Hollywood sinema sektorunun kuresel krizden kendi tok karnina dusen payi aldigi yolunda heryerde bir seyler okuyor, izliyoruz. Vay benim magdur sinemalarim! Benim gibi fazlasiyla realist birinin bu tip palavralara itibar etmesi hayli guc. Tipki isleri kotu gittigi icin Arnavutkoy’deki yalisindan Beykoz sirtlarinda bir villaya dikey “dusus” yasamis, yani dunyaligi halen ac dunya nufusunun hatri sayilir bir yuzdesini doyurmaya yetecek bir isadaminin derdinin gercekustulugu kadar gercek, ya da vice-versa. Herhangi bir calisanin ayda on bin liranin (bu sinira itiraz edene de itirazim olmaz) uzerinde maas almasini insanlik sucu addederken, uc trilyonla bes trilyon arasindaki fark, sahsen, otuz sekiz ayakli bir kirkayak haberi kadar siradan. Sinemaya donersek, yalan degildir; mutlaka istatistiki degeri olan reel bir dusus mevzubahistir. Velhasil beyaz perdede meramimizi anlatabilmeye yuzmilyonlarca yesil banknotun, istikbalden yolunu sasip gunumuze tesrif etmis goruntu teknikleri ve efektlerin basat kosul olmadigi kanisindayim. Tabii sinemayi da salt mesaj salonuna cevirmemek gerek; bu baglamda sanata elbette sinir konmaz. Ama musriflige de bir hudut cizmek lazim gelmez mi? Dunya cevresinde devriye atabilecek uzunlukta kirmizi halilar dokutmaya muktedir sinema yildizlari da birkac gizli kasanin unutulmus sifrelerini hatirlasin canim, nedir?
Hollywood endustrisindeki gerilemeye, ya da kuculmeye ekonomik kriz kadar ulusal filmlere yonelisin de saglam temeller attigi belirtiliyor. Tum dunyada ulusal sinema yukselen bir trendmis ve ucuzlayan teknoloji kabaran istahlarla birlesip simdiye kadar Hollywood takipcisi pek cok ulkeyi birer sinema panayirina ceviriyormus. Hollywood'a taarruz kesinlikle olumlu bir gelisme. Boylece uzun suredir Avrupa'dan Guney Amerika'ya, Ortadogu'dan Uzakdogu'ya bircok cografyada verilen sinema mucadelesine destek vermis olduk diyecegim ki, is bambaska ve saskinlik verici bir hal aldi. Bu evrimin cok daha sabirli, sindirerek ve yavas bir gecise sahne olacagini beklerken, hersey oldu bittiye geldi ve tepeden inme bir baska devrime daha imza attik. Eskiden alti salonlu sinema kompleksinin besinde dis kaynakli film olur, son salonda da yerli mutesebbis mutevazi bir film oynardi. Ulusal yapimlar birbirleriyle pek cakismadigindan, genelde sinehafizalara kazinan filmler olurdu. Ayrica altinci siradaki parsa dahi MGM aslaninin midesinde oldugundan, "bench"ten gelen bu filmler genelde yogun emek verilmis ve ince dokunmus islerden mutesekkildi. Bugun sinema salonlarindan ancak bir, bilemediniz iki tanesi ecnebilere ayriliyor, onlar da, eger cok kisir bir donem degilse, buyuk butceli dev produksiyonlar. Istedigimiz bu muydu bilmiyorum ama kendi hesabima fena halde icerdeyim.
Turler altinda ayni tornadan cikma, birbirinin kopyasi filmler silsilesi aldi basini gidiyor. Iki korku, iki ask, veya iki zevzek komedi filmi arasindaki yedi farki bulmak, mesela zaten sinsi bir yilan gibi gizlenmis uc farki bulmaktan en az iki kat daha zor. “Ask” temali filmler Yesilcam doneminde yillarca eskitilmis ask kliselerinin otesine gecmekte zorlaniyor. Aslinda zorlanmiyor, cunku verili formulleri bozmak zahmetine katlanmiyor. Insani androidlestiren ve Hollywood’da muhtemelen 15 yil once hayata gecmis bir takim dijital deformasyon teknikleri ithal edilmisken, cekilen korku filmine zahmet edip ici bos bir senaryo yazmamak olmaz. Biraz da zaten korkusuyla nam salmis dini ogeler sokusturdunuz mu mutant corbasi tamam. Film bir fikir ya da konu uzerine bina edilmis degil. Tur hevesiyle ve imkanlari kullanma oburluguyla yola cikilmis, sinema zevkini korlestiren bir dolu film... Memlekette sinema iyiye gidecek diye cektigimiz cile yanimiza ne oranda bir zahiyle zarar kalacak, bakalim.
Yeni sinema salonu trendinin, zevksiz bir heykeltrasin ozensiz ve acimasiz malasi kotucullugunde gunumuz vizyon dinamiklerini sekillendirdigini dusunuyorum. Salonlarin hapsolduklari alisveris merkezlerinin sadik mudavimlerinden bir Michael Winterbottom filmi talep etmesini bekleyemeyiz ya? Biz piyasa artigi meczuplar da toplansak 55 ekran bir sokak ustu sinema salonunu kurtaramayiz. Piyasa musterileri, yeni musterilerin davranislari da sinemayi degistirdi. Biri ornegin “Konsorsium” adli alisveris merkezinin sinemalari cok iyi dediginde beynime firlayan kanin tadi derhal agzima kadar ulasip damagimda kaliyor, tukurmek istiyorum. Sinema izleyicileri, en az farkli havalimanlarindaki duty free’ler kadar ayni sa(b)lonlar arasindaki mikroskopik farklari duyumsayacak kadar dikkatli ve ayrinticiysa, neden bu kadar kotu bir sinemamiz var? Konfora dair detaylara gomulen algi enerjisi bir miktar da beyaz perdenin arkasina yatirilsa diyecegim de, o zaman biz biz olmazdik… Kisaca isimiz ufacik, yakinda yutulmaya namzet tefecik salonlara, bu kitlikta kendini nimetin karesinden sayan/satan bagimsiz festivallere ve saireye kaldi. Uc kurusluk vizyon zevkimizin frekansi da acildikca acildi. Neyse, siz kulak asmayin bu zuppe bati ozentisine. Satirlari dolduran ifradda dilimin uzandigi tum mustesna kisi ve orneklere ozru bir borc bilir, sari cizmeli Earl aganin karma defterine yazdiririm.
Monday, December 21, 2009
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
1 comment:
chris rpck (sanki sinema eleştirmeni adam, alıntı yapıyorum)sansasyonel avatar için "Just saw Avatar. Not bad. Kinda like Pocahontas meets the Last Samurai meets Apocalypto." demiş. herkes zaten benzer yorumlar yapıyor. kabul teknik gelişme, çarpıcı görüntüler, bunların yarattığı heyecan filan var da... özü itibarı ile sinema adına bir sıçrama yaşadığımız filan yok. olsa olsa, daha derin bir yol ayrımındayız; halivud vs. sinema belkide.
Post a Comment