Wednesday, July 23, 2008

kotuluk yap, icine at













Bir zamanlar hayatini Sirbistan devlet baskanligi ve insan kasapligiyla donusumlu olarak idame eden, basta Srebrenista'daki Bosnaklar olmak uzere on binlerce insanin katliamindan sorumlu tutulan Radovan Karadzic 13 yillik kiyak kacakligin ardindan Belgrad’da bir belediye otobusunde karga tulumba yakalandi. Gecirmis oldugu fiziksel metamorfoz sonucu suc kozasindan cikip 13 yillik bir ozgurluge ucmak kelebeklere buyuk haksizlik teskil edecek bir metafor ya, neyse. 92-96 arasi ortaligi mezbaaya ceviren katliam organizatorunun katlettigi kitlenin ardil jenerasyonlari icin bu haber yanan bagirlara su serpici ufak bir fiskiyedir elbet. Ancak halen yandaslarinin bulunmasi ve bu yandaslarin dovizler-sloganlar esliginde meydanlara akmasi belki de yaralari daha da derinlestiriyor. Etnik temizlik arkadasi Slobodan Milosevic abuk-carpik yargi sureci henuz sonlanmadan, cezasi dogru durust belirlenmeden hucresinde “eceliyle olen diktatorler” (a.k.a. “death without assassination”) listesine girerek isledigi insanlik suclarinin odulunu almisti. Bugune dek yaptiklari yanina kalmis Karadzic’in omrunun de pek olagan bir sona vefa edeceginden supheniz var mi?

Bir ilginc nokta da kasapliktan kiyak emeklilik sonrasi Karadzic’in yepyeni bir kimlik, isim, hayat ve meslekle 13 yillik sefa donemini doktorluk yaparak gecirmis olmasi. Kim bilir, belki de Marathon Man filmindeki eski bir SS kurmayi olan, Auschwitz’in “beyaz melegi”, ozellikle saglam dislere uyusturmadan yaptigi operasyonlarla iskence alemine adini altin harflerle yazdirmis meshur dis doktoru Szell’den etkilenmistir...

Monday, July 14, 2008

biz gideriz tatile hey taaa-tiii-leeee

O canim (a sapkali ve uzun) 'tatil basliyor' programlari yok artik. kimse tum zamanlarin en palmiyeli sarkilari esliginde kafasini havuzdan cikartip "alkollu meyve kokteyli"ni yudumlamiyor. ya millette para yok, ya da oteller / tur sirketleri televizyon reklamlarinin yeterince faideli olmadigini filan dusunuyorlar. Gerci onlar yok yere dusunmez, ellerinde illa belgeler, istatislikler ve daha neler neler vardir. Bes yildizli bir otele kapanip, tereyagindan heykeller arasina serpistirilmis koca tepsilerden turlu turlu yiyeceklerle tabagini tepeleme doldurmak, havuz basinda otururken bir anda uzerine kosturup suluk gibi yapisan animatorlerin kurguladigi dandik oyunlarla sosyallesmek isteyenler, demek ki rotalarini baska kanallardan faydalanarak ciziyorlar.


Gelgelelim, baska turlu bir eglence/dinlence anlayisini benimseyen, bunyesini cilgin kalabaliklardan uzak tatillere salmak isteyen romantik entelektuel kitle ise kendi komunitesi (var mi acaba boyle bir kelime? komunite...) ile hareket ediyor. mesela sevan-nisan haciboyaciyan in murekkebine saglik Kucuk Oteller Kitabi adli sahaser, sadece oda+kahvalti hizmetine bes yildizli otel parasi alan sempatik aile isletmelerini onlar icin tanitiyor. Haksizlik etmeyelim, bu otellerin hemen hepsinde begonvil kokulariyla uyanmak ve ev receli yemek gibi dehsetengiz dogalliklar var (ki dogal lik kavraminin curumuslugunden daha bir onceki blog girdisinde bahsetmistik. anilar cok taze...) . Kesfedilen kimi kucuk oasis ler ise bir sure sonra cekirge akinina ugruyor. Cok guzel ve issiz bir koy (village or bay) birkac sene icerisinde turizm ekonomisinin hizli yayilimi sayesinde ciddi degisime ugrayabiliyor. Kapitalizm boyle isliyor. once ham/endustriyel sureclere ugramadan faydalandiginiz bir gida (50 yil once recel), daha sonra kimyasal katkilarla supheli hale geliyor (80lerden itibaren recel) ve bir sure sonra ilki gibi olana orijinal degerinden cok daha fazla para odeyerek sahip olabiliyorsunuz (bugun organik recel). Butik otel isi, bu hesap bir numero iste.



Velhasil, biz de bos durmadik ve siz "ona karsiyim, buna dusmanim"cilar icin 2 farkli secenek hazirladik. Alterednative seyahat iftiharla sunar:

#1 ) exotic asia









#2) crazy ibiza





isteyene "hersey dahil" , istemeyi bilmeyene ekmek yok.



Saturday, July 12, 2008

yesil is the answer (soru neydi?)

Alisik oldugumuz yaz ekranlari genel itibari ile otel tanitimlari, populer kisilerle yazlik mekanlarda icra edilen zeytinyagli sohbetler ve benzeri tatil (yani bireyin kendisini vasat'a teslim ettigi zaman dilimi) odakli konulari muhteva eder. Oysa bu sene, kentli insanlarin uzun suredir varligini hissettigi ve yasimini onunla mucadeleye ve O'na adapte ettigi bir sorun, bazi gunes sarisi deniz mavisi konularin onune geciyor ve NTV ekraninin uzun sureli dosyasi haline geliyor. Buyur burdan yak?



Karbon gazinin futursuzca salinimi, topragin hunharca kirletilmesi, tabiatin fabrika ayarlari ile hayasizca oynanmasi neticesinde insandan sonra gidalarin da onlenemeyen "seylesmesi" ve yasamin dogup yayildigi mavi gezegende turlerin giderek azalmasi; insanin, kendi kotucul varligi yetmezmis gibi bir de kadim dostu ve mert dusmanina; "doga"ya guvenemeyecegini ogretti. Bu durum toplumsal tarih icerisinde, ciddi ve suratli bir alt ust olusa isaret ediyor. Aklin var oldugunu bildigimiz ilk gunden bu yana insan topluluklari hep dogaya ya da onun bilinmezliklerine saygi duygu, yetmezmis gibi bu bilinmezliklerin sebebi ve hakimi olan bir yaraticiya tapindi. Oysa gelinen su gri gunde, fen bilimlerinin (Turkce-Matematik mezunundan bu kadar spesifik/nokta atisi bilim gruplandirmasi beklenmemeli) doga uzerindeki hakimiyeti oyle bir noktaya vardi ki, artik onun barindirdigi bilinmezlikler/sirlar kutsal anlamlari degil, habis urlari ve genc / acili olumleri cagristiriyor. Daha dune kadar topraga bagimli olduguna, ondan geldigine ve yine ona donecegine inanan insan, bugun topraktan geleninin gercekliginden kusku duyuyor. Bir domates nasil olur da dostluguna ve faidesine guvenemeyegeniz bir varliga donusur? Sinema tarihinde daha once Little Shop of Horrors da etobur, dev, yamyam cicek ya da Batman cizgi/film dizisinde Poison Ivy (akliniz Drew Barrmore a gitmesin, Uma Thurman verelim?) karakterleri ile zuhul eden yesil tehlike (yeri gelmisken, ben o " yuruyen agac / aglayan ejderha " edebiyatindaki cevreci temayi algilayabilmis degilim), en nihayetinde -bence hayli basarili bir yonetmen olan Shyamalan'in ultimate filmi- The Happening de kendi varligini tehdit eden homo sapiens sapiens cinsine karsi olumcul bir savunma mekanizmasi gelistirmis ofkeli bir son olarak karsimiza cikti. Artik yesilin insan eliyle yaratacagindan degil bizzat kendisinden korkuyoruz. Belki biraz da vicdan azabi vardir...belki biraz nane...belki bir gun sehre bir film gelir... [How to be a sentimental person session #1: belki ile baslayip, fiilin genis zaman cekimi ile son bulan cumleler hep uc nokta ile bitirilir ve en asil duyguyu barindir icinde]

Sozun ozu, mevzu cok ciddi. (Bok) dumani uzerinde G8 zirvesinde dahi en uzun mesainin ayrildigi gundem, sera etkisi yapan allahsiz gaz saliniminin belirlenecek bir ileri tarihten itibaren dusurulmesi idi. Siz hic bu tip -dunya siyasi creme de la creme nin katilimci oldugu- bir toplantidan "calisma saatlerinin 2040 yilindan itibaren yuzde elli azaltilmasina" ya da "savaslarin yuzyilin ikinci yarisindan itibaren kademeli olarak sonlandirilmasina" dair bir karar duydunuz mu? Duyumazsiniz, cunku bu yukaridaki fantastik orneklerin kapitalizmin varligini sonlandiracak, kagit uzerinde ispatlanabilir etkisi yok. Oysa kuresel tahribatta formul cok basit; bu hizla giderse uzerinde yasam, uretim, satim veya herhangi bir baska faaliyet yurutulecek bir gezegen kalmayacak. Tabii, meseleye tersten bakip daha septik bir bakis acisi ile butun bu cevreci safsatanin aslinda diger sorunlari perdelemek icin kullanildigina inananlar olabilir. Ben inanamam.

Siyasi kimliklerin tasinmasinin hayli agirlastigi / demode oldugu erken 21. yuzyil dunyasinda kurulumu oldukca zahmetsiz ve toplumsal algiladaki yeri buyuk oranda muspet "cevreci" kimligi, populer sahislar / televizyon insanlari icin de rasyonel bir tercih. Iste NTV nin yaz yayini tam da bu noktada kendisini ele veriyor. Organik yemek tarifleri ve diger saglikli yasam programlarinin hitap ettigi kitle, dogayi tahrip endeksi'nde oyle tahmin ediyorum ki zirveyi paylasan (50.000 denegi izlemeye gerek yok. Ofise arabayla giden ile esegini tarlaya suren'in " 24 saatlik karbon salimi / per capita " hesabi ilkinin yuzunu kizartir. Ikincisi de zaten bir sey anlamaz) sosyal katmanlarin uyeleri. Yani ortada cetrefilli bir acmaz var; yikimin durdurulmasini ve doganin restorasyonun onu kirletenler mi saglayacak, yoksa organik/saglikli yasam zimbirtilarina ulasamyacak olan ve yikimdan en cok zarar goren koyluler ve kent yoksullari mi? Durumun aldigi vahim hal, aslinda herkesin kafasini kurcaliyor, butun hayatlari dogrudan etkiliyor ve dolayisiyla tahribati engelleyecek her turlu caba desteklenebilir. Cumhuriyetci Mccain ile Obama arasindaki aci, liberal sol Nader ile Obama arasindaki acidan cok daha dar olabilir. Ancak sera gazi saliminda acik ara dunya lideri olan ulkenin baskanlik secimlerinden, yesil gundeme biraz daha duyarli oldugunu bildigimiz Obama'nin galip ayrilmasini dilemek de ayip degil. Mevzu oyle yakici ki, sahip oldugum "aciliyet duygusu" (bu lafi da cok tuttum. en az "politik dogruculuk" kadar ham bir ceviri) gelismemis tembel aktivizmi'ni dahi harekete geciriyor. Gelinen noktada ve gorunen karanlik gelecegi degistirebilmek adina; organik beslenmenin yayilmasindan, tarimda hormon ve ilac kullaniminin topyekun yasaklanmasina; kisisel tuketimin dusurulmesini tesvikten nukleer santrallere karsi koymaya kadar; bireysel den toplumsala butun olceklerde, militan cevrecilikten parlamento duzeyine butun duzlemlerde her turlu cevreci inisiyatif desteklenmeyi ziyadesiyle hak ediyor.
Begenmeyene soyle bir onerim ol'cak:




Saturday, June 28, 2008

cevir kaseti pil yanmasin

Daha once ortagim ayni eksenin yakin bir paralelinde konuyu desip mp3’e serh koymusken, ben muzige tum zamanlarin en cok katkida bulunmus fiziksel medya oldugunu dusundugum kaseti biraz daha dondurmek istiyorum. Yok kult bir nesne, nostaljik bir imaj olarak degil, pragmatik bir duzlemde kasetin muzik dunyasina kattigi degerleri tartmak pesindeyim. Hem aciklamak yapmak zorunda miyim? Yaziyoruz iste bir seyler. Bu sicakta bir yandan yasarken, bir yandan gozlemeyi ve kaydetmeyi, aslinda hakkiyla yasayamamayi –hem de bedavaya- kolay mi sandiniz? Neyse, birbirimize karsi anlayisli olup konumuza donelim.

Bana kalirsa muzigin en buyuk dusmani kolay erisim. Ancak erisimi iki boyutlu dusunmek gerekir. Bunlardan ilki olan materyale ulasimdaki kolaylik kismini artik kaniksamis sayiliriz. Evvel zaman icinde bos kaset pesinde pervane olunur, radyoda aniden cikacak sevilen sarkilara/programlara kontratak maksatli “cift kaset” muzik setinin bir teyp-calar haznesinde hazir kita bir kaset bulunurdu. Bos kaset kisintisi bas gosterdiginde – ki mutemadiyen gosterirdi- evdeki tarihi turk sanat muzigi kasetlerine kadar hallenilir, bu kisit zamanla uzerine kayit yapilabilecek ve gozden cikarilabilecek dolu kaset kisintisina dahi varirdi. Bu yoldan gecmis bizler icin bu emekler bugun itibariyle tarihten sayfalara gomulmus de olsa, gunumuzdeki rahatliktan belki de rahatsizlik duymamaliyiz. Cunku sanat kitlelere ulastikca degerini bulur. Mu acaba? Bilemiyorum. Kuskusuz o zamanlarda muzikseverler arasindaki ortak “muabbet” daha derin bir anlam tasiyordu. Cunku heves eksikliginden bu cetrefilli yollari asamayanlar elenir, zamandan zaman calmak suretiyle didinerek sevdigi muzige ulasanlar (kisaca, kalan saglar) arasinda cabucak bir alt-kulturel bag ve bilinc olusur, sadece muzik uzerinden sıkı dostluklar kurulabilirdi. Tarz ve begeni egilimleri daha net, fesih ve rafineydi. Saniyorum bugun zor olan kisim bu. Hersey her yerde herkesin kolayca elinde. Hangi muzikal materyal kimin elinde gercekten sevdigi icin mi, tamamiyle tesadufen mi, yoksa esen bir ruzgarin arkada biraktigi tozdan midir, belirsiz. Ancak bunun disinda kolay erisim –korsan haric ki buna ben giremeyecegim, meclis kursusunde Ibrahim Tatlises-Suavi ikilisinin olusturdugu mizansen hepimize yeter- belki de hem muzik dimaglarinin, hem de endustrisinin gelisimi icin faidelidir.

Uzerinde durmaya niyetlendigim asil erisim boyutunu ise, daha teknik bir hadise, fiziksel medya uzerinde albumun herhangi bir noktasina diklemesine erisim olarak aciklayabilirim... Fakat bu kasetten once plakda da vardi. Plak ignesi gosterilen hedefe tepeden pike yapar, her an sadece arzu edilen yeri dinleme imkani tanirdi. Isim nostalji degil, ne kadar iktisatli ve karizma bir medya da olsa, gerekirse plaga da serh koyarim :S Iste kasetin muzige en cok katki yaptigini dusundugum yer tam da burasi. Navigasyon zorlugunun yarattigi dinleme mecburiyeti... Ozellikle mobil kasetcalarlarda pilin yari yolda birakma ihtimali, pil omrunun en buyuk dusmani ileri-geri sarma edimlerini yasakli kilardi. Bu da albume daha fazla tahammul anlamina gelirdi ki, kanimca muzige ve muziksevere yarayan buydu. Cunku bazi eserler sabir, zaman ve dinlemeyle degerine kavusuyor. Geriye baktigimda tamamina vakif oldugum albumlerin buyuk cogunlugunun kaset doneminden kalma oldugunu gormem de belki bu yuzden. Hatta cogu albumun gucunu iddiasizca ucra koselere sıkışmış sarkilardan aldigini, albumdeki her bir kesitin ve siralamanin eserin sahibi icin ayri bir anlam ve ruh hali tasidigini dusunuyorum. Belki belli bir sequel, belki tamamiyle farkli cografyalardaki studyolarda yapilan kayitlar, belki duygusal iklimler, belki de kurayla belirlenmis rastgele bir dizilis.

Muhtemelen bu muzik medyumu muzisyenlerin is yapma bicimini de etkiliyordu. Dinleyicilerin hizla gecip giden hayatinin hadim ettigi ilgi, dikkat ve tahammul gibi konulari sirtina kambur ve dert etmeyen muzisyen umarsiz ve rahat bicimde kendini ifade edebildiginden, daha ozgun ve dolu dolu calismalar cikiyordu. Hatta kasetin calisma dinamiginin sarki siralamasini dahi etkiledegini dusunmek hic fantastik degil. Kim bilir B yuzunu yeni bir baslangic noktasi saymak, albumun ikinci yarisina hareketli girmek, onemli kozlari burada oyuna surmek planlar arasindaydi. Aslinda tek bir ornek dahi onceki cumledeki “belki de” tedbirini ortadan kaldiriyor. Ornegin Luscious Jackson’in 1994 tarihli Natural Ingredients albumlerinde “Free Your Mind” gibi agir bir topu ikinci yuzun hemen basinda patlatmalari yeterince guclu bir kanit olarak gelmiyorsa, bunla yetinmeyip sarkinin basina koyduklari “now ladies and gentlemen, let’s get ready for side two” repligi tum goreceyi gereksiz kilmaya tek basina yeterli olacaktir. Bana mi oyle geliyor yoksa paranoya mi yapiyorum, uzun bir suredir pek cok sanatci ve grubun en iyi sarkilarini albumun hemen basina istiflemeye calistiklari yonunde cok ciddi suphelerim var. Sanki ilk 5’ten sonra iyi bir sarki yakalamak, sonlara dogru surprizler beklemek luks haline geldi. Bu surprizler anca malum dinamiklerin alayina giden, bildigini okuyan, kaygi duymayan dik kafali icracilardan cikiyor. Her zaman sansini deneyecek ve zorlayacaklar vardir, genellemenin agirligi altinda istisnalarla ezilme olasiligina karsin tedbirimizi almayi da biliriz. Lakin zaten istisnalar da olmasa ve tum sinirlar kalin cizgilerle dumduz cizilmis olsa, bize konusacak ne kirinti kalirdi...

Son olarak hayatimda tezahur etmis epey cinfikir bir kaset taklasiyla kapatalim. Saniyorum Besiktas-Pena’da doldurulmus bir Dead Kennedys – Fresh Fruit for Rooting Vegetables kaydiydi. Albumde iki yuzun sure farkliligindan kaynaklanan bosluklari doldurma hadisesi malumdur. Ancak boylesine ilk kez rastlamistim. Kaydeden arkadas ilk yuzun sonundaki bosluga diger yuzun basindaki sarkiyi belli bir yere kadar kaydetmis. Ama nereye kadar, puf noktasi burada. Tam bittigi an kaseti cevirdiginizde diger yuzde ayni sarkiya kaldigi yerden devam edecek kadar. Hele bir de kaseti cevirmeden ufak bir kolcuk yardimiyla kasetin yuzunu degistiren afili bir walkman’iniz varsa –ki dorduncu walkman’im oyleydi- kayipsiz ve kesintisiz bicimde kaldigi yerden devam eden hayat hic bu kadar kolay olmamisti. Insanliga, sanata, sanatciya, pil omrune ve enerji dunyasina dev hizmet. Farkettigimde vay canina demedim, yalan yok, “vay o.. cocugu” dedim, fikre ve emege olan saygima istinaden...

Monday, June 9, 2008

kort merkez, alkis dolu her kez

Genclik ve Spor ayi Haziran’da kutsal spor ayinleri birbiri ardina siralanirken, tatil denklemleri ile kafayi bozmus insanlara asagidan bakan, muhtemelen koca bir yaz Istanbul’dan iki gunden daha uzun sureligine kacamayacak benim gibiler icin bir nefes sihhat gibi... Formula-1 en heyecanli şikana girerken, darginlarin baristigi futbol bayrami Avrupa Sampiyonasi da starti aliverdi. Ama bunlarin en asil tamamlayicisi, yazin habercisi sayilan, vize-final donemlerinin iki sadik eslikcisi, Avrupa’li iki Grand Slam tenis turnuvasi. Gectigimiz haftasonu bunlardan Fransiz olani Roland Garros'un final gunleriydi.

Tenis, bu yasinda cok fazla cesitlilige ve denenmemis/gorulmemise pek acik bir spor degil. Sporun bu olgun caginda ezber bozup yenilikler sunabilmek, ancak bu spor icin yaratilmis ozel oyuncularla (Federer gibi) mumkun kilinabiliyor. Ki belki de aslinda sunulan pek cok yenilige bir zamanlar bir kortta sahit olunmustu. Hal boyle, varyasyon ve yaratim alani da kisitli olunca oyuncular babinda sekil-semal on plana cikiyor. Teniscinin giyiminden hal-tavrina, uzun bir ralli esnasindaki yuz ifadesinden sevinme bicimine kadar topsuz alanda nice unsur algilarin/alicilarin ayarlariyla oynayabiliyor. Tenis bunyesinde moda, tarz ve dizaynin yeri malum. Ornegin Lacoste, Fred Perry (ki zaten kendisi eski bir teniscidir) gibi “premium-class“ markalar icin tenis arenasi hep ilgi cekici bir vitrin olageldi. Ancak sporun pek cok dalinda oldugu gibi, teniste de dizayn hadisesi yerini performans kaygisina birakirken, kiyafetler salas otesi, kaba-saba, goz zevki ve ahenk bozucu, uzay-stili cizgilerde bir dizayna burundu. 80lerde jean altina bir Ivan Lendl ayakkabisi, ya da halen gunumuze kadar degismeden gelebilmis bir cift Stan Smith giymek, donemin tabiriyle epey “forslu” iken, bugun herhangi bir cift tenis ayakkabisini pacalari icine alabilecek bir jean kesimi sizi hip-hop’a mecburen yaklastiracaktir. Boris Becker’ler, Stefan Edberg’ler sortlari icine soktuklari t-shirtleriyle iki dirhem-bir cekirdek tenis oynarken, simdi kapri’ler (Nadal’in durumu gercekten icler acisi), sortun boyuna varan t-shirtler, topuklu-yuksek tabanli ayakkabilar filan cirit atiyor. Ayrica tenisin rengi zannettigimiz “beyaz”, bu fosforlu/pastel renk cumbusu icinde –korttaki sadik seyirciler de olmasa- tarihe karismak uzere...

Bu kisitlar icerisindeki sekil-semal meseline donersek; masamda (sirketteki diger pekcok masada oldugu gibi) bir adet adidas takvimi var. Mayis ayinin konuk kapak sporcusu Ana Ivanovic, yani daha aylar oncesinden bu blogun gonul bahcesindeki yerini ayirtmis Sirp tenisci. Aylardan haziran olmus, fakat masalari gezdigimde takvimlerin buyuk cogunlugu halen Mayis ayini gosteriyor. Hatta kapagi talihsiz bicimde yunan heykeli kivaminda erkek bir yuzucunun resminin kapladigi Haziran ayina cevirmis bir arkadasa, bir grup erkek olarak rencide edici olmayan, fakat saskin/sukut-u hayale ugramis bir ifade ile bakmamiz sexist ya da homofobik bir refleksten degil, Ana’ya olan bagliligimizdandir :S Bu genc kiz Avustralya’da finalle yetinmisti, fakat bu kez toprak kortta kupayi istedi, ve aldi. Finalde kizkardesimiz Safina ile karsilasti. Sekil-semal itibariyle Safina gibi bir teniscinin tenisseveler gonlunde taht kurmasi hakikaten zor. Ama kendisini Marat’in kizkardesi olusundan midir, bir japon cizgi film karakterini andiran, kazanma hirsi ve ciddiyeti icinde dogal sekillenen komik mizaci ile midir bilinmez, Jelena Jankovic’lerden, Sanchez-Vicario’lardan ayiran sevimli/sempatik bir yan var. Sevdik kendisini, yine bekleriz. Ancak tebrikler once Ana’ya. Boyle fizik ve guzelligiyle on planda olan kadin teniscilerin –Kournikova, ya da Dokic gibi- akibetine ugramadigi icin... (Sharapova gibi somurtkan ve hirs kupu bir psikopat kaide disidir).


Erkeklerde kazanan surpriz degil. Clay-Master bu kutsal "toprak"i da pas gecemezdi. Ancak bu kadar ezici ve kolay bir galibiyet de beklemiyordum. Yalniz bu genc adamdaki sisme karsisinda dehsete kapilmamak mumkun degil. Hani biliriz, toprak kort dayaniklilik isidir ve Hispaniklerin tekelindedir. Fakat bu bildigimiz Hispanik-toprak kort ezberi degil. O ezber Sergei Brugera, Gustavo Kuerten, Albert Costa, Carlos Moya gibi makul olculerde, hatta kimisi ince-ciroz adamlara tekabul eder. Bu baska bir sey. Insan degil diyecegim, ayip olacak. Yoksa goz diktigi Wimbledon icin ozel bir kas yapisi mi gelistirdi... Zaten diger emsalleri Wimbledon’da daha bastan cuvallarken (Brugera haysiyet yapip hic katilmazdi) bu genc sonuna kadar zorlayip finale cikiyor, cim kort performansini her yil biraz daha gelistiriyor. Neden olmasin? Su haliyle mumkunse olmasin. Federer hegemonyasi yuzunden hayatindan sogumus ben dahi bu gence karsi mucadele etmenin adil olmadigini dusunmeye basladim. Hatta umarim Fed-Ex grand-slam sampiyonlugu rekoru yolunda girdigi tikanikliktan cikar ve fazlasiyla hakettigi rekorun sahibi olur.

Tuesday, June 3, 2008

lilith sizinle gurur duyuyor

1966 yilinda genc bir muhabir olarak yerel bir gazetedeki ilk isimde kiyafet tipi tekti: "pantolon yok!". Erkekler kravat takmak, kadinlar da etek giymek zorundaydi. Isyanim isyerime gri pazen bir Young Jaeger pantolon takim ile boy gostermemle birlikte geldi, ve eve geri gonderildim. Tipki "hap"tan once hayat oldugu gibi, bir zamanlar, gectigimiz Pazar gunu hakkin rahmetine kavusan Yves Saint Laurent tarafindan 1966 yilinda icat edilen pantolon takimdan once de bir hayat vardi. Ya da daha ziyade, yeni bir dusuncenin dusuncesi: "Le Smoking". Kadinlar icin koleksiyonun vazgecilmezi ve Chanel'in kucuk siyah elbisesinden beri kadin giyimindeki donusumun en temel parcasi olacak smokin.

70lerde calisan kadinlar icin mukemmel bir giysiydi. Kadinlar aslinda 20lerden beri pantolon giyiyordu, fakat pantolonlar hicbir zaman hafta sonu ambargosundan siyrilip hafta ici ofise girmeyi basaramamisti. Pantolon takim, kadinlari erkeklerle esit bir gorunume buruyordu. Ve pantolon takim -yanan sutyenle ilgili sehir efsanesi bir yana- modanin feminizme kazandirdigi bir seydi. Onu giydiginiz zaman, daha uzun adimlar atar, erkekler bileklerinize degil yuzunuze bakar ve agzinizdan cikan kelimeleri dinlemeye zorlanirdi. Mini etege karsi kazanilmis olumcul bir yengiydi. Bacaklari guzel olmayan bir kadin olarak Hillay Clinton, secim kampanyasi boyunca pantolon takimiyla yasadi.

Bunun yanisira, Saint Laurent kadina safari ceketi, ya da trenchcoat giydirdiginde dahi, ona seksi hissettirmeyi basardi. "Le Smoking" maskulen degildi, fakat androjendi. 21 yasinda, savas sonrasi kiyafetlere hazzi geri getiren adam Dior'un halefi ilan edilmisti. 60larin basinda Bridgette Bardot kadin terziliginin yasli kadinlar icin oldugunu soyledi. Saint Laurent bir sonraki buyuk degisimi ve kadinlarin ilerde oynayacagi sayisiz rolu cabucak sezdi. Sonraki yirmi yil da parmagi hep dogru butonda oldu.

Linda Grant - The Guardian (03.06.08)



*lilith (wikipedia): Musevilik ve Hristiyanlık inançlarında Âdem'in ilk eşidir. Tevrat'ın ilk bölümü olan Yaradılış bölümünün 1. Bab'ında Âdem ile beraber bir dişi yaradıldığından, 2. Bölümde ise Âdem'in kaburga kemiğinden bir dişi yaratıldığı yazılıdır.

Tevrat'ta açıkça yer almamasına rağmen; birçok Musevi dini kaynağı 2. Bölümde sözü geçen dişinin Âdem'in 2. karısı olduğu, birinci bölümdekinin ise ilk karısı olan Lilith olduğuna inanırlar.

İnanışa göre Lilith, Âdem ile aynı zamanda ve aynı anda yaratıldıklarından Âdemin kendisine eşit olduğu görüşündedir (Tarihin ilk Feministi) bu sebeple de Âdem'e tabi olmayı şiddetle reddeder Tanrı'ya asi olur ve cennetten uzaklaştırılır.


not: Adini bu figurden esinle almis "Lilith Fair" de yakin donemin ilgi cekici bir feminist muzikal hareketi olarak incelemeye deger...

Friday, May 30, 2008

anger is a gift

Rage Against The Machine, Chris Cornell takviyeli O’ndan gayri kadrosuna Audioslave gibi ne anlam ifade ettigini, nasil bir muzikalite ve mevki pesinde oldugunu bir turlu anlayamadigim –kanimca fuzuli- bir grupla devam ededursun, bu adamin ofkesine yeniden fazlasiyla ihtiyacimiz var. Tamam, vesselam buyuk adam Tom Morello’ya saygida Audioslave'a ragmen kusur etmeyelim. Ancak O'nun ofkesi, vokali ve balyoz etkili sozleriydi ki grubu benzersiz kilarken janr catisini kirip kafayi cikartan, o cati altina istiflenen diger gruplardan bi-haber/kulak olsam da onu turler ustu bir yere koydurtan. Bu sivrilik, agresyon ve militanlikta elbet baska gruplar vardir. Bu nitelikte ve ses renginde vokale sahip, hatta bu enerji ve bu etkide sozlere sahip gruplar da elbet bir yerlerde vardir. Ancak tum bu bilesenlerin maximum oranlarda en homojen karisimindan hazir yapilmisi cok olsa, antropolojist bir ana ve ressam Roberto/Beto De La Rocha’dan olma, sair muzisyen zapatist aktivist Zack De La Rocha ortalarda yok diye hayiflanmazdik. 2007'de konser amacli tekrar bir araya gelmeleri olasi yeni calismalar icin umit verici. Basimizin ustundeki yerimiz bu muzige dar da olsa, boylesi one cikan iyi ornegine (tarz olarak farklilik arzetse de benzer dinamiklerle ornegin At The Drive-In gibi) her zaman bir miktar yer acariz, dert degil.

belirtme geregi duydum; en sevdigim RATM sarkisi 94 tarihli The Crow soundtrack'inde yer alan, saniyorum grupla da tanismama vesile olan, Darkness. "genocide" kelimesinin turkce anlamini da ogrendigim sarkidir. Zaten grubun tum sozleri bir araya gelse kallavi bir "introduction to politics" kitabi tutar zahir.

Monday, May 26, 2008

aradiginiz belaya ulasilamadi

Goz doktoruna gittiginizde doktor sizi gormeden once bir dizi rutin tetkikten geciriyorlar; goz tansiyonu, keskinlik olcumu vs. Icınde bulundugum “Mayıs Sıkıntısı”nın kisa bir bolumu olarak gectigimiz hafta goz hastanesinde gecirdigim zaman diliminde sikca gordugum bir imaji buraya tasimaya ugrastim, durdum. Bir hafta sonunda yildim. Hani su mikroskobik/teleskopik bir cihazdan gorulen ve saniyorum goz keskinligini tetkik etmeye yarayan, birkac hamleyle bulaniktan berraga netligi degisen, uzun, beyaz citli yesil bir yolun sonundaki kirmizi mustakil ev.

Internette ingilizce ve turkce dallarinda olmak uzere, silkmede 350, koparmada 500, toplamda 1500 arama sonucunda halen elimde koca bir sifir var. Arama terimleri pek iyimser bicimde "göz muayenesi/eye exam"le baslayip "fundus floresein anjiografi" "psödofloresans", "korneal topografi"lerle devam ederken ne bittigi yeri, ne de hangi noktada pes ettigimi hatirlamiyorum. Peki neden bunla ugrasiyorum? Pek iyi olmadigimi zaten biliyorum. Ancak periferlerimin [oh ortak, where are thou?] benden daha iyi durumda oldugunu zinhar kimse iddia edemez. Hadi ben bilgisayar basinda, resmin pesinde pervane olup tirlattim... Peki dehsete kapilip kinayacagi yerde surecten etkilenip goz hastanesine giden, cihazin icindeki resmin basili halini talep eden, olmadigini ogrenince cihazin marka ve seri numarasini not edip uretici firmaya ulasmaya calisan ve sonuc alamamanin uzuntusunu benimle pek olagan bicimde paylasan zati muhtereme ne demeli?

Cok basitti, imaji bulup asacak ve uzerine su cekilmez hayattan –surpriz ve acili bir goz problemi dahilinde bile olsa- ufacik bir delik vasitasiyla yesil, sade, huzurlu ve minimal bir manzaraya kacis uzerine ucuz edebiyat yapacaktim. Fakat imaji arama sureci basli basina gundem isgalini olusturdu. Daha da kotusu, sinirler bozuldukca imajla aramdaki hissi baglanti da deforme oldu.

Simdi dusundukce resmi histeriyle arzuladigim izolasyona, dogaya ve sadelige kacistan cok huzura dogru bitmek tukenmek bilmeyen, netligi ve mesafesi surekli degisen bir yol, bunalim bir Atif Yilmaz filminde surekli hortlayan bir kare, ruyada kan-ter icinde katedilmeye ugrasilan ve fakat bir turlu kisalmayan mesafe ve varilamayan hedef gibi dusluyorum. Hatta evi de Evil Dead gibi serilere mekan olmaya aday bir tehlike ve dehset kuyusu olarak kurguluyorum. Sanki icinde insanlar var ve o ufak delikten seslerini duyurmak icin haykiriyorlar. Kim bilir, belki de malum resmi bulmaya muvaffak olanlardir. Aman uzak olsun, her iste bir hayir vardir. Zaten goz hastanesindeki asistan da “o resmi bulan geri donmedi” turunden imalarda bulunmus. Kis kis cinler kis kis, yallah cinler yallah...

Thursday, May 22, 2008

you’re a handsome "red" devil


Bu platformun iki basari ve sevinc fukarasi Besiktasli hastasindan biri olarak yasadigim keder ve hayal kirikliklarini, uzaktan gonul verdigim farkli renklerin sevincleriyle yamamaya devam ediyorum. Barcelona bu yil her kulvarda son surat cuvallarken, gectigimiz birkac yil yasattiklari hic de fena degildi. Bir digeri Manchester United ise bu yil Barca’nin yerini aldi ve hem Premier Lig’de, hem de Sampiyonlar Ligi’nde kupayi kaldirarak zugurt avuntusu yasatti.

Herhangi bir cografyanin kirmizi-mavi cekismesinde kirmizidan sastigim bir istisna var mi bilmiyorum. Ama sanmiyorum da. Bu kirmizi seytanlar bu yil once ligde, sonra da CL’de blues’u yikti. Goz kamastirici bir basari. 1999’da Bayern Munich’e karsi 1-0 yenik durumdan oyuna sonradan giren tum zamanlarin en klas 12. adamlarindan once Ole Gunnar Solskjaer, sonra da yasli kurt Teddy Sheringham’in golleriyle kupayi kaldirmalari arasinda saniyorum 3 dakika vardi. CL senaryosu degismedi ve kupa Manu’ya yine bir mucize ile geldi. Bu kez kendi iradesi disinda, buyuk kaptan John Terry’nin kayan ayagindan...

Mac boyu altinci hissim ne kadar Manu lehineyse, penaltilar esnasinda o kadar aleyhineydi. Ronaldo’nun gelisinden ve duraksayisindan kaciracagi belliydi. Ancak son penaltinin basina az sonrasindaki kutlama planlariyla gelen buyuk kaptanin su karedeki kader anini -hem de Van Der Saar’i ters kosedeki carsiya yollamisken- hic beklemiyordum. Geceye dair uzuntu duyacagim tek sey saniyorum mavilerden sevdigim tek oyuncunun sonrasinda yasadigi cokuntu. Anelka topa gelirkense kendisini biraz taniyan herhangi bir futbolseverin penaltiyi kaciracagini hissetmis olmasi cok olagan. Hem gelisinden, hem de her daim mutsuz ve ruhsuz halinden belliydi kaciracagi. Emin oldugum sey ise kacirdiktan sonra cok da fazla iplemeyecegiydi.



Devrimin sir’ü Alex Ferguson cok yasasin, onunla beraber tum zamanlarin futbol sir’ü Bobby Charlton’i ayni karede gormek de ayri bir onurdu. Fakat bu kupayi kendi kendime gelin-guvey olarak bu macla birlikte Manu’nun tarihinin en cok forma giyme rekorunu Sir Charlton’dan calan, Sharp reklamli formayla ve Lee Sharpe’la ciktigi yolda sol taraftan besledigi onlarca forveti eskiten, oynayan efsane, abimiz, canimiz, cigerimiz, Cardiff'limiz, Galli’miz Giggs’e adiyorum. You're a handsome "red" devil! Seni kraliceden once ben Sir ilan ediyorum...



ryan giggs, ryan giggs, running down the wing,
ryan giggs, ryan giggs, running down the wing,
feared by the blues, loved by the reds,
ryan giggs, ryan giggs, ryan giggs.

ryan giggs ryan giggs, running down the wing
ryan giggs ryan giggs, crosses like the king
beats one and two, beats three and four,
he will score, he will score, he will score.

ryan giggs ryan giggs, greatest ever goal
semi-final villa park, ran right through them all
beat half the team, straight in the net
won't forget, won't forget, no we won't forget.

Friday, May 16, 2008

tekrar tekrar kay Breen

Bu semi-kolektif alan sahipleri saniyorum aslinda ait olmadiklari kaykay kulturunu, onu yasatanlari yasatmak uzerinden yasatmayi seviyor. Zaten cogunlukla isin asli bir fenomenin kendisinden ziyade ona duyulan ilgiye ilgi duymakta degil midir? Degilse de degildir. Bu “subbaculta”yi isleyen ve kültlestiren isimler Nick Hornby, Gus Van Sant gibi takdir somurgenleri olunca, bize kulture yakinlasmak dusuyor. Alt-kulturun icinde barindirdigi kentsel/betonarme doku da yumusak karnimiz olunca algi kanallari bu haberlere biraz daha aciliyor. Bes gun sonra tekrar kay Breen...



Kanada’nin New Brunswick eyaletinin baskenti Fredericton’da 25 yasindaki Lee Breen dun bes gunluk hapis cezasini cekmek icin polise teslim oldu. Peki Breen hangi suctan hapse girdi? Fredericton sokaklarinda kaykay ile kaymasi yuzunden bu cezayi aldi. 2007 yazinda sokaklarda kaykay ile kayan Breen kardesine kask almaya giderken kendisini bir gun once uyaran polis memuruna rastladi. Polise ceza odemeyi kabul etmedigini ayrica kaykaya binmeye devam edecegini soyleyince de nisan ayinda mahkemenin huzuruna cikarildi. Hakim kendisine 100 dolar odemesi ya da bes gun hapse girmesi seceneklerini sununca da ozgurlugunu simgelestirmek icin hapse girecegini soyledi.

Dun 80’i kaykayci olmak uzere 120 kisiyle polis karakoluna giden Breen hapse girmeden once “Kentte yasayanlardan alternatif ulasim araclarini kullanmalari isteniyor. Benim yaptigim da buydu” dedi. Cevreye duyarli biri oldugunu anlatan 25 yasindaki is adami belediyenin internet sitesinde vatandaslara otomobilinin anahtarini evde birakma, disari yuruyus ayakkabilariyla ya da bisiklet kaskiyla cikma cagrisinda bulunmasina karsin atmosfere karbondioksit gazi yaymayan bir ulasim aracini kullandigi icin hapse atilmasini anlamsiz buldugunu da soyledi.


taraf