Tuesday, May 4, 2010

karma/karisik pizza

Gectigimiz ay yeni isim geregi, isin neredeyse ana arteri sayilacak, sezonun iskeletini olusturan ve geri kalanini sekillendiren bir operasyon icin yurtdisina, markanin merkezine gittik. En kaba hatlariyla gaye, birkac gunluk izleme ve gozlemleme surecinden sonra Cuma gunu saat 17 ye kadar yuklu miktarda siparisi dijital bir ortama girmek. Lakin on gun verseler gozlemleme sureci tam olarak bitmeyeceginden, isin bu dijital kismi ancak son bir-iki saatlik dilime sigdirilmak zorunda kaliyor. Tuhaf ve cikmaz bir denge kurma soz konusu... Isi garantiye alip daha erken yapmak, daha fazla fikir ve gozlemin gume gitmesi anlamina geliyor ki, bu durumda da dijital islemi besleyecek altyapiyla birlikte bu islemin degeri de azaliyor. Isin daha ilginci, ya da garibi, bahsettigim kurulu yapi ile ayni cati altinda olmamiz. Hani alt sistemin ana sistemi sarsmasi durumunda olusabilecek bir zahiyden nasibini alacak olan salt bizler degiliz.

Neyse, her an herseyin olabilecegini, birkac saniyede dunyanin degisebilecegini cok iyi bildigimi sanirken, bir saat icinde degisen ruhsal iklim beni hayretlerden kurtaramadi. Ne olduysa oldu, son noktayi koymadan once kontrol amacli aldigimiz raporlar birbirini tutmadi. Bu kez bir sey mi atladik paranoyasiyla isler iyice sarpasardi. Yere cakilmadan once mutlaka uyaniriz dusuncesiyle kabusun kendiliginden bitiverecegini sanirken, saat 17’yi gecti. Kendimi bir an Elizabethtown’da yanlis bir hamleyle calistigi spor markasina milyon dolarlar kaybettiren ve isten cikarilan esas oglan gibi hissettim. Hos, yeni oldugum icin buyuk ihtimalle olan is arkadaslarim Kaner ve Zelenka’ya olurdu (sanki gercek isimlerini versem tanimadiklar taniyacak, boyle sifreleyince de tanidik uc bes okuyucu onlari tanimayacak). Ben de belki onlara ayip olmasin diye istifa edebilirdim :S Panik tanrisi, butona coktan basmisti. Benden bina icindeki IT’ye gidip durumu izah etmemi, onlar bir yandan ugrasirken ek sure alip alamayacagimizi sormami istediler. Bu kez de kendimi Vanilla Sky’da, secmis oldugu “lucid dream” bilinc altinin sabotajiyla icinden cikilmaz bir hal alinca, kendisine salik verildigi uzere “tech support!” diye bagiran Tom Cruise gibi hissettim. Odaya girip girizgahi yapmamla, tarihte daha once vaki olmamis bir sey oldugunu ogrendim: Son siparis saati Turkiye’nin de icinde bulundugu ulkeler grubu icin 18’e ertelenmis. Bu kurtarici haberi yetki sahibi kisileri ikna etmis gibi sunarak kendime yontmayi dusundum, ama kimi kandiracaktim. Tamamen tesaduf. Diger pek cok ulkenin siparisi kapatilmisti bile. Evet, ne oldugunu anlamadan mudahil oldugumuz trajedyadaki “deux ex machina”miz IT oldu. Gerci en basta bizi bu belaya bulastiran da bizzat onlarin kurmus oldugu sistemin ta kendisiydi ya, neyse.

O endise ve panik dolu saatlerden sonra kardes sehir Erlanger’de (*) biraz soku uzerimizden atma, biraz kutlama, biraz biraz rehavetin tadini cikarma, biraz da operasyona ve Almanya’ya veda mahiyetinde Bruno adli bir Italyan restoranina gittik. Nedense onceki aksamlarda sahsim adina Pano ya da Victo Levi’de palazlanmis olan, kafamda hayal ettigim peynir tabagi – kirmizi sarap ortamini bir turlu yakalayamadim. Ya elma ve cevizle donatilmis, odak olmaktan uzak detaydaki yaprak inceliginde, ya da tat vermeyen tek cesit peynirin bulundugu tabaklar gelmisti. Ancak ozellikle Kaner'in bu konudaki anlamsiz israrimi takdir ettigini soylemesinden aldigim ruzgarla pes etmedim. Bruno, komsu blogcu dino gibi halka istedigini geri veren bir sahsiyetti :S. Ve sonuc olarak imdadima yetisti. Sahil kasabasindan donus gunu denizin dumduz bir carsaf misali kiskirtigilici gibi, son aksam Bruno gunlerdir uzerinde calistigim peynir – sarap lezzet isbirligini damagimiza sunmustu. Ha Bruno Italyanligi abartti ve pizzalar saat 11'e dogru geldi, ama olsun. Aradaki surecte aklima bir sey takildi.

/* Kafasina gore takilan, herseyi basite indirgeyen insanlara hep ozenmisimdir. Gecen gun bir taksiye bindim. Huyum kurusun taksiciyle geyige girmemeyi bir turlu beceremem. Hicbir zaman arka koltuk musterisi de olamadim. Yasimla orantili olarak buyumus olsaydim belki olabilirdim. Neyse, kendini hasta hissediyormus, sabah 1000 lik Augmentin'i cakmis, birazdan gecermis. Her kendini hasta hissettiginde bir tane 1000 lik Augmentin aliyormus, o da hastaliga engel oluyormus. Ona "kaptan, yaptigin yanlis. Antibiyotik oyle alinmaz, alinirsa da yarari olmaz, en az bir kutu bitirmen gerek, kendine daha fazla zarar veriyorsun" demeyi dusunurken agzimdan "sen isi cozmussun abi" cikti. Etkisi altinda kaldigim ve tibbi gercekleginden hicbir sekilde emin olmadigim, belki de bir palavra icin neden adamin rahatini bozayim ki? Aklindan su an "plasebo efekti" kalibini geciren varsa kocaman ayipliyorum. Yillardir aranan kalip bu muydu? Bunu bir kere duymadigim bir hafta gecirsem sinirlerimde plasebo efekti yaratir ve yatistirir mi acaba? Neyse, bu bahsettigim yukarida mevz-u bahis aklima takilan sey degil, yazarken aklima takilandi. */

Uzun zaman once okudugum, su an ismini animsamadigim gurbetci bir rap’cinin roportajini hatirladim. Almanya’da dogup buyudukten sonra yaban ellerde almis oldugu muzik egitimini ve islemis oldugu rap yetenegini oz memleketine ihrac etmek icin, bir plak sirketinin de araciligiyla, Istanbul’a yerlesmis genc bir rap’ciydi. Roportajin bir bolumunde, en cok da artik taklitlerinden sakinma luksune sahip olacagi donerin ana vatanina geldigi icin sevindiginden bahsediyordu. Lakin bu hayal sert bir kayaya carparak kirilmis. Tekrar tekrar kullanilan yagin ve kalitesi dusuk etin kokusundan midesi bulaniyormus, hicbir donerciye girmek istemiyormus. Sonuna kadar katiliyorum. Artik aslini yasatma askindan midir, batiya kendini kabul ettirme ve begendirme gudumlu milli duygularla yogrulmus etten midir, yoksa etin muhasir standartlardaki kalitesinden midir gurbette donerin daha iyi yapildigina inaniyorum. En basiti, benzinde oldugu gibi et fiyatinda da dunyada basi cektigimizden, disarida durumden veya pideden dusen et parcasinin pesinden -obur ya da ac gozlu degilseniz- kosmazsiniz. Bu doyuruculuk bile yurtdisi subelerimizi one cikaran bir detay.

Bruno’da yedigim pizza cok lezzetliydi. Aslinda cok bogazina duskun biri ve lezzet farklarini keskin bicimde duyumsayacak geliskin bir damak tadina sahip degilim. Cihangir’deki Miss Pizza’da da yemis olsam cok farketmeyebilirdi. Dusundum de, Italya’da pizza ya da makarna, Almanya’daki Bruno ya da Turkiye’deki harbi bir Italyan restoranindan cok daha iyi mi yapiliyordu? Bu lezzetlerin ana vatani, disarida tecrube ettiklerimizden ne kadar oteye gecerdi? Doner icin gecerli parametreler, lejyoner Italyanlar icin de gecerli olabilir miydi? Dusuncem muspetti. Boyle bir lezzet kulturunun orijini olduklari icin ana vatanlara selam olsun, ancak bence bu en iyisinin orada oldugu anlamina gelmiyor. Tum bunlari dusunurken zaman geciyor, ve volkanik hareketlerden peyda olmus kul bulutlari –eger koca bir yalan degilse- ertesi gun havalanacagimiz havalimanina dogru hizla ilerliyordu. Iki saat kadar sonra ucusun iptal oldugu bilgisi gelecekti. Ertesi gece de tum zamanlarin en kotu (lezzet fakiri damak tadimin dahi ayirdina varmayi iskalamadigi) Italyan yemegini bizzat, yolumun dusecegi aklimin kosesinden gecmeyecek Italya’da yiyecektim...




* Erlanger'in gobeginde, gorunce felegimin sastigi ve objektife davrandigim meydana Beşiktaş - Platz adi verilmis. Hikayesi de surada. Almancam yetmedigi, hatta hic olmadigi icin bilgi veremiyorum. Zaten gizemi kaybolsun da istemiyorum. Yine de ilginc birseyse, Almancasi olan biri hikayeyi yorum olarak girebilir. Hatta bence hikaye her turlu yaratici yoruma acik, Almanca bilmeyenler de wilkommen :S

No comments: