Her türlü saçmalama lüksüne sahip olduğumuz dost meclislerinde, hiç yoksa bir kez muhabbetin dolaşıp buraya varmışlığı yaygındır: “Hangi yaşa/zamana dönmek isterdin?”. Bu soruya ana dair rüzgarın işaret ettiği yönle içimden türlü cevaplar vermişimdir. Ama sonra düşününce cevabın hep yanlış, fazla ya da noksan kaldığına hükmetmişimdir.
İlkokul? Dünyanın en sıkıcı yaşam kesiti. Geriye dönüp baktığımda, bakamadığım dönemlerin başında geliyor :S. Halen de ilkokul çağındaki veletlere çok acırım. Sebepleri için blogun geneline bakmak yeterli aslında... Yazdıklarımdan pek eğlenceli bir çocukluk geçirmediğim belli oluyor, değil mi? Ortaokul… Tam sıkışmışlık. Kendini büyümüş zannetmek ama aslında daha çok yol olduğunun ayırdına varılması. Öğretmenlerin ilkokul çocuğu muamelesi. Ergenlik, fakat buna paralel işleyemeyen hayat. Meyledilen kızların liseli erkeklere meyletmesi. Hem sıkıcı, hem eziyet verici. Lise? Üniformanın artık büyük ıstırap verdiği, kanın iyice kaynadığı fakat yanlış topraklarda yanlış zamanda doğmuş olmanın indirdiği ket. Bir türlü koparılmayan izinler. Tek ayak üstünde kuyruklu yalanlar. Üniversite hazırlık telaşesinin telaşesi. Hiçbir mefhum, çözümleme ya da öngörü olmadan meslek yönelimi baskısı. Yok, bunlar bana tekrardan gelmez.
Peki ya üniversite? Aslında bu cazibesi yüksek bir cevap olabilirdi. Kampüsüm, arkadaşlıklarım, tecrübelerim filan düşünüldüğünde bir çırpıda ağzımdan çıkabilir. Ancak lisans seviyesinde o ruh hastası öğretim görevlilerinin, TR dinamiklerinin gayet farkında, ellerindeki diploma kozunu alabildiğine sömürüp patronluk tasladıkları sadistik tutum olmasa… Belki benim bölümüme özel bir durumdu, bilmiyorum ama gerçekten ruhum daralıyor ve işin ders tarafında acı çekiyordum. Bir-iki kez tamamen bırakma noktasına gelmişsem, o döneme dönmek istememem anormal olmaz. Galiba en mantıklısı, üniversiteden mezun olduğum gün. İşte o gün, hem içinde yaşadığımız dönem piyasasının en büyük gerekliliğinden birini geride bırakmış, hem de önümde yolumu yeniden istediğim gibi çizebildiğim bir hayat olurdu. Henüz master yapmamıştım ama hiç problem değil, bana iteklediği travmatik herhangi bir unsur hatırlamıyorum, yine zevkle yapardım. Ama iş hayatı? Bunca yılın başa sarılması, çömezlik, emek sömürüsü, haksızlıklar, istifalar vs? İşin bir de askerlik yanı var ki, tüm miladın şaftını kaydırıyor.
Velhasıl zannediyorum kendim için en doğru zaman, içinde bulunduğum zaman. Gençlere (biz de ölmedik, heyhat!, genç derken 18-25 aralığı) bakıp imrenmek şöyle dursun, çoğunlukla endişeyle bakıyorum. Bugüne kadar büyük kazanımlarım olmuşluğundan, ya da çok matah bir hayat yaşadığımdan değil. Hatta arzu ettiğimle yaşadığım hayat arasındaki alan her sene biraz daha genişliyor olabilir. Asıl sebep, biraz karamsar olacak ama, hayatın her döneminin yeterince karmaşık, belirsiz, zor ve zorlayıcı olması. Bu durumda ne kadarı kat edilirse kardır. “Suicidal” bir perdeden tınlama istemem, finiş çizgisine hızlıca koşalım da bu eziyet biran evvel bitsin demiyorum elbet. Hele haşa ortağım gibi emeklilik aşkıyla yanıp tutuşmuyorum :S Zamanı yaşayabiliyor ve tadını çıkarabiliyorsak ne ala.
Bu arada tekrar selam, eğer hala sağ birileri varsa. Sosyal ağlar beni ziyadesiyle zehirledi, bu alanın yarattığı sıcaklık ve sadeliğe ihtiyaç duymaktayım. Hepimizin biraz bencilliğe hakkı var, değil mi?
Monday, January 16, 2012
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
3 comments:
aleykümselam.
ben buradayım ortak :s
Selam. Enkaz altındayız ama buradayız.
bende askerliği yeni biirmiş biri olarak selam.
Post a Comment