyluler ve kent yoksullari mi? Durumun aldigi vahim hal, aslinda herkesin kafasini kurcaliyor, butun hayatlari dogrudan etkiliyor ve dolayisiyla tahribati engelleyecek her turlu caba desteklenebilir. Cumhuriyetci Mccain ile Obama arasindaki aci, liberal sol Nader ile Obama arasindaki acidan cok daha dar olabilir. Ancak sera gazi saliminda acik ara dunya lideri olan ulkenin baskanlik secimlerinden, yesil gundeme biraz daha duyarli oldugunu bildigimiz Obama'nin galip ayrilmasini dilemek de ayip degil. Mevzu oyle yakici ki, sahip oldugum "aciliyet duygusu" (bu lafi da cok tuttum. en az "politik dogruculuk" kadar ham bir ceviri) gelismemis tembel aktivizmi'ni dahi harekete geciriyor. Gelinen noktada ve gorunen karanlik gelecegi degistirebilmek adina; organik beslenmenin yayilmasindan, tarimda hormon ve ilac kullaniminin topyekun yasaklanmasina; kisisel tuketimin dusurulmesini tesvikten nukleer santrallere karsi koymaya kadar; bireysel den toplumsala butun olceklerde, militan cevrecilikten parlamento duzeyine butun duzlemlerde her turlu cevreci inisiyatif desteklenmeyi ziyadesiyle hak ediyor.
Begenmeyene soyle bir onerim ol'cak:




Saturday, June 28, 2008

cevir kaseti pil yanmasin

Daha once ortagim ayni eksenin yakin bir paralelinde konuyu desip mp3’e serh koymusken, ben muzige tum zamanlarin en cok katkida bulunmus fiziksel medya oldugunu dusundugum kaseti biraz daha dondurmek istiyorum. Yok kult bir nesne, nostaljik bir imaj olarak degil, pragmatik bir duzlemde kasetin muzik dunyasina kattigi degerleri tartmak pesindeyim. Hem aciklamak yapmak zorunda miyim? Yaziyoruz iste bir seyler. Bu sicakta bir yandan yasarken, bir yandan gozlemeyi ve kaydetmeyi, aslinda hakkiyla yasayamamayi –hem de bedavaya- kolay mi sandiniz? Neyse, birbirimize karsi anlayisli olup konumuza donelim.

Bana kalirsa muzigin en buyuk dusmani kolay erisim. Ancak erisimi iki boyutlu dusunmek gerekir. Bunlardan ilki olan materyale ulasimdaki kolaylik kismini artik kaniksamis sayiliriz. Evvel zaman icinde bos kaset pesinde pervane olunur, radyoda aniden cikacak sevilen sarkilara/programlara kontratak maksatli “cift kaset” muzik setinin bir teyp-calar haznesinde hazir kita bir kaset bulunurdu. Bos kaset kisintisi bas gosterdiginde – ki mutemadiyen gosterirdi- evdeki tarihi turk sanat muzigi kasetlerine kadar hallenilir, bu kisit zamanla uzerine kayit yapilabilecek ve gozden cikarilabilecek dolu kaset kisintisina dahi varirdi. Bu yoldan gecmis bizler icin bu emekler bugun itibariyle tarihten sayfalara gomulmus de olsa, gunumuzdeki rahatliktan belki de rahatsizlik duymamaliyiz. Cunku sanat kitlelere ulastikca degerini bulur. Mu acaba? Bilemiyorum. Kuskusuz o zamanlarda muzikseverler arasindaki ortak “muabbet” daha derin bir anlam tasiyordu. Cunku heves eksikliginden bu cetrefilli yollari asamayanlar elenir, zamandan zaman calmak suretiyle didinerek sevdigi muzige ulasanlar (kisaca, kalan saglar) arasinda cabucak bir alt-kulturel bag ve bilinc olusur, sadece muzik uzerinden sıkı dostluklar kurulabilirdi. Tarz ve begeni egilimleri daha net, fesih ve rafineydi. Saniyorum bugun zor olan kisim bu. Hersey her yerde herkesin kolayca elinde. Hangi muzikal materyal kimin elinde gercekten sevdigi icin mi, tamamiyle tesadufen mi, yoksa esen bir ruzgarin arkada biraktigi tozdan midir, belirsiz. Ancak bunun disinda kolay erisim –korsan haric ki buna ben giremeyecegim, meclis kursusunde Ibrahim Tatlises-Suavi ikilisinin olusturdugu mizansen hepimize yeter- belki de hem muzik dimaglarinin, hem de endustrisinin gelisimi icin faidelidir.

Uzerinde durmaya niyetlendigim asil erisim boyutunu ise, daha teknik bir hadise, fiziksel medya uzerinde albumun herhangi bir noktasina diklemesine erisim olarak aciklayabilirim... Fakat bu kasetten once plakda da vardi. Plak ignesi gosterilen hedefe tepeden pike yapar, her an sadece arzu edilen yeri dinleme imkani tanirdi. Isim nostalji degil, ne kadar iktisatli ve karizma bir medya da olsa, gerekirse plaga da serh koyarim :S Iste kasetin muzige en cok katki yaptigini dusundugum yer tam da burasi. Navigasyon zorlugunun yarattigi dinleme mecburiyeti... Ozellikle mobil kasetcalarlarda pilin yari yolda birakma ihtimali, pil omrunun en buyuk dusmani ileri-geri sarma edimlerini yasakli kilardi. Bu da albume daha fazla tahammul anlamina gelirdi ki, kanimca muzige ve muziksevere yarayan buydu. Cunku bazi eserler sabir, zaman ve dinlemeyle degerine kavusuyor. Geriye baktigimda tamamina vakif oldugum albumlerin buyuk cogunlugunun kaset doneminden kalma oldugunu gormem de belki bu yuzden. Hatta cogu albumun gucunu iddiasizca ucra koselere sıkışmış sarkilardan aldigini, albumdeki her bir kesitin ve siralamanin eserin sahibi icin ayri bir anlam ve ruh hali tasidigini dusunuyorum. Belki belli bir sequel, belki tamamiyle farkli cografyalardaki studyolarda yapilan kayitlar, belki duygusal iklimler, belki de kurayla belirlenmis rastgele bir dizilis.

Muhtemelen bu muzik medyumu muzisyenlerin is yapma bicimini de etkiliyordu. Dinleyicilerin hizla gecip giden hayatinin hadim ettigi ilgi, dikkat ve tahammul gibi konulari sirtina kambur ve dert etmeyen muzisyen umarsiz ve rahat bicimde kendini ifade edebildiginden, daha ozgun ve dolu dolu calismalar cikiyordu. Hatta kasetin calisma dinamiginin sarki siralamasini dahi etkiledegini dusunmek hic fantastik degil. Kim bilir B yuzunu yeni bir baslangic noktasi saymak, albumun ikinci yarisina hareketli girmek, onemli kozlari burada oyuna surmek planlar arasindaydi. Aslinda tek bir ornek dahi onceki cumledeki “belki de” tedbirini ortadan kaldiriyor. Ornegin Luscious Jackson’in 1994 tarihli Natural Ingredients albumlerinde “Free Your Mind” gibi agir bir topu ikinci yuzun hemen basinda patlatmalari yeterince guclu bir kanit olarak gelmiyorsa, bunla yetinmeyip sarkinin basina koyduklari “now ladies and gentlemen, let’s get ready for side two” repligi tum goreceyi gereksiz kilmaya tek basina yeterli olacaktir. Bana mi oyle geliyor yoksa paranoya mi yapiyorum, uzun bir suredir pek cok sanatci ve grubun en iyi sarkilarini albumun hemen basina istiflemeye calistiklari yonunde cok ciddi suphelerim var. Sanki ilk 5’ten sonra iyi bir sarki yakalamak, sonlara dogru surprizler beklemek luks haline geldi. Bu surprizler anca malum dinamiklerin alayina giden, bildigini okuyan, kaygi duymayan dik kafali icracilardan cikiyor. Her zaman sansini deneyecek ve zorlayacaklar vardir, genellemenin agirligi altinda istisnalarla ezilme olasiligina karsin tedbirimizi almayi da biliriz. Lakin zaten istisnalar da olmasa ve tum sinirlar kalin cizgilerle dumduz cizilmis olsa, bize konusacak ne kirinti kalirdi...

Son olarak hayatimda tezahur etmis epey cinfikir bir kaset taklasiyla kapatalim. Saniyorum Besiktas-Pena’da doldurulmus bir Dead Kennedys – Fresh Fruit for Rooting Vegetables kaydiydi. Albumde iki yuzun sure farkliligindan kaynaklanan bosluklari doldurma hadisesi malumdur. Ancak boylesine ilk kez rastlamistim. Kaydeden arkadas ilk yuzun sonundaki bosluga diger yuzun basindaki sarkiyi belli bir yere kadar kaydetmis. Ama nereye kadar, puf noktasi burada. Tam bittigi an kaseti cevirdiginizde diger yuzde ayni sarkiya kaldigi yerden devam edecek kadar. Hele bir de kaseti cevirmeden ufak bir kolcuk yardimiyla kasetin yuzunu degistiren afili bir walkman’iniz varsa –ki dorduncu walkman’im oyleydi- kayipsiz ve kesintisiz bicimde kaldigi yerden devam eden hayat hic bu kadar kolay olmamisti. Insanliga, sanata, sanatciya, pil omrune ve enerji dunyasina dev hizmet. Farkettigimde vay canina demedim, yalan yok, “vay o.. cocugu” dedim, fikre ve emege olan saygima istinaden...

Monday, June 9, 2008

kort merkez, alkis dolu her kez

Genclik ve Spor ayi Haziran’da kutsal spor ayinleri birbiri ardina siralanirken, tatil denklemleri ile kafayi bozmus insanlara asagidan bakan, muhtemelen koca bir yaz Istanbul’dan iki gunden daha uzun sureligine kacamayacak benim gibiler icin bir nefes sihhat gibi... Formula-1 en heyecanli şikana girerken, darginlarin baristigi futbol bayrami Avrupa Sampiyonasi da starti aliverdi. Ama bunlarin en asil tamamlayicisi, yazin habercisi sayilan, vize-final donemlerinin iki sadik eslikcisi, Avrupa’li iki Grand Slam tenis turnuvasi. Gectigimiz haftasonu bunlardan Fransiz olani Roland Garros'un final gunleriydi.

Tenis, bu yasinda cok fazla cesitlilige ve denenmemis/gorulmemise pek acik bir spor degil. Sporun bu olgun caginda ezber bozup yenilikler sunabilmek, ancak bu spor icin yaratilmis ozel oyuncularla (Federer gibi) mumkun kilinabiliyor. Ki belki de aslinda sunulan pek cok yenilige bir zamanlar bir kortta sahit olunmustu. Hal boyle, varyasyon ve yaratim alani da kisitli olunca oyuncular babinda sekil-semal on plana cikiyor. Teniscinin giyiminden hal-tavrina, uzun bir ralli esnasindaki yuz ifadesinden sevinme bicimine kadar topsuz alanda nice unsur algilarin/alicilarin ayarlariyla oynayabiliyor. Tenis bunyesinde moda, tarz ve dizaynin yeri malum. Ornegin Lacoste, Fred Perry (ki zaten kendisi eski bir teniscidir) gibi “premium-class“ markalar icin tenis arenasi hep ilgi cekici bir vitrin olageldi. Ancak sporun pek cok dalinda oldugu gibi, teniste de dizayn hadisesi yerini performans kaygisina birakirken, kiyafetler salas otesi, kaba-saba, goz zevki ve ahenk bozucu, uzay-stili cizgilerde bir dizayna burundu. 80lerde jean altina bir Ivan Lendl ayakkabisi, ya da halen gunumuze kadar degismeden gelebilmis bir cift Stan Smith giymek, donemin tabiriyle epey “forslu” iken, bugun herhangi bir cift tenis ayakkabisini pacalari icine alabilecek bir jean kesimi sizi hip-hop’a mecburen yaklastiracaktir. Boris Becker’ler, Stefan Edberg’ler sortlari icine soktuklari t-shirtleriyle iki dirhem-bir cekirdek tenis oynarken, simdi kapri’ler (Nadal’in durumu gercekten icler acisi), sortun boyuna varan t-shirtler, topuklu-yuksek tabanli ayakkabilar filan cirit atiyor. Ayrica tenisin rengi zannettigimiz “beyaz”, bu fosforlu/pastel renk cumbusu icinde –korttaki sadik seyirciler de olmasa- tarihe karismak uzere...

Bu kisitlar icerisindeki sekil-semal meseline donersek; masamda (sirketteki diger pekcok masada oldugu gibi) bir adet adidas takvimi var. Mayis ayinin konuk kapak sporcusu Ana Ivanovic, yani daha aylar oncesinden bu blogun gonul bahcesindeki yerini ayirtmis Sirp tenisci. Aylardan haziran olmus, fakat masalari gezdigimde takvimlerin buyuk cogunlugu halen Mayis ayini gosteriyor. Hatta kapagi talihsiz bicimde yunan heykeli kivaminda erkek bir yuzucunun resminin kapladigi Haziran ayina cevirmis bir arkadasa, bir grup erkek olarak rencide edici olmayan, fakat saskin/sukut-u hayale ugramis bir ifade ile bakmamiz sexist ya da homofobik bir refleksten degil, Ana’ya olan bagliligimizdandir :S Bu genc kiz Avustralya’da finalle yetinmisti, fakat bu kez toprak kortta kupayi istedi, ve aldi. Finalde kizkardesimiz Safina ile karsilasti. Sekil-semal itibariyle Safina gibi bir teniscinin tenisseveler gonlunde taht kurmasi hakikaten zor. Ama kendisini Marat’in kizkardesi olusundan midir, bir japon cizgi film karakterini andiran, kazanma hirsi ve ciddiyeti icinde dogal sekillenen komik mizaci ile midir bilinmez, Jelena Jankovic’lerden, Sanchez-Vicario’lardan ayiran sevimli/sempatik bir yan var. Sevdik kendisini, yine bekleriz. Ancak tebrikler once Ana’ya. Boyle fizik ve guzelligiyle on planda olan kadin teniscilerin –Kournikova, ya da Dokic gibi- akibetine ugramadigi icin... (Sharapova gibi somurtkan ve hirs kupu bir psikopat kaide disidir).


Erkeklerde kazanan surpriz degil. Clay-Master bu kutsal "toprak"i da pas gecemezdi. Ancak bu kadar ezici ve kolay bir galibiyet de beklemiyordum. Yalniz bu genc adamdaki sisme karsisinda dehsete kapilmamak mumkun degil. Hani biliriz, toprak kort dayaniklilik isidir ve Hispaniklerin tekelindedir. Fakat bu bildigimiz Hispanik-toprak kort ezberi degil. O ezber Sergei Brugera, Gustavo Kuerten, Albert Costa, Carlos Moya gibi makul olculerde, hatta kimisi ince-ciroz adamlara tekabul eder. Bu baska bir sey. Insan degil diyecegim, ayip olacak. Yoksa goz diktigi Wimbledon icin ozel bir kas yapisi mi gelistirdi... Zaten diger emsalleri Wimbledon’da daha bastan cuvallarken (Brugera haysiyet yapip hic katilmazdi) bu genc sonuna kadar zorlayip finale cikiyor, cim kort performansini her yil biraz daha gelistiriyor. Neden olmasin? Su haliyle mumkunse olmasin. Federer hegemonyasi yuzunden hayatindan sogumus ben dahi bu gence karsi mucadele etmenin adil olmadigini dusunmeye basladim. Hatta umarim Fed-Ex grand-slam sampiyonlugu rekoru yolunda girdigi tikanikliktan cikar ve fazlasiyla hakettigi rekorun sahibi olur.

Tuesday, June 3, 2008

lilith sizinle gurur duyuyor

1966 yilinda genc bir muhabir olarak yerel bir gazetedeki ilk isimde kiyafet tipi tekti: "pantolon yok!". Erkekler kravat takmak, kadinlar da etek giymek zorundaydi. Isyanim isyerime gri pazen bir Young Jaeger pantolon takim ile boy gostermemle birlikte geldi, ve eve geri gonderildim. Tipki "hap"tan once hayat oldugu gibi, bir zamanlar, gectigimiz Pazar gunu hakkin rahmetine kavusan Yves Saint Laurent tarafindan 1966 yilinda icat edilen pantolon takimdan once de bir hayat vardi. Ya da daha ziyade, yeni bir dusuncenin dusuncesi: "Le Smoking". Kadinlar icin koleksiyonun vazgecilmezi ve Chanel'in kucuk siyah elbisesinden beri kadin giyimindeki donusumun en temel parcasi olacak smokin.

70lerde calisan kadinlar icin mukemmel bir giysiydi. Kadinlar aslinda 20lerden beri pantolon giyiyordu, fakat pantolonlar hicbir zaman hafta sonu ambargosundan siyrilip hafta ici ofise girmeyi basaramamisti. Pantolon takim, kadinlari erkeklerle esit bir gorunume buruyordu. Ve pantolon takim -yanan sutyenle ilgili sehir efsanesi bir yana- modanin feminizme kazandirdigi bir seydi. Onu giydiginiz zaman, daha uzun adimlar atar, erkekler bileklerinize degil yuzunuze bakar ve agzinizdan cikan kelimeleri dinlemeye zorlanirdi. Mini etege karsi kazanilmis olumcul bir yengiydi. Bacaklari guzel olmayan bir kadin olarak Hillay Clinton, secim kampanyasi boyunca pantolon takimiyla yasadi.

Bunun yanisira, Saint Laurent kadina safari ceketi, ya da trenchcoat giydirdiginde dahi, ona seksi hissettirmeyi basardi. "Le Smoking" maskulen degildi, fakat androjendi. 21 yasinda, savas sonrasi kiyafetlere hazzi geri getiren adam Dior'un halefi ilan edilmisti. 60larin basinda Bridgette Bardot kadin terziliginin yasli kadinlar icin oldugunu soyledi. Saint Laurent bir sonraki buyuk degisimi ve kadinlarin ilerde oynayacagi sayisiz rolu cabucak sezdi. Sonraki yirmi yil da parmagi hep dogru butonda oldu.

Linda Grant - The Guardian (03.06.08)



*lilith (wikipedia): Musevilik ve Hristiyanlık inançlarında Âdem'in ilk eşidir. Tevrat'ın ilk bölümü olan Yaradılış bölümünün 1. Bab'ında Âdem ile beraber bir dişi yaradıldığından, 2. Bölümde ise Âdem'in kaburga kemiğinden bir dişi yaratıldığı yazılıdır.

Tevrat'ta açıkça yer almamasına rağmen; birçok Musevi dini kaynağı 2. Bölümde sözü geçen dişinin Âdem'in 2. karısı olduğu, birinci bölümdekinin ise ilk karısı olan Lilith olduğuna inanırlar.

İnanışa göre Lilith, Âdem ile aynı zamanda ve aynı anda yaratıldıklarından Âdemin kendisine eşit olduğu görüşündedir (Tarihin ilk Feministi) bu sebeple de Âdem'e tabi olmayı şiddetle reddeder Tanrı'ya asi olur ve cennetten uzaklaştırılır.


not: Adini bu figurden esinle almis "Lilith Fair" de yakin donemin ilgi cekici bir feminist muzikal hareketi olarak incelemeye deger...