Rage Against The Machine, Chris Cornell takviyeli O’ndan gayri kadrosuna Audioslave gibi ne anlam ifade ettigini, nasil bir muzikalite ve mevki pesinde oldugunu bir turlu anlayamadigim –kanimca fuzuli- bir grupla devam ededursun, bu adamin ofkesine yeniden fazlasiyla ihtiyacimiz var. Tamam, vesselam buyuk adam Tom Morello’ya saygida Audioslave'a ragmen kusur etmeyelim. Ancak O'nun ofkesi, vokali ve balyoz etkili sozleriydi ki grubu benzersiz kilarken janr catisini kirip kafayi cikartan, o cati altina istiflenen diger gruplardan bi-haber/kulak olsam da onu turler ustu bir yere koydurtan. Bu sivrilik, agresyon ve militanlikta elbet baska gruplar vardir. Bu nitelikte ve ses renginde vokale sahip, hatta bu enerji ve bu etkide sozlere sahip gruplar da elbet bir yerlerde vardir. Ancak tum bu bilesenlerin maximum oranlarda en homojen karisimindan hazir yapilmisi cok olsa, antropolojist bir ana ve ressam Roberto/Beto De La Rocha’dan olma, sair muzisyen zapatist aktivist Zack De La Rocha ortalarda yok diye hayiflanmazdik. 2007'de konser amacli tekrar bir araya gelmeleri olasi yeni calismalar icin umit verici. Basimizin ustundeki yerimiz bu muzige dar da olsa, boylesi one cikan iyi ornegine (tarz olarak farklilik arzetse de benzer dinamiklerle ornegin At The Drive-In gibi) her zaman bir miktar yer acariz, dert degil.
belirtme geregi duydum; en sevdigim RATM sarkisi 94 tarihli The Crow soundtrack'inde yer alan, saniyorum grupla da tanismama vesile olan, Darkness. "genocide" kelimesinin turkce anlamini da ogrendigim sarkidir. Zaten grubun tum sozleri bir araya gelse kallavi bir "introduction to politics" kitabi tutar zahir.
Friday, May 30, 2008
Monday, May 26, 2008
aradiginiz belaya ulasilamadi
Goz doktoruna gittiginizde doktor sizi gormeden once bir dizi rutin tetkikten geciriyorlar; goz tansiyonu, keskinlik olcumu vs. Icınde bulundugum “Mayıs Sıkıntısı”nın kisa bir bolumu olarak gectigimiz hafta goz hastanesinde gecirdigim zaman diliminde sikca gordugum bir imaji buraya tasimaya ugrastim, durdum. Bir hafta sonunda yildim. Hani su mikroskobik/teleskopik bir cihazdan gorulen ve saniyorum goz keskinligini tetkik etmeye yarayan, birkac hamleyle bulaniktan berraga netligi degisen, uzun, beyaz citli yesil bir yolun sonundaki kirmizi mustakil ev.
Internette ingilizce ve turkce dallarinda olmak uzere, silkmede 350, koparmada 500, toplamda 1500 arama sonucunda halen elimde koca bir sifir var. Arama terimleri pek iyimser bicimde "göz muayenesi/eye exam"le baslayip "fundus floresein anjiografi" "psödofloresans", "korneal topografi"lerle devam ederken ne bittigi yeri, ne de hangi noktada pes ettigimi hatirlamiyorum. Peki neden bunla ugrasiyorum? Pek iyi olmadigimi zaten biliyorum. Ancak periferlerimin [oh ortak, where are thou?] benden daha iyi durumda oldugunu zinhar kimse iddia edemez. Hadi ben bilgisayar basinda, resmin pesinde pervane olup tirlattim... Peki dehsete kapilip kinayacagi yerde surecten etkilenip goz hastanesine giden, cihazin icindeki resmin basili halini talep eden, olmadigini ogrenince cihazin marka ve seri numarasini not edip uretici firmaya ulasmaya calisan ve sonuc alamamanin uzuntusunu benimle pek olagan bicimde paylasan zati muhtereme ne demeli?
Cok basitti, imaji bulup asacak ve uzerine su cekilmez hayattan –surpriz ve acili bir goz problemi dahilinde bile olsa- ufacik bir delik vasitasiyla yesil, sade, huzurlu ve minimal bir manzaraya kacis uzerine ucuz edebiyat yapacaktim. Fakat imaji arama sureci basli basina gundem isgalini olusturdu. Daha da kotusu, sinirler bozuldukca imajla aramdaki hissi baglanti da deforme oldu.
Simdi dusundukce resmi histeriyle arzuladigim izolasyona, dogaya ve sadelige kacistan cok huzura dogru bitmek tukenmek bilmeyen, netligi ve mesafesi surekli degisen bir yol, bunalim bir Atif Yilmaz filminde surekli hortlayan bir kare, ruyada kan-ter icinde katedilmeye ugrasilan ve fakat bir turlu kisalmayan mesafe ve varilamayan hedef gibi dusluyorum. Hatta evi de Evil Dead gibi serilere mekan olmaya aday bir tehlike ve dehset kuyusu olarak kurguluyorum. Sanki icinde insanlar var ve o ufak delikten seslerini duyurmak icin haykiriyorlar. Kim bilir, belki de malum resmi bulmaya muvaffak olanlardir. Aman uzak olsun, her iste bir hayir vardir. Zaten goz hastanesindeki asistan da “o resmi bulan geri donmedi” turunden imalarda bulunmus. Kis kis cinler kis kis, yallah cinler yallah...
Internette ingilizce ve turkce dallarinda olmak uzere, silkmede 350, koparmada 500, toplamda 1500 arama sonucunda halen elimde koca bir sifir var. Arama terimleri pek iyimser bicimde "göz muayenesi/eye exam"le baslayip "fundus floresein anjiografi" "psödofloresans", "korneal topografi"lerle devam ederken ne bittigi yeri, ne de hangi noktada pes ettigimi hatirlamiyorum. Peki neden bunla ugrasiyorum? Pek iyi olmadigimi zaten biliyorum. Ancak periferlerimin [oh ortak, where are thou?] benden daha iyi durumda oldugunu zinhar kimse iddia edemez. Hadi ben bilgisayar basinda, resmin pesinde pervane olup tirlattim... Peki dehsete kapilip kinayacagi yerde surecten etkilenip goz hastanesine giden, cihazin icindeki resmin basili halini talep eden, olmadigini ogrenince cihazin marka ve seri numarasini not edip uretici firmaya ulasmaya calisan ve sonuc alamamanin uzuntusunu benimle pek olagan bicimde paylasan zati muhtereme ne demeli?
Cok basitti, imaji bulup asacak ve uzerine su cekilmez hayattan –surpriz ve acili bir goz problemi dahilinde bile olsa- ufacik bir delik vasitasiyla yesil, sade, huzurlu ve minimal bir manzaraya kacis uzerine ucuz edebiyat yapacaktim. Fakat imaji arama sureci basli basina gundem isgalini olusturdu. Daha da kotusu, sinirler bozuldukca imajla aramdaki hissi baglanti da deforme oldu.
Simdi dusundukce resmi histeriyle arzuladigim izolasyona, dogaya ve sadelige kacistan cok huzura dogru bitmek tukenmek bilmeyen, netligi ve mesafesi surekli degisen bir yol, bunalim bir Atif Yilmaz filminde surekli hortlayan bir kare, ruyada kan-ter icinde katedilmeye ugrasilan ve fakat bir turlu kisalmayan mesafe ve varilamayan hedef gibi dusluyorum. Hatta evi de Evil Dead gibi serilere mekan olmaya aday bir tehlike ve dehset kuyusu olarak kurguluyorum. Sanki icinde insanlar var ve o ufak delikten seslerini duyurmak icin haykiriyorlar. Kim bilir, belki de malum resmi bulmaya muvaffak olanlardir. Aman uzak olsun, her iste bir hayir vardir. Zaten goz hastanesindeki asistan da “o resmi bulan geri donmedi” turunden imalarda bulunmus. Kis kis cinler kis kis, yallah cinler yallah...
Thursday, May 22, 2008
you’re a handsome "red" devil
Bu platformun iki basari ve sevinc fukarasi Besiktasli hastasindan biri olarak yasadigim keder ve hayal kirikliklarini, uzaktan gonul verdigim farkli renklerin sevincleriyle yamamaya devam ediyorum. Barcelona bu yil her kulvarda son surat cuvallarken, gectigimiz birkac yil yasattiklari hic de fena degildi. Bir digeri Manchester United ise bu yil Barca’nin yerini aldi ve hem Premier Lig’de, hem de Sampiyonlar Ligi’nde kupayi kaldirarak zugurt avuntusu yasatti.
Herhangi bir cografyanin kirmizi-mavi cekismesinde kirmizidan sastigim bir istisna var mi bilmiyorum. Ama sanmiyorum da. Bu kirmizi seytanlar bu yil once ligde, sonra da CL’de blues’u yikti. Goz kamastirici bir basari. 1999’da Bayern Munich’e karsi 1-0 yenik durumdan oyuna sonradan giren tum zamanlarin en klas 12. adamlarindan once Ole Gunnar Solskjaer, sonra da yasli kurt Teddy Sheringham’in golleriyle kupayi kaldirmalari arasinda saniyorum 3 dakika vardi. CL senaryosu degismedi ve kupa Manu’ya yine bir mucize ile geldi. Bu kez kendi iradesi disinda, buyuk kaptan John Terry’nin kayan ayagindan...
Mac boyu altinci hissim ne kadar Manu lehineyse, penaltilar esnasinda o kadar aleyhineydi. Ronaldo’nun gelisinden ve duraksayisindan kaciracagi belliydi. Ancak son penaltinin basina az sonrasindaki kutlama planlariyla gelen buyuk kaptanin su karedeki kader anini -hem de Van Der Saar’i ters kosedeki carsiya yollamisken- hic beklemiyordum. Geceye dair uzuntu duyacagim tek sey saniyorum mavilerden sevdigim tek oyuncunun sonrasinda yasadigi cokuntu. Anelka topa gelirkense kendisini biraz taniyan herhangi bir futbolseverin penaltiyi kaciracagini hissetmis olmasi cok olagan. Hem gelisinden, hem de her daim mutsuz ve ruhsuz halinden belliydi kaciracagi. Emin oldugum sey ise kacirdiktan sonra cok da fazla iplemeyecegiydi.
Devrimin sir’ü Alex Ferguson cok yasasin, onunla beraber tum zamanlarin futbol sir’ü Bobby Charlton’i ayni karede gormek de ayri bir onurdu. Fakat bu kupayi kendi kendime gelin-guvey olarak bu macla birlikte Manu’nun tarihinin en cok forma giyme rekorunu Sir Charlton’dan calan, Sharp reklamli formayla ve Lee Sharpe’la ciktigi yolda sol taraftan besledigi onlarca forveti eskiten, oynayan efsane, abimiz, canimiz, cigerimiz, Cardiff'limiz, Galli’miz Giggs’e adiyorum. You're a handsome "red" devil! Seni kraliceden once ben Sir ilan ediyorum...
ryan giggs, ryan giggs, running down the wing,
ryan giggs, ryan giggs, running down the wing,
feared by the blues, loved by the reds,
ryan giggs, ryan giggs, ryan giggs.
ryan giggs ryan giggs, running down the wing
ryan giggs ryan giggs, crosses like the king
beats one and two, beats three and four,
he will score, he will score, he will score.
ryan giggs ryan giggs, greatest ever goal
semi-final villa park, ran right through them all
beat half the team, straight in the net
won't forget, won't forget, no we won't forget.
Friday, May 16, 2008
tekrar tekrar kay Breen
Bu semi-kolektif alan sahipleri saniyorum aslinda ait olmadiklari kaykay kulturunu, onu yasatanlari yasatmak uzerinden yasatmayi seviyor. Zaten cogunlukla isin asli bir fenomenin kendisinden ziyade ona duyulan ilgiye ilgi duymakta degil midir? Degilse de degildir. Bu “subbaculta”yi isleyen ve kültlestiren isimler Nick Hornby, Gus Van Sant gibi takdir somurgenleri olunca, bize kulture yakinlasmak dusuyor. Alt-kulturun icinde barindirdigi kentsel/betonarme doku da yumusak karnimiz olunca algi kanallari bu haberlere biraz daha aciliyor. Bes gun sonra tekrar kay Breen...
Kanada’nin New Brunswick eyaletinin baskenti Fredericton’da 25 yasindaki Lee Breen dun bes gunluk hapis cezasini cekmek icin polise teslim oldu. Peki Breen hangi suctan hapse girdi? Fredericton sokaklarinda kaykay ile kaymasi yuzunden bu cezayi aldi. 2007 yazinda sokaklarda kaykay ile kayan Breen kardesine kask almaya giderken kendisini bir gun once uyaran polis memuruna rastladi. Polise ceza odemeyi kabul etmedigini ayrica kaykaya binmeye devam edecegini soyleyince de nisan ayinda mahkemenin huzuruna cikarildi. Hakim kendisine 100 dolar odemesi ya da bes gun hapse girmesi seceneklerini sununca da ozgurlugunu simgelestirmek icin hapse girecegini soyledi.
Dun 80’i kaykayci olmak uzere 120 kisiyle polis karakoluna giden Breen hapse girmeden once “Kentte yasayanlardan alternatif ulasim araclarini kullanmalari isteniyor. Benim yaptigim da buydu” dedi. Cevreye duyarli biri oldugunu anlatan 25 yasindaki is adami belediyenin internet sitesinde vatandaslara otomobilinin anahtarini evde birakma, disari yuruyus ayakkabilariyla ya da bisiklet kaskiyla cikma cagrisinda bulunmasina karsin atmosfere karbondioksit gazi yaymayan bir ulasim aracini kullandigi icin hapse atilmasini anlamsiz buldugunu da soyledi.
taraf
Kanada’nin New Brunswick eyaletinin baskenti Fredericton’da 25 yasindaki Lee Breen dun bes gunluk hapis cezasini cekmek icin polise teslim oldu. Peki Breen hangi suctan hapse girdi? Fredericton sokaklarinda kaykay ile kaymasi yuzunden bu cezayi aldi. 2007 yazinda sokaklarda kaykay ile kayan Breen kardesine kask almaya giderken kendisini bir gun once uyaran polis memuruna rastladi. Polise ceza odemeyi kabul etmedigini ayrica kaykaya binmeye devam edecegini soyleyince de nisan ayinda mahkemenin huzuruna cikarildi. Hakim kendisine 100 dolar odemesi ya da bes gun hapse girmesi seceneklerini sununca da ozgurlugunu simgelestirmek icin hapse girecegini soyledi.
Dun 80’i kaykayci olmak uzere 120 kisiyle polis karakoluna giden Breen hapse girmeden once “Kentte yasayanlardan alternatif ulasim araclarini kullanmalari isteniyor. Benim yaptigim da buydu” dedi. Cevreye duyarli biri oldugunu anlatan 25 yasindaki is adami belediyenin internet sitesinde vatandaslara otomobilinin anahtarini evde birakma, disari yuruyus ayakkabilariyla ya da bisiklet kaskiyla cikma cagrisinda bulunmasina karsin atmosfere karbondioksit gazi yaymayan bir ulasim aracini kullandigi icin hapse atilmasini anlamsiz buldugunu da soyledi.
taraf
Saturday, May 10, 2008
bırakın sosyalleşsin
Hazir yeri gelmemisken gecmisde kalmis da olsa icimizde kalmasin deyip, tekrarlarinin olacagini bildigimiz bir Phonem By Miller organizasyonunun kulaklarini cinlatalim. Kis mevsiminin baslarinda post-punk’in ilahi Gang of Four bu seride garajistanbul sahnesindeydi. “Gang of Four’u gormus olmak” sahiden satilmayacak bir caka degil. Leeds’li bu yasayan efsane gruba dunyanin en muhasir muzik medeniyetlerinde dahi cok sevip denk gelememis muzikseverler mevcut. Gang of Four, yaklasik 30 yillik tarihinde cok sayida gruba esin ve tarz kaynagi olmus, takipcilerinin (misal The Rapture) dahi takipcileri (yerli Kreş) turemis torun torba sahibi bir grup. Hani ilham organlari ikinci jenerasyona naklolmus... Mamafih bir grubun muziginin bunca yil bu kadar taklit edilmis/ornek alinmis olmasi onu yucelttigi kadar, biraz eskimesine de yol acabiliyor.
Sahsen o organizasyonda sadece o efsaneyi izlemek isterdim. O muzige ve hadiseye zaman ve butce yaratmissam, mumkunse algim temiz kabim bos kalsin, dunyami onla doldurayim. Ama organizatorler on grup olarak Gang of Four’un karekökü olan Kreş’i sahneye, hem de saat 11'e dogru cikardi. Grubun sahnede kalis suresi ise basli basina bir “ana hadise”ye donustu. Bu arada ilk ve son kez orada dinledigim Kreş grubunun sahnedeki enerjisine, kalabaligi umursamaksizin kendi dalgalarina bakmasina ve ozguvenine de hakkini vermek isterim. Lakin kafalar o turev muzikle uzun sure o bicim dumduz oldu ki (ben son 85 dakikasina yetistim. Zaten sonlarinda biraktilar artik esinlenmeyi/takipciligi filan, mot-a mot The Rapture sarkilarina gectiler), neredeyse seher vakti sahneye cikan Gang of Four’a mecal kalmadi. Genc grup ana gruptan epey sahne ve zaman, izleyiciden de yipranma payi ve kulak zari calmis oldu desem yeridir. On grup Kreş, ana grup Gang of Four olacagina ana grup Kreş, arka grup Gang of Four gibi absurd bir durum olustu. Bereket Gang of Four yillara ve genclere meydan okuyan hevesi, dinamizmi ve coskusuyla enerji birimlerimizi sifirladi da biz meraklilarinin yasamindaki tarihi an heba olmadi. On grup olgusuyla bir alip veremedigim yok. Hatta ana grubu daha da yuceltir. Fakat mumkunse farkli bir renk secimiyle eklektik bir muzikalite oldugu surece anlam kazanir gorusundeyim.
Nerede kalmistik? Cayir cayir deneysel/indie-rock Istanbul’da tam gaz yol aliyor. Basi sonu belli, onune-sonuna dolgu malzemesi basmayan “akustik” organizasyonlarla... Yukardaki serzenislerin ardindan sanirim bu sadelige ihtiyacimiz var. Handan gecen son yolcu Cuma ve Cumartesi iki gece ust uste konser vermek uzere Kanada’dan gelen, “alternatif”/”indie” kavramini siradanlastirmama mucadelesinin mumtaz temsilcilerinden Broken Social Scene’di. Su girisi yaptigim siralarda sahne ikinci gosteriyle yikiliyor olmali. Nasil oluyor da uye sayisi iki hanelerde dolasan bir grup bu acimasiz korsan muzik endustrisinde ayakta kalabiliyorun cevabi sahnede apacikti. Herkesin fazlasina tamah etmeden esitlik ilkesine ve ekip ruhuna sadik bicimde kendi payina duseni yaptigi grubun kolektivizmine hayranlik duymamak elde degil. Uc kisilik kurucu listesi disindaki tum uyeler farkli gruplardan ve projelerden katilimcilar. Nitekim solist Kevin Drew onlari tanitirken gruplariyla birlikte takdim ediyor. Her konserde bir adet kadin uye kontenjani olusturuluyor ve belli bir listedeki rotasyonla donusumlu olarak dolduruluyor. Ne yalan soyleyeyim ben Emily Haines veya Leslie Feist hayali kurarken bahtimiza Amy Millan cikti ama o da goz alici performansiyla bu sekilcilgimden oturu beni kendimden utandirdi. Ne hikmetse Animal Collective, Spiritualized, BSS gibi gruplarin studyo kayitlari sanki emprovize bir surecin sonu ve ayni sarkilar sahnede asla ayni dizgede tutturulamayacakmis gibi bir his yaratiyor. Fakat konserlerinde aslinda ne yaptiklarinin gayet farkinda oldugunu anliyoruz. Sahnedeki karambolde grubun koyvererek dezorganize bicimde kendine calip oynamasi, ipin ucunu kacirarak sarkilarin yapilarini istedikleri gibi bozmalari pekala kolayken, kulagimizin alisik oldugu versiyonlara birebir sadik kalmalarini da (fazla mi anlam yukluyorum bilmiyorum ama) izleyiciye olan saygilarina yoruyorum.
Bu arada saniyorum Almost Crimes sarkisinin ardindan tum grubun durdugu anda Drew kendi kendine “Good Times Are Killing Me” diye mirildandi. Bunu duyan ben Modest Mouse fanatiginin de yuregi hopladi. Bu guzide Modest Mouse sarkisini mi soyleyeceklerdi yoksa. Cevap tabii ki hayirdi. Ama bir anlami olmaliydi. Konserden sonra ortalikta dolasan davulcu Justin Peroff’a “dogru mu duydum?” diye sordum. Evet, Kevin onu ara sira yapar, cunku sarkiyi cok sever dedi ve Modest Mouse’la iyi arkadas olduklarini soyledi. Sabirsizlikla onlari burda gormek istedigimizi soyledigimde de “hayret, burda calmadilar mi?” diye sordu (“burayi” ne sandiysa garibim). Mutlaka ama mutlaka iletecegini belirtti. Ve yuceltici bir alcakgonullulukle arz-talep dengesini alasagi etti: “Onlar da burda calmayi hakediyorlar”.
Grubun sozcusu Kevin Drew “fantastik” bir sehirde olmaktan duydugu memnuniyeti “hello istanboool”, “sagol”, “hello turkey” gibi kliselerin otesine gecen bir samimiyetle defalarca kez dile getirerek bu alistik gosteriye ciddi bir derinlik kazandirdi. Normalde seyirciye oynamak olarak okudugum klise interaktif gosterilere gelistirmis oldugum alerji de bir haftada iki grupla sifali bir tedavi gormus oldu. Boyle ozgunluk katacaklarsa ne olur hepsi sahnede bizimle sosyallesinler... Ustune Drew konser finalinde, sonrasinda davulcu Peroff'un yaptigi gibi, bizleri yuceltmek suretiyle grupla izleyiciyi ayni seviyeye esitleyerek bu derinligi tescilledi:
“Siz bizi burda gordunuz. Biz de sizi kendi ulkemizde gormek isteriz. Size guvenlik duvari ormelerine izin vermeyin*”
* "don't let them firewall you"... orjinalini belirtme geregi duydum.
Sahsen o organizasyonda sadece o efsaneyi izlemek isterdim. O muzige ve hadiseye zaman ve butce yaratmissam, mumkunse algim temiz kabim bos kalsin, dunyami onla doldurayim. Ama organizatorler on grup olarak Gang of Four’un karekökü olan Kreş’i sahneye, hem de saat 11'e dogru cikardi. Grubun sahnede kalis suresi ise basli basina bir “ana hadise”ye donustu. Bu arada ilk ve son kez orada dinledigim Kreş grubunun sahnedeki enerjisine, kalabaligi umursamaksizin kendi dalgalarina bakmasina ve ozguvenine de hakkini vermek isterim. Lakin kafalar o turev muzikle uzun sure o bicim dumduz oldu ki (ben son 85 dakikasina yetistim. Zaten sonlarinda biraktilar artik esinlenmeyi/takipciligi filan, mot-a mot The Rapture sarkilarina gectiler), neredeyse seher vakti sahneye cikan Gang of Four’a mecal kalmadi. Genc grup ana gruptan epey sahne ve zaman, izleyiciden de yipranma payi ve kulak zari calmis oldu desem yeridir. On grup Kreş, ana grup Gang of Four olacagina ana grup Kreş, arka grup Gang of Four gibi absurd bir durum olustu. Bereket Gang of Four yillara ve genclere meydan okuyan hevesi, dinamizmi ve coskusuyla enerji birimlerimizi sifirladi da biz meraklilarinin yasamindaki tarihi an heba olmadi. On grup olgusuyla bir alip veremedigim yok. Hatta ana grubu daha da yuceltir. Fakat mumkunse farkli bir renk secimiyle eklektik bir muzikalite oldugu surece anlam kazanir gorusundeyim.
Nerede kalmistik? Cayir cayir deneysel/indie-rock Istanbul’da tam gaz yol aliyor. Basi sonu belli, onune-sonuna dolgu malzemesi basmayan “akustik” organizasyonlarla... Yukardaki serzenislerin ardindan sanirim bu sadelige ihtiyacimiz var. Handan gecen son yolcu Cuma ve Cumartesi iki gece ust uste konser vermek uzere Kanada’dan gelen, “alternatif”/”indie” kavramini siradanlastirmama mucadelesinin mumtaz temsilcilerinden Broken Social Scene’di. Su girisi yaptigim siralarda sahne ikinci gosteriyle yikiliyor olmali. Nasil oluyor da uye sayisi iki hanelerde dolasan bir grup bu acimasiz korsan muzik endustrisinde ayakta kalabiliyorun cevabi sahnede apacikti. Herkesin fazlasina tamah etmeden esitlik ilkesine ve ekip ruhuna sadik bicimde kendi payina duseni yaptigi grubun kolektivizmine hayranlik duymamak elde degil. Uc kisilik kurucu listesi disindaki tum uyeler farkli gruplardan ve projelerden katilimcilar. Nitekim solist Kevin Drew onlari tanitirken gruplariyla birlikte takdim ediyor. Her konserde bir adet kadin uye kontenjani olusturuluyor ve belli bir listedeki rotasyonla donusumlu olarak dolduruluyor. Ne yalan soyleyeyim ben Emily Haines veya Leslie Feist hayali kurarken bahtimiza Amy Millan cikti ama o da goz alici performansiyla bu sekilcilgimden oturu beni kendimden utandirdi. Ne hikmetse Animal Collective, Spiritualized, BSS gibi gruplarin studyo kayitlari sanki emprovize bir surecin sonu ve ayni sarkilar sahnede asla ayni dizgede tutturulamayacakmis gibi bir his yaratiyor. Fakat konserlerinde aslinda ne yaptiklarinin gayet farkinda oldugunu anliyoruz. Sahnedeki karambolde grubun koyvererek dezorganize bicimde kendine calip oynamasi, ipin ucunu kacirarak sarkilarin yapilarini istedikleri gibi bozmalari pekala kolayken, kulagimizin alisik oldugu versiyonlara birebir sadik kalmalarini da (fazla mi anlam yukluyorum bilmiyorum ama) izleyiciye olan saygilarina yoruyorum.
Bu arada saniyorum Almost Crimes sarkisinin ardindan tum grubun durdugu anda Drew kendi kendine “Good Times Are Killing Me” diye mirildandi. Bunu duyan ben Modest Mouse fanatiginin de yuregi hopladi. Bu guzide Modest Mouse sarkisini mi soyleyeceklerdi yoksa. Cevap tabii ki hayirdi. Ama bir anlami olmaliydi. Konserden sonra ortalikta dolasan davulcu Justin Peroff’a “dogru mu duydum?” diye sordum. Evet, Kevin onu ara sira yapar, cunku sarkiyi cok sever dedi ve Modest Mouse’la iyi arkadas olduklarini soyledi. Sabirsizlikla onlari burda gormek istedigimizi soyledigimde de “hayret, burda calmadilar mi?” diye sordu (“burayi” ne sandiysa garibim). Mutlaka ama mutlaka iletecegini belirtti. Ve yuceltici bir alcakgonullulukle arz-talep dengesini alasagi etti: “Onlar da burda calmayi hakediyorlar”.
Grubun sozcusu Kevin Drew “fantastik” bir sehirde olmaktan duydugu memnuniyeti “hello istanboool”, “sagol”, “hello turkey” gibi kliselerin otesine gecen bir samimiyetle defalarca kez dile getirerek bu alistik gosteriye ciddi bir derinlik kazandirdi. Normalde seyirciye oynamak olarak okudugum klise interaktif gosterilere gelistirmis oldugum alerji de bir haftada iki grupla sifali bir tedavi gormus oldu. Boyle ozgunluk katacaklarsa ne olur hepsi sahnede bizimle sosyallesinler... Ustune Drew konser finalinde, sonrasinda davulcu Peroff'un yaptigi gibi, bizleri yuceltmek suretiyle grupla izleyiciyi ayni seviyeye esitleyerek bu derinligi tescilledi:
“Siz bizi burda gordunuz. Biz de sizi kendi ulkemizde gormek isteriz. Size guvenlik duvari ormelerine izin vermeyin*”
* "don't let them firewall you"... orjinalini belirtme geregi duydum.
Tuesday, May 6, 2008
play(doh) Sebadoh!
Istanbul neredeyse koca bir kisi, kis aylarinda metropollerin alameti farikalarindan biri oldugunu dusundugum kapali mekanlarda/ barlarda izleyici sayisi 150-300 arasi degisen “gig” kivaminda gurultulu indie rock/punk konserlerden mahrum gecirdi. Bereket Gang of Four gibi bu olumsuz kumenin disinda kalan istisnalar da oldu. Tum bu sahsi onermelerin yaninda, oysa ki mesela 2003-2004 yillari ne verimliydi. Cinerama (performansa bakilirsa daha cok Wedding Present’ti), Stephen Malkmus and the Jicks, Violent Femmes, Girls Against Boys, Lydia Lunch kulagimizda pastan eser birakmamisti. Bu hadiselerin ortak paydasi, mutevazi orta-siklet organizasyonlarin yaninda isi bazen Sonic Youth’a kadar goturen, kabarik istahimizi doyurmaya ugrasan organizasyon girisimleriyle Kod Muzik. Ancak nostalji deyince isin romantizmine daha cok mekanlar hasil oldugundan, saydiktan sonra farkettigim uzere yukardaki tum line-up’a ev sahipligi yapan rahmetli mekan Vox’a da (once Manhattan’di) hatir payesini vermek gerekir.
Son zamanlarda maliyeti dusuk cukkasi yuksek DJ-set performanslar ve “event”lerden artik gina gelmis, sanki tum isimler ve mekanlar birbirini andirmaya baslamisken bu elektronik monotonlukta imdadimiza Radyo Eksen ve Bant gibi gedigin son donem kararli kapaticilari girisimci ruhlar yetisiyor. Gectigimiz haftasonu Radyo Eksen Gutter Twins’in Istanbul’a tesrifine araci olduktan sonra (intibak edemedim yazik ki), dun de “Bant- City Nights by Converse” serisinde Massachusetts'den bir indie-rock emekcisi Sebadoh derdimize derman olmak icin yillarin bu amacta agir-isci mekani Babylon’daydi. Sirada bu konser ekolunden Broken Social Scene ve Shellac var. Kisa baharin kari, ne diyelim.
Konserlerde kendini belli bir janr icinde konumlandirmis gruplar icin kapidaki tehlike –eger cok sevilen ve bilinen bir genis kitle grubu degilse- bir noktadan sonra performansin aynilasmasi, siradanlasmasi ve seyirci ilgisinin lineer olarak azalmasi oluyor. Fakat sahnede surekli degisen, muzikle ve hasin gitar muzigi icindeki turler/turevlerle bir oyun hamuru gibi oynayan, uyeleri arasinda enstrumanlari ve vokali neredeyse tum olasi kombinasyonlarda deneyen Sebadoh icin bu tehlike Tokyo kadar uzak. Ornegin Dinasour Jr.’in bascisi olarak nam salmis Lou Barlow vokal/gitar olarak karsimiza cikarken (akustik gitardan degme elektroya tas cikaran o sizoid sesleri nasil cikariyor anlamis degilim ya neyse), yasli kurt Eric Gaffney olagandisi bir enerjiyle davulla dalga gecercesine oynuyor, oynatiyor, agzimizi acik birakiyor. Sonra gitar/vokal mevkiine gecip costuruyor. Tam donanimli “davulcu” titriyle gruba mudahil olmus Jason Loewenstein bass gitarla basliyor, gitar/vokale gectiginde ise cam-cerceve indiren hardcore bir rock esliginde kafamizi guzelce patlatiyor. Bu rotasyon boyle konser boyu devam etti. Vokale kim gecse kendi gitar ve vokal tarziyla birlikte sanki grubu ve muzigi de degistirdi. Tabii grup multi-vokalist, uyelerin hepsi de multi-entrumentalist olunca ortaya country'den blues’a, punk’dan hard-rock’a harman-corman ve siradanlasmak soyle dursun aksine adrenalin artiran bir kulak ziyafeti cikmasina sasmamali.
Grup icinde grup, tür icinde tür, tarz icinde tarz, konser icinde konser izlemenin ayricaligina erisen izleyici de dinmeyen ilgisiyle bu candan performansa karsilik verdi. Eh bu sehirde ve bu mekanda olmaktan hosnutlugu besbelli; hossohbet, nuktedan ve tum mesafeleri ortadan kaldiran samimi interaktif hallerine kayitsiz kalmak kolay degildi. Saniyorum bu karsilikli gonullu alisveristendir ki Sebadoh’un sahnede kaldikca kalasi, biz izleyicinin de durdukca durasi geldi. Tum duraganligi, sıkıcılıgı ve tatsizliginda haftanin ilk calisma gununun en hizli ve guzel kesiti Sebadoh’a aitti. Belki de Pazartesi gunune guzel bir final oldugu icin etkisi katli oldu. Bize yasattigi “Happy Monday” icin Sebadoh ve emegi gecen herkese tesekkurle birlikte nice Pazartesi konserlerine dilegiyle...
Son zamanlarda maliyeti dusuk cukkasi yuksek DJ-set performanslar ve “event”lerden artik gina gelmis, sanki tum isimler ve mekanlar birbirini andirmaya baslamisken bu elektronik monotonlukta imdadimiza Radyo Eksen ve Bant gibi gedigin son donem kararli kapaticilari girisimci ruhlar yetisiyor. Gectigimiz haftasonu Radyo Eksen Gutter Twins’in Istanbul’a tesrifine araci olduktan sonra (intibak edemedim yazik ki), dun de “Bant- City Nights by Converse” serisinde Massachusetts'den bir indie-rock emekcisi Sebadoh derdimize derman olmak icin yillarin bu amacta agir-isci mekani Babylon’daydi. Sirada bu konser ekolunden Broken Social Scene ve Shellac var. Kisa baharin kari, ne diyelim.
Konserlerde kendini belli bir janr icinde konumlandirmis gruplar icin kapidaki tehlike –eger cok sevilen ve bilinen bir genis kitle grubu degilse- bir noktadan sonra performansin aynilasmasi, siradanlasmasi ve seyirci ilgisinin lineer olarak azalmasi oluyor. Fakat sahnede surekli degisen, muzikle ve hasin gitar muzigi icindeki turler/turevlerle bir oyun hamuru gibi oynayan, uyeleri arasinda enstrumanlari ve vokali neredeyse tum olasi kombinasyonlarda deneyen Sebadoh icin bu tehlike Tokyo kadar uzak. Ornegin Dinasour Jr.’in bascisi olarak nam salmis Lou Barlow vokal/gitar olarak karsimiza cikarken (akustik gitardan degme elektroya tas cikaran o sizoid sesleri nasil cikariyor anlamis degilim ya neyse), yasli kurt Eric Gaffney olagandisi bir enerjiyle davulla dalga gecercesine oynuyor, oynatiyor, agzimizi acik birakiyor. Sonra gitar/vokal mevkiine gecip costuruyor. Tam donanimli “davulcu” titriyle gruba mudahil olmus Jason Loewenstein bass gitarla basliyor, gitar/vokale gectiginde ise cam-cerceve indiren hardcore bir rock esliginde kafamizi guzelce patlatiyor. Bu rotasyon boyle konser boyu devam etti. Vokale kim gecse kendi gitar ve vokal tarziyla birlikte sanki grubu ve muzigi de degistirdi. Tabii grup multi-vokalist, uyelerin hepsi de multi-entrumentalist olunca ortaya country'den blues’a, punk’dan hard-rock’a harman-corman ve siradanlasmak soyle dursun aksine adrenalin artiran bir kulak ziyafeti cikmasina sasmamali.
Grup icinde grup, tür icinde tür, tarz icinde tarz, konser icinde konser izlemenin ayricaligina erisen izleyici de dinmeyen ilgisiyle bu candan performansa karsilik verdi. Eh bu sehirde ve bu mekanda olmaktan hosnutlugu besbelli; hossohbet, nuktedan ve tum mesafeleri ortadan kaldiran samimi interaktif hallerine kayitsiz kalmak kolay degildi. Saniyorum bu karsilikli gonullu alisveristendir ki Sebadoh’un sahnede kaldikca kalasi, biz izleyicinin de durdukca durasi geldi. Tum duraganligi, sıkıcılıgı ve tatsizliginda haftanin ilk calisma gununun en hizli ve guzel kesiti Sebadoh’a aitti. Belki de Pazartesi gunune guzel bir final oldugu icin etkisi katli oldu. Bize yasattigi “Happy Monday” icin Sebadoh ve emegi gecen herkese tesekkurle birlikte nice Pazartesi konserlerine dilegiyle...
not: konserde cektigi fotograflari tembellik yapmadan gecesinde yukleyen ve bugun bize apartma olanagi saglayan flickr kullanicisi ae3000'e tesekkurler.
Saturday, May 3, 2008
this minnosh's gone to heaven
in the beginning, when we were winning...
serencebey Utd/Kultur ve Idman Ocagi'ndan, oldukca eski bir kare...
Uzun sure dunyanin uc ayri cografyasinda artik degerlere ulasabilmek icin copluk karistirmaktan yilmamis, fakat surplase olmaktan geri duramamis local, clearly canadian ve meksikali funksoulbiraderler...
bu kare yillar sonra ortaya ciktiginda, mecburi dunyevi gorevini halen memleketi kanada'da bahtsiz kutup ayisi olarak ifa eden poor leno/echo su yorumda bulunmustu:
"holly Clown!!! bu resim o kadar eski ki, o zamanlar daha richey manics`den kaybolmamis bile olabilir. hatta dikkatli bakarsak resimde arkada bir yerlerde gizlendigini bile görebiliriz.
serencebey lads club, manchester`daki ekurilerini aratmadi. yillarca kultur yeserten koklu bir mekan, koklu bir kurum oluverdi. hala gorevini yeri geldiginde guzelce surduruyor... all hail to serencebey utd"
poor ecko aslinda farkinda olmadan, yillar sonra serencebey'den cikacak richey'i haber veriyordu. o karede belki de gercekten bir yerlerde saklanan, Serencebey Lads Club'in milenyumun basindan beri sadik mudavimi (juliette) minnosh sirra kadem basti. uzerinden kendisini yadedecek kadar zaman da gecti. serencebey'in richey'sinin gizemli ortadan yokolusu oncesi veda notunu yayinlarken, 10 numarali sepetini de hall of fame'e kaldiriyoruz...
and if you need an explanation, then everything must go!
"They made me listen some heavy duty contemporary music since the year of 2000. Finally, I Lost Myself on 23rd of April night - 2008 .
I remember very well. A bit cool but lovely spring night. Barca - ManU game was on that night.
They were tied.
I left from home window and never came back. Nobody knows if I died or killed myself or simply gone away. 4 REAL.
The last place that I have been caught is Sinanpasa Mescit sok , Serencebey. If you see me, please let me know."
Subscribe to:
Posts (Atom)