Hepsinden onemlisi, sinir bozuklugu yerine yorgunluk, bikkinlik, hazimsizlik yerine mutlu olacak, yasama sevinci bulunacaktir. Zorunlu calisma bos zamanlari zevkli kilmaya yetecek kadar olacak ama bitkinlik yaratacak kadar olmayacaktir. Insanlar bos zamanlarinda yorgun olmayacaklarindan sadece edilgin ve yavan eglenceler istemeyeceklerdir. Insanlarin hic degilse %1'i, meslek calismalari disindaki vakitlerini su ya da bu cins bir kamu yararini hedef tutan calismalara ayirabilecekler ve bu calismalar gecim saglamak kaygisiyla yapilmadigi icin de, ozgunluklerinin karsisina cikacak hicbir engelle karsilasmayacaklari gibi, yasli ustatlarin koydugu olculere uymak zorunda kalmayacaklardir. Ama aylakligin ustunlukleri sadece bu gibi ozel durumlarda ortaya cikmakla kalmayacaktir. Siradan erkeklerle kadinlar, mutlu yasama firsati elde edeceklerinden daha sevgi dolu olacaklar, kendi goruslerine uymayanlara daha hosgoruyle ve daha az kuskuyla bakacaklardir. Kismen bu nedenle, kismen de savas uzun ve zorlu calismalari gerektireceginden, savas istegi ortadan kalkacaktir. Iyi huyluluk, butun torel nitelikler icinde, dunyanin en cok ihtiyac duydugu bir niteliktir ve iyi huy, cetin cabalarla dolu bir hayatin degil, rahatin, guvenlik duygusunun bir urunudur. Modern uretim yontemleri hepimize rahat etme ve kendimizi guvenlik icinde duyma olanagini verdigi halde, bizler bunun yerine bazi insanlarin asiri derecede calismasi, bazilarinin da acliktan kivranmasi yontemini secmisizdir. Simdiye kadar hep, tipki makinalarin bulunmadigi zamanlarda oldugu gibi, butun enerjimizi ortaya koymayi surdurduk; yaptigimiz budalalikti, ama sonuna kadar da budalalikta diretme icin hicbir neden yok ortada.
Bertrand Russell - Aylakliga Ovgu
Monday, August 31, 2009
Friday, August 28, 2009
sienna miller as in the fairy tales
ingiliz basini bu kadina bayiliyor.
haksiz da sayilmazlar.
GQ eylul/2009 (british) kapagini suslemesi bosuna degil.
pazartesi gelen ek: GQ'ya ozgu olmayan, hemen hemen butun dergilere iliskin bir sorun var bence. simdi, elimin altindaki derginin satis bedeli 4pound, 10lira filan . iceridi tanitimi yapilan etro marka bir takim ise 7000kusur pound, yani neredeyse 20bin lira... 7500pound a suit alabilecek bir herife 4pound'a mecmua satmak, 4pound a mecmua alabilecek baska bir herife de 7500poundluk bir suit tanitmak gercekten sacma. misal, gardrobu prada, gucci, etro dolu zenginler icin GQ exclusive baskisi cikartilsin ve fiyati da en az 100papel olsun. boylece hem yayinin gelirleri artacak hem de zengin okurlar kendileri icin bir seyler cikartildigini hissedecek ve musteri memnuniyeti tavan yapacaktir. bazen medya sektorunun yeterince zeki olmadigini dusunuyorum.
haksiz da sayilmazlar.
GQ eylul/2009 (british) kapagini suslemesi bosuna degil.
pazartesi gelen ek: GQ'ya ozgu olmayan, hemen hemen butun dergilere iliskin bir sorun var bence. simdi, elimin altindaki derginin satis bedeli 4pound, 10lira filan . iceridi tanitimi yapilan etro marka bir takim ise 7000kusur pound, yani neredeyse 20bin lira... 7500pound a suit alabilecek bir herife 4pound'a mecmua satmak, 4pound a mecmua alabilecek baska bir herife de 7500poundluk bir suit tanitmak gercekten sacma. misal, gardrobu prada, gucci, etro dolu zenginler icin GQ exclusive baskisi cikartilsin ve fiyati da en az 100papel olsun. boylece hem yayinin gelirleri artacak hem de zengin okurlar kendileri icin bir seyler cikartildigini hissedecek ve musteri memnuniyeti tavan yapacaktir. bazen medya sektorunun yeterince zeki olmadigini dusunuyorum.
Thursday, August 27, 2009
kanal tedavisi
Hicbir zaman sporun seyredicisi oldugum kadar yapicisi olmadim kabul ama salonda yapilan ve rekabet icermeyen (fitness, vucut gelistirme vs) salon sporundan ayrica bir hazzetmem. Suni yontemlerle havalandirilan, dip dibe olusuyla birincil hayvani gudulerden alan (space) mefhumuna kasteden, kalin duvarlarla sinirlandirilmis, alete dayali olmasina binaen oldukca edilgen ve programli bu aktivitenin sporun tabiatindaki ozgurluk olgusuyla da ters dustugu fikrindeyim. Hem kaslari hergun belli bir program cercevesinde ve ayni yonde calistirmanin –eger derdiniz kilonuzu korumak degilse- faydasina da pek inanmiyorum. Zaten mutemadi bir vucut gelisimi veya diriligi istiyorsaniz tum yapmaniz gereken sadece hayat boyu devam etmeniz. Hadi bir yil vucut gelistireyim, o kaslar da beni uc yil gotursun gibi bir dusunceniz olmasin zira kaslar da muhtemelen yapay ve fazlasiyla edilgen bir gelisim sureci yasadigi icin kisa zamanda eskiye donuyor. Kondsiyona katkisi deseniz o kadarcik metrekarede kesintili aktivitelerle vucudunuz ve o yapay havada akcigeriniz ne kadar kapasiteyle calisabilir bunlar da supheli.
Her elestirinin ya da yapibozumun bir alternatif sunmasi gerektigini dusundugum icin bu istifrayi izleyen bir eylem planim elbet var. Bu aralar hergun kosuyorum. Bulungudum yerden gecen L’Ourcq kanali 100 km’ye yakin bir uzunlukta olup birkac sehirle birlikte neredeyse tum Paris’i geciyor. Etrafina dogal olarak konuslanmis, bazi yerlerde sikligi ile orman izlenimi yaratan agaclarin sagladigi ambiyans eger Istanbul’da olsaydi ya agaclar coktan tas yapilara donusmustu, donusmediyse de bizde yayip kafayi cekme istegi dogururdu. Zaten dag haline gelen bira ve sarap siseleri siki bir korumayi beraberinde getirir ve jandarmalarin gozetiminde “mangal keyfi” yapiyor hale gelirdik. Hos Paris’te gectigi merkezi bolgelerde de sarap ve gitar esliginde bir “akdeniz aksamlari” kulturu hakimiyeti yok degil fakat cok buyuk bolumu tertemiz ve el degmemis. Kanalin her iki yaninda bisiklet ve kosu parkuru var. Dilerseniz metro veya baska toplu tasima araclariyla 45 dakikada cekeceginiz yolu bisiklet ile dumduz bu kanali izleyerek daha kisa surede ve daha cok egzersizle gecebilirsiniz.
Geldigim ilk gun o kadar provoke olmusum ki derhal Dekathlon’a gidip bir cift kosu ayakkabisi aldim ve yolu kosarak dondum. Dermisim. Yok arabayla gitmistim, once eve ugradim, oradan da istikamet Canal de l’Ourcq. Temiz hava, bedava oksijen, yemyesil manzara, sinirsiz gokyuzu, genis alan, nefes egzersizi, doga zevki ve kondisyon hepsi bir arada. Beni bile bastan cikardiysa on dakikada bir karsilastigim az sayidaki kosan ya da yuruyen insandan geri kalan milyonlarca insanin nasil bir motivasyon aracina ihtiyac duydugunu bilemiyorum. Bisiklete lafim yok, Paris sonunda uzak komsulari Hollanda’nin izinden gitmeye karar vermis, baktiginiz her kadraja en az biri giriyor. Aykiri belediye baskani Delonoe tam bir otomobil dusmani ve kenti onlardan temizlemeye kararli. Pek cok caddede her sabah bakimi gezici calisanlarca yapilan, halka acik ve yarim saate kadar bedava olan bisikletlerin bulundugu noktalar var. Yarim saat dolmadan surekli degistirerek tum gun bedava gezebilirsiniz. Ama aradiniz mi bulunmuyor; benim elimde patladi ve iki saat parasi kredi kartina gecti. Saglik oldu, boylesine feda olsun.
Ne yazik ki icinde bulundugum kosullardan ciktigimda bu rutinin son bulacagini biliyorum cunku buralarin en onemli ozelligini atliyoruz: Yokussuzluk ne buyuk nimetmis; hic bir zaman sporun oncesi, sonrasi ve sirasi bu kadar kolay olmamisti. Istanbul’da once araba yolu ve egzos (yeminle dogrusunu bilmiyorum) dumanindan uzak, mubalagasiz 3 metre mubalagali 1 metre genisliginde olanlar disinda bir kiyi seridi bulmak, tabii ki arabayla gitmek, musait bir yere parkedip kosup ayni noktaya donmek gerekiyor ki herhalde bir spor suresi kadar da oncesi ve sonrasina zaman gommek gerekiyor. Bu durumda onlara sagligin yollari, bize kursunlar (element olan)…
Her elestirinin ya da yapibozumun bir alternatif sunmasi gerektigini dusundugum icin bu istifrayi izleyen bir eylem planim elbet var. Bu aralar hergun kosuyorum. Bulungudum yerden gecen L’Ourcq kanali 100 km’ye yakin bir uzunlukta olup birkac sehirle birlikte neredeyse tum Paris’i geciyor. Etrafina dogal olarak konuslanmis, bazi yerlerde sikligi ile orman izlenimi yaratan agaclarin sagladigi ambiyans eger Istanbul’da olsaydi ya agaclar coktan tas yapilara donusmustu, donusmediyse de bizde yayip kafayi cekme istegi dogururdu. Zaten dag haline gelen bira ve sarap siseleri siki bir korumayi beraberinde getirir ve jandarmalarin gozetiminde “mangal keyfi” yapiyor hale gelirdik. Hos Paris’te gectigi merkezi bolgelerde de sarap ve gitar esliginde bir “akdeniz aksamlari” kulturu hakimiyeti yok degil fakat cok buyuk bolumu tertemiz ve el degmemis. Kanalin her iki yaninda bisiklet ve kosu parkuru var. Dilerseniz metro veya baska toplu tasima araclariyla 45 dakikada cekeceginiz yolu bisiklet ile dumduz bu kanali izleyerek daha kisa surede ve daha cok egzersizle gecebilirsiniz.
Geldigim ilk gun o kadar provoke olmusum ki derhal Dekathlon’a gidip bir cift kosu ayakkabisi aldim ve yolu kosarak dondum. Dermisim. Yok arabayla gitmistim, once eve ugradim, oradan da istikamet Canal de l’Ourcq. Temiz hava, bedava oksijen, yemyesil manzara, sinirsiz gokyuzu, genis alan, nefes egzersizi, doga zevki ve kondisyon hepsi bir arada. Beni bile bastan cikardiysa on dakikada bir karsilastigim az sayidaki kosan ya da yuruyen insandan geri kalan milyonlarca insanin nasil bir motivasyon aracina ihtiyac duydugunu bilemiyorum. Bisiklete lafim yok, Paris sonunda uzak komsulari Hollanda’nin izinden gitmeye karar vermis, baktiginiz her kadraja en az biri giriyor. Aykiri belediye baskani Delonoe tam bir otomobil dusmani ve kenti onlardan temizlemeye kararli. Pek cok caddede her sabah bakimi gezici calisanlarca yapilan, halka acik ve yarim saate kadar bedava olan bisikletlerin bulundugu noktalar var. Yarim saat dolmadan surekli degistirerek tum gun bedava gezebilirsiniz. Ama aradiniz mi bulunmuyor; benim elimde patladi ve iki saat parasi kredi kartina gecti. Saglik oldu, boylesine feda olsun.
Ne yazik ki icinde bulundugum kosullardan ciktigimda bu rutinin son bulacagini biliyorum cunku buralarin en onemli ozelligini atliyoruz: Yokussuzluk ne buyuk nimetmis; hic bir zaman sporun oncesi, sonrasi ve sirasi bu kadar kolay olmamisti. Istanbul’da once araba yolu ve egzos (yeminle dogrusunu bilmiyorum) dumanindan uzak, mubalagasiz 3 metre mubalagali 1 metre genisliginde olanlar disinda bir kiyi seridi bulmak, tabii ki arabayla gitmek, musait bir yere parkedip kosup ayni noktaya donmek gerekiyor ki herhalde bir spor suresi kadar da oncesi ve sonrasina zaman gommek gerekiyor. Bu durumda onlara sagligin yollari, bize kursunlar (element olan)…
Tuesday, August 25, 2009
Y: you lucky last man!
su siralar aklimi Y: the last man sayilarini edinmekle bozdum. bozdum da bir ise yaradi mi? nein. bir an once hayirsever bir arkadasimin kapikule'yi asmasini bekliyorum (ortak duy bu sesi!). nedense, internetten alisverise hala guvenebilmis degilim. ustelik bu sinir otesi olunca, benim icin durum daha da yanina yanasilmaz bir hal aliyor. aslinda benimki epey gec bir kesif. cizgi roman serisi sona ermis (biliyorsaniz sakin soylemeyin!) bile. muhtemelen birileri coktan film haklarini satin almistir ve cok da uzak olmayan bir gelecekte, belki de avatar'i izlemek icin sinemaya gittigimizde Y: the last man on earth fragmanini izleyecegiz. Eger ucleme yapacaklara ilk bolumun adini tahmin edeyim Y: the journey begins. cok mu siradan oldu?
her ne ise, hikayemiz kabaca soyle; annesi demokrat bir senator olan yorick, ipsiz sapsiz herifin biridir. derken cok yakin bir gun, y kromozumu tasiyan butun memeliler patir patir dokulur. yonrick artik gezegendeki tek erkek insandir. ruya gibi degil mi? :S tanidigi kadinlarin hepsi "dunya uzerindeki tek erkek olsan seninle yatmam" dese de, geriye hic de azimsanmayacak 3 milyar secenek kaliyor ve bu gercekten fena sayilmaz.
ilk sayisini suradan ucretsiz okumak mumkun.
yalnizca kadinlarin yasadigi bir dunya... aslinda en az "yalnizca erkeklerin yasadigi bir dunya" kadar urkutucu bir tahayyul. insanlar ve/veya toplumlar arasinda iktidar mucadelesi devam ettigi surece, kadin ya da erkek olmak bu isin yalnizca arka planini olusturacak. henuz okuyamadim ama, yorick'in icinde gezindigi dunya muhtemelen en az erkek ve kadinlarin beraber yasadigi dunya kadar -ve belki daha da fazla- acimasizdir. o yuzden (nasil topralayacagimi bilemedim)... birbirimizin degerini bilelim :S sairin dedigi gibi care gelmez aglamaktan, ayrilir mi et tirnaktan? (kapaktaki astronota ne olmus oyle ya?)
her ne ise, hikayemiz kabaca soyle; annesi demokrat bir senator olan yorick, ipsiz sapsiz herifin biridir. derken cok yakin bir gun, y kromozumu tasiyan butun memeliler patir patir dokulur. yonrick artik gezegendeki tek erkek insandir. ruya gibi degil mi? :S tanidigi kadinlarin hepsi "dunya uzerindeki tek erkek olsan seninle yatmam" dese de, geriye hic de azimsanmayacak 3 milyar secenek kaliyor ve bu gercekten fena sayilmaz.
ilk sayisini suradan ucretsiz okumak mumkun.
yalnizca kadinlarin yasadigi bir dunya... aslinda en az "yalnizca erkeklerin yasadigi bir dunya" kadar urkutucu bir tahayyul. insanlar ve/veya toplumlar arasinda iktidar mucadelesi devam ettigi surece, kadin ya da erkek olmak bu isin yalnizca arka planini olusturacak. henuz okuyamadim ama, yorick'in icinde gezindigi dunya muhtemelen en az erkek ve kadinlarin beraber yasadigi dunya kadar -ve belki daha da fazla- acimasizdir. o yuzden (nasil topralayacagimi bilemedim)... birbirimizin degerini bilelim :S sairin dedigi gibi care gelmez aglamaktan, ayrilir mi et tirnaktan? (kapaktaki astronota ne olmus oyle ya?)
Monday, August 24, 2009
ethosparis
Kanuni ablamin annesi, veya abimin kayin validesi , ya da dunurum Ann Leroux oldukca basarili bir girisimci. Altmis yasindan sonra (ozellikle rakamla degil yaziyla yazdim ki okursa yas mevzuuna cakozlamasin diye :S *) ciktigi yolculukta geldigi nokta hem saskinlik hem de gurur verici. Hakcasi bu ise girisirken kimse girisimin akibeti konusunda bugun bulundugu yeri ongormuyordu. Kimilerine gore macera kimilerine gore ise bir gec-orta yas kriziydi. Velakin niyetim burada bir basari hikayesinden ote, halen insanligin ve onun kismen de olsa hukmedebildigi piyasanin orjinal oldugu kadar duyarli fikir ve projelere acik oldugunu vurgulamak. Vurgulamak suretiyle kabasini aldiktan sonra icerigin hafifce kalibrasyonuna gecebiliriz.
Paris menseili Ethos adinda tekstil alanindaki bu girisim adindan da anlasilacagi uzeere ‘fair trade’ dusturu altinda tamamiyle hakkaniyetli iscilik ve katkisiz organik materyal uzerine bina edilmis bir mutesebbis. Yolculugun baslangici olan 2002 yili, matematigimizin yardimiyla gecen sureyi bize hatirlatirken girisimin saglamligi konusunda da guven veriyor. Ilk basladiklarinda acikcasi dizayn hususunda biraz problem yasadiklarini, yuksek fiyatlari da goz onune aldigimizda kurumun salt cevreye duyarli ve emege saygili tuketicilerle ayakta kalabilmesinin pek mumkun olmadigini dusunuyordum. Nereden biliyorum, sevgili yengem bu urunleri direkt tuketici ile bulusturacagi bir butik isine girmis ve mutevazi bir servet batirmisti (ayni sebepten oturu rakam vermedim dikkat ederseniz :S). Zira Paris gibi bir yerde sadece duyarli birkac vatandasin destegiyle kiranizin yarisini bile cikaramazsiniz. Belki bugunku sartlarda - biraz da muhasebe bilgisiyle :S- hersey cok daha iyi olabilirdi zira bahsettigim iki handikap da ortadan kalkmis durumda.
‘Fair Trade’ dogasi geregi temiz iscilik (cocuksuz, emek somurusuz, adil ve karsilikli) oldugundan maliyetin buyuk kismi buna gidiyordu. Eh, ham madde de katekulliye imkan taniyan bir takim tarim tekniklerini reddeden zor ve zahmetli yollardan elde edilince maliyet katlaniyordu. Yukselen fiyati tuketiciye minimum oranda yansitmak demek de dizayn, satis noktasi ve tanitim gibi onemli kalemlerden feragat anlamina geliyordu. Artik hem gelisen ve ucuzlayan uretim teknikleri sayesinde fiyatlar ciddi anlamda makul, hem de ehil designatorlerin estetik dizayni ile urunler goz zevkine cok daha uygun. Ofislerine gittim, hepsi okumus cocuklar :S Beni ziyadesiyle etkileyen sey uretim modeli ve kurumun varolus manifestosuna duyduklari heyecan oldu ki mutluluk recetesinde mutlak suretle ac karnina bir parca yaptigin isi sevmek yazilir. 15 civari calisanin bir kismi tekstil devlerinde yillarca calisarak hem uretim hem de tuketim piyasasinin dinamiklerini tecrube ettikten, muhtemelen para ve kariyer gibi hirslari da yendikten sonra kendilerine daha etkin ve heyecan dolu bir rol bicen Ethos bunyesine katilmis kisiler. Bir kismi ise belki burada veya benzer baska bir projede devam edecek, belki de bu biricik tecrubeyi devler ligine tasiyacak henuz is hayatina yeni atilmis gencler. Ama en buyuk ortak noktalari tamamina yakininin vejetaryen olusu olsa gerek :S
Daha derinlikli bilgi ve gorseller icin http://www.ethosparis.com/ adresini ziyaret edebilirsiniz. Urunlerle ilgilenir misiniz bilmem (bende bir sweatshirt’leri var, hakikaten 100% organik pamuk baska bir seymis, o kadar rahat ki sanki uzerimde hic yokmus gibi) lakin fikir, proje ve badireleriyle birlikte yolculugun tarihcesi namina okunmaya deger metinler var. Yahut ozellikle merkez Avrupa’da konuslanmis goz kamastirici satis agina Turkiye’den bir nokta da siz eklemek istersiniz, kim bilir? (siz bilirsiniz tabii ama mutlaka iyi bir muhasebeci tutun :S).
Son olarak sevgili abimin Ethos’u bloga girdi amacli klavyeye alacagimi soyledigimde sarfettigi cumle ile kapatmak istiyorum : “Ingilizce yaz o zaman Ann da okur, guzel de bir jest olur” :S **
* Bu latin alfabesini kullaniyor olmak kuresellik adina iyi de, gizli kapakli is yapmayi sevdigimiz icin yabancilarin anlamayacagi bir rakam notasyonu kullansak hic fena olmazmis. Bir ornek; cok asina olmadigimdan adini hangisiydi hatirlamiyorum ama turistik yerlerimizden birinde yabanci turistler ve yerliler icin iki ayri fiyati belirten suna benzer bir ibare vardi:
Museum: 5 Euro
Muze: Uc Lira :S
** Yaziya baktiginda bu cok sayidaki :S ibaresinin ne anlama geldigini Ann’a nasil aciklayacagimi ve onu bunun gayet ciddiye alinmis bir tanitim yazisi olduguna nasil inandiracagimi bilmiyorum. Onu da mi yaziyla yassaydim (iki nokta ust uste buyuk se) diye dusunuyorum simdi. Olmadi buyur elektronik sozluk, inanmiyorsan yaz cevirt derim :S
Paris menseili Ethos adinda tekstil alanindaki bu girisim adindan da anlasilacagi uzeere ‘fair trade’ dusturu altinda tamamiyle hakkaniyetli iscilik ve katkisiz organik materyal uzerine bina edilmis bir mutesebbis. Yolculugun baslangici olan 2002 yili, matematigimizin yardimiyla gecen sureyi bize hatirlatirken girisimin saglamligi konusunda da guven veriyor. Ilk basladiklarinda acikcasi dizayn hususunda biraz problem yasadiklarini, yuksek fiyatlari da goz onune aldigimizda kurumun salt cevreye duyarli ve emege saygili tuketicilerle ayakta kalabilmesinin pek mumkun olmadigini dusunuyordum. Nereden biliyorum, sevgili yengem bu urunleri direkt tuketici ile bulusturacagi bir butik isine girmis ve mutevazi bir servet batirmisti (ayni sebepten oturu rakam vermedim dikkat ederseniz :S). Zira Paris gibi bir yerde sadece duyarli birkac vatandasin destegiyle kiranizin yarisini bile cikaramazsiniz. Belki bugunku sartlarda - biraz da muhasebe bilgisiyle :S- hersey cok daha iyi olabilirdi zira bahsettigim iki handikap da ortadan kalkmis durumda.
‘Fair Trade’ dogasi geregi temiz iscilik (cocuksuz, emek somurusuz, adil ve karsilikli) oldugundan maliyetin buyuk kismi buna gidiyordu. Eh, ham madde de katekulliye imkan taniyan bir takim tarim tekniklerini reddeden zor ve zahmetli yollardan elde edilince maliyet katlaniyordu. Yukselen fiyati tuketiciye minimum oranda yansitmak demek de dizayn, satis noktasi ve tanitim gibi onemli kalemlerden feragat anlamina geliyordu. Artik hem gelisen ve ucuzlayan uretim teknikleri sayesinde fiyatlar ciddi anlamda makul, hem de ehil designatorlerin estetik dizayni ile urunler goz zevkine cok daha uygun. Ofislerine gittim, hepsi okumus cocuklar :S Beni ziyadesiyle etkileyen sey uretim modeli ve kurumun varolus manifestosuna duyduklari heyecan oldu ki mutluluk recetesinde mutlak suretle ac karnina bir parca yaptigin isi sevmek yazilir. 15 civari calisanin bir kismi tekstil devlerinde yillarca calisarak hem uretim hem de tuketim piyasasinin dinamiklerini tecrube ettikten, muhtemelen para ve kariyer gibi hirslari da yendikten sonra kendilerine daha etkin ve heyecan dolu bir rol bicen Ethos bunyesine katilmis kisiler. Bir kismi ise belki burada veya benzer baska bir projede devam edecek, belki de bu biricik tecrubeyi devler ligine tasiyacak henuz is hayatina yeni atilmis gencler. Ama en buyuk ortak noktalari tamamina yakininin vejetaryen olusu olsa gerek :S
Daha derinlikli bilgi ve gorseller icin http://www.ethosparis.com/ adresini ziyaret edebilirsiniz. Urunlerle ilgilenir misiniz bilmem (bende bir sweatshirt’leri var, hakikaten 100% organik pamuk baska bir seymis, o kadar rahat ki sanki uzerimde hic yokmus gibi) lakin fikir, proje ve badireleriyle birlikte yolculugun tarihcesi namina okunmaya deger metinler var. Yahut ozellikle merkez Avrupa’da konuslanmis goz kamastirici satis agina Turkiye’den bir nokta da siz eklemek istersiniz, kim bilir? (siz bilirsiniz tabii ama mutlaka iyi bir muhasebeci tutun :S).
Son olarak sevgili abimin Ethos’u bloga girdi amacli klavyeye alacagimi soyledigimde sarfettigi cumle ile kapatmak istiyorum : “Ingilizce yaz o zaman Ann da okur, guzel de bir jest olur” :S **
* Bu latin alfabesini kullaniyor olmak kuresellik adina iyi de, gizli kapakli is yapmayi sevdigimiz icin yabancilarin anlamayacagi bir rakam notasyonu kullansak hic fena olmazmis. Bir ornek; cok asina olmadigimdan adini hangisiydi hatirlamiyorum ama turistik yerlerimizden birinde yabanci turistler ve yerliler icin iki ayri fiyati belirten suna benzer bir ibare vardi:
Museum: 5 Euro
Muze: Uc Lira :S
** Yaziya baktiginda bu cok sayidaki :S ibaresinin ne anlama geldigini Ann’a nasil aciklayacagimi ve onu bunun gayet ciddiye alinmis bir tanitim yazisi olduguna nasil inandiracagimi bilmiyorum. Onu da mi yaziyla yassaydim (iki nokta ust uste buyuk se) diye dusunuyorum simdi. Olmadi buyur elektronik sozluk, inanmiyorsan yaz cevirt derim :S
Saturday, August 22, 2009
juliet naked
koca nick'in yeni romani "juliet naked" eylul sonuna dogru raflardaki yerini aliyor. tabii bu raflar, amerika'da ve ingiltere'de. oncede "eger oralara yolu dusecek bir arkadasiniz varsa parfum yerine kitap siparisi verin" derdim ama, simdi elinizin altinda internet var ve dolayisiyla nasil isterseniz oyle yapin, beni ilgilendirmiyor. keci gibi inatci, yasli ve alkolik bir adam olsaydim, son cumleyi "caniniz cehenneme" diye bitirirdim. sel yayinlarinin; telifiydi, cevirisiydi, baskisiydi... turkiye'de yayinlanmasi herhalde yilbasini bulacaktir.
kisisel olcekte, hornby, butun kitaplarini ve pek cok makalesini okudugum nadir, omur boyu okumaktan sikilmayacagima inandigim yegane yazar olma niteligini tasiyor ve bu unvani uzun sure kaybetmeyecege benziyor. bir ara, eger ki usenmezsem, bir hornby incelemesi yazmak istiyorum.
simdilik heyecani biraz olsun yukseltmek adina, size UK ve US baskilari icin hazirlanan kapak tasarimlarini, ayrica kitaba iliskin kisa bir synopsis'i sunuyorum. keyifli okumalar efe'm.
UK
US
ve synopsis:
Annie loves Duncan—or thinks she does. Duncan loves Annie, but then, all of a sudden, he doesn’t. Duncan really loves Tucker Crowe, a reclusive Dylanish singer-songwriter who stopped making music ten years ago. Annie stops loving Duncan, and starts getting her own life. In doing so, she initiates an e-mail correspondence with Tucker, and a connection is forged between two lonely people who are looking for more out of what they’ve got. Tucker’s been languishing (and he’s unnervingly aware of it), living in rural Pennsylvania with what he sees as his one hope for redemption amid a life of emotional and artistic ruin—his young son, Jackson. But then there’s also the new material he’s about to release to the world: an acoustic, stripped-down version of his greatest album, Juliet—entitled, Juliet, Naked.
What happens when a washed-up musician looks for another chance? And miles away, a restless, childless woman looks for a change? Juliet, Naked is a powerfully engrossing, humblingly humorous novel about music, love, loneliness, and the struggle to live up to one’s promise.
(Riverhead Book, sonhabar 2009 katalogundan)
kisisel olcekte, hornby, butun kitaplarini ve pek cok makalesini okudugum nadir, omur boyu okumaktan sikilmayacagima inandigim yegane yazar olma niteligini tasiyor ve bu unvani uzun sure kaybetmeyecege benziyor. bir ara, eger ki usenmezsem, bir hornby incelemesi yazmak istiyorum.
simdilik heyecani biraz olsun yukseltmek adina, size UK ve US baskilari icin hazirlanan kapak tasarimlarini, ayrica kitaba iliskin kisa bir synopsis'i sunuyorum. keyifli okumalar efe'm.
UK
US
ve synopsis:
Annie loves Duncan—or thinks she does. Duncan loves Annie, but then, all of a sudden, he doesn’t. Duncan really loves Tucker Crowe, a reclusive Dylanish singer-songwriter who stopped making music ten years ago. Annie stops loving Duncan, and starts getting her own life. In doing so, she initiates an e-mail correspondence with Tucker, and a connection is forged between two lonely people who are looking for more out of what they’ve got. Tucker’s been languishing (and he’s unnervingly aware of it), living in rural Pennsylvania with what he sees as his one hope for redemption amid a life of emotional and artistic ruin—his young son, Jackson. But then there’s also the new material he’s about to release to the world: an acoustic, stripped-down version of his greatest album, Juliet—entitled, Juliet, Naked.
What happens when a washed-up musician looks for another chance? And miles away, a restless, childless woman looks for a change? Juliet, Naked is a powerfully engrossing, humblingly humorous novel about music, love, loneliness, and the struggle to live up to one’s promise.
(Riverhead Book, sonhabar 2009 katalogundan)
Thursday, August 20, 2009
the gri otobus
metalik gri boyali otobusleri ile, sirtinda cantasi evden kacmis ve parasiz tasrali bir cocugu buyuk sehire kim ulastirir?
it is always greyhound baby
oldum olasi bayildim bu otobuslere. paril paril ve huzur veren, ozguvenli tasarimlar. bizim kelle koltuk seyahat firmalari ile devrile devrile yol aldigimiz yillarda, tv'den gordugumuz greyhoundlar deri dosemeleri ile gayet konforlu duruyordu. gecenin korunde mola veren otobusten gozlerimizi guc bela aralayip otoyol kiyisina kurulmus benzinligin lokantasinda corba (genelde mercimek ya da ezogelin) icmek yolculugun en sevdigim kismiydi. grayhound'un klasik ve afilli araclariyla yolculuk yapma sansini yakalayan amerikali gezginlerin ayni lukse sahip oldugunu sanmiyorum. onlar da illa mola veriyorlardir da, kahve+yumurta+kizarmis ekmek kombinasyonu bol limonlu bir ezonun yerini tutmaz, tutamaz.
it is always greyhound baby
oldum olasi bayildim bu otobuslere. paril paril ve huzur veren, ozguvenli tasarimlar. bizim kelle koltuk seyahat firmalari ile devrile devrile yol aldigimiz yillarda, tv'den gordugumuz greyhoundlar deri dosemeleri ile gayet konforlu duruyordu. gecenin korunde mola veren otobusten gozlerimizi guc bela aralayip otoyol kiyisina kurulmus benzinligin lokantasinda corba (genelde mercimek ya da ezogelin) icmek yolculugun en sevdigim kismiydi. grayhound'un klasik ve afilli araclariyla yolculuk yapma sansini yakalayan amerikali gezginlerin ayni lukse sahip oldugunu sanmiyorum. onlar da illa mola veriyorlardir da, kahve+yumurta+kizarmis ekmek kombinasyonu bol limonlu bir ezonun yerini tutmaz, tutamaz.
Monday, August 17, 2009
so politic
alpay erdem ve bir grup arkadasi cici adinda yeni bir mizah dergisi cikarmislar. mecmua isine daha once deginmistim sanirim. aslinda penguen, uykusuz filan fena degil. fakat her ne hikmetse haftalik dergi takibini beceremiyorum bir turlu. tayyipsiz, baykalsiz filanmis. ve iddia ettiklerine gore politik kapak yapmamak da muhalif bir tavirmis. tercihe hic bir sozum yok. kimse kimseyi "neden boyle bir dergi cikariyorsun" diye suclayamaz. cesitlilik iyidir. (gecen gun suc ortagim bana "100 cicek acsin bin fikri yarissin" dedi. kendi sozuymus soyledigine gore.) ama bunu yaparken muhalefet'i surdurdugunu iddia etmek de bana kalirsa luzumsuz. cici ekibinin kriterlerini gozonune alip, memleketin en muhalif bes dergisini belirledim;
5-fhm
4-otoshow
3-emine s. beder hamur isleri sayisi (bence bir klasiktir)
2-skylife
1-gulbence (editor: gulben ergen)
bu arada, bir kac ay once remzi'den fantastic man namli olaganustu bir dergi aldim. icerisinde ben yokum, bana ait cok sey yok ama "fantastic man erkegi" (tamam biraz tuhaf bir tanimlama oldu) olmak isteyecegim adamlardan birisi, ya da icerisinde bir parcasini tasimanin kiyak birseyler olacagini dusundugum cinsten... dolapta bekleyen bir prada takimin kimseye zarari olmazdi, degil mi?
bendeki nushasinin kapaginda bret easton ellis var (american psycho ve bir dolu romanin yazari). v yaka tril tril triko, elinde light coke, arkada metropol silueti. nedenini anlamadigim sekilde, cok hosuma gitti.
5-fhm
4-otoshow
3-emine s. beder hamur isleri sayisi (bence bir klasiktir)
2-skylife
1-gulbence (editor: gulben ergen)
bu arada, bir kac ay once remzi'den fantastic man namli olaganustu bir dergi aldim. icerisinde ben yokum, bana ait cok sey yok ama "fantastic man erkegi" (tamam biraz tuhaf bir tanimlama oldu) olmak isteyecegim adamlardan birisi, ya da icerisinde bir parcasini tasimanin kiyak birseyler olacagini dusundugum cinsten... dolapta bekleyen bir prada takimin kimseye zarari olmazdi, degil mi?
bendeki nushasinin kapaginda bret easton ellis var (american psycho ve bir dolu romanin yazari). v yaka tril tril triko, elinde light coke, arkada metropol silueti. nedenini anlamadigim sekilde, cok hosuma gitti.
Monday, August 10, 2009
Friday, August 7, 2009
bul karayi al babayi
kumar filmlerinden hemen herkes gibi ben de hoslanmisimdir. hatta kendimi vegas'ta uzeri karelerle dolu uzuuuun bir masanin basinda ileriye dogru neseyle zar sallarken (agir cekimde gidiyoruz) ve kazandigim anda masanin cevresinde benimle beraber kazanan diger oyuncularin alkislarini duyarken hayal edebiliyorum. baska bir senaryom daha var. onu da yilbasi milli piyango ikramiyesi bana vurmus olsaydi gerceklestirmeyi planliyordum. soyle ki, yine vegas'ta yuksek ve isil isil bir otel binasinin en ust katinda texasli otel sahibi, japon bir is adami, avrupali unlu bir kumarbaz ile poker oynuyorum. gecenin sonunda yuzbin dolar civari bir para birakmisim masada (ah o son el... o blofu nasil yedim?!)... sabaha karsi binadan cikiyorum, uniformali vale aston martin'imi kapiya cekmis. boynumdaki kravat, kaybettigim paralar bogazima oturdugu icin, iyice gevsemis. kaybettigim icin uzuluyorum fakat sevgili aston martinim "bu kadar da uzme canini' dercesine beni bekliyor. zaten yuz bin dolar da bizi bozacak bir kayip sayilmaz. vegas'in butun kumarhaneleri ve dunyanin butun guzel kadinlarinin kalbi, bana hala sonuna kadar acik. gibi...
fakat su ana kadar hic gercek bir kumar masasinda bulunmadim. yukaridaki senaryodan epey farkli olarak, yazlikta masa hesabina oynadigimiz okey musabakalarini saymazsaniz tabii :S
peki dun aksam basima gelenlere ne demeli? haftada bir kac gun gittigimiz pub'da (oraya kendi aramizda, neredeyse her gun ziyaret ettigimiz icin "kantin" diyoruz)oturmus bira icerken elinde 5 uzun marlboro paketi ve bir tomar kagit olan -ustelik guvenilir yuzlu- bir adam masamizin dibinde bitiverdi. kagidin uzerinde birden 72ye sayilar var. bir kupon 5lira ve isaretledigin sayi tutarsa (kagidin uzerinde bantli bir alan var ve orada bir sayi gizli) paket paket malbuslari goturuyorsun. kupon uzerinde bir kac sayinin uzerini isaretledik (tam olarak 12) ve bant acildiginda kazanamadigimizi gorduk. cikan sayi, kuponun sonundaki 72 idi. Aslinda kaybettigimize pek de uzulmemistik. neticede yalnizca 5liralik bir bahisti ve aramizda uzun marlboro icen kimse yoktu :S adam, biz uzulmeyelim diye "sirketten" ikinci bir kupon cikardi. ekstra para almayacakti. biz yine isaretledik ve yine bir bok cikmadi. kaybettigimizi coktan kabullenmistik ve daha fazla uzatmanin da anlami yoktu. herife 50lira uzattim, karsiliginda bana 30lira para ustu verdi ve bir anda sirtini dondu. haliyle itiraz ettik. birbirinden anlamsiz bir kac cumle kurdu. durustlugunden suphe etmemize cok bozulacagini belirtti. kendi kendine ucuncu bir kupon isaretleyip onu da acti ve yine kazanamadigimizi soyledi. karsimda oturan arkadasim duruma kahkahalarla gulmeye basladi. bense got gibi kalakaldim. kisa bir eglence icin 5lirayi havaya sacmak cok da kotu bir fikir gibi gelmemisti ama giden 20lira olunca, ne yalan soyleyeyim icime oturdu.
derken yan masadan deneyimli abiler izahata giristiler. birisinin soyledigine gore en ustteki ve sigaracinin ilk one surdugu kuponda sakli sayi daima ya bastan, ya da sondan olurmus. yani ya 1 ya da 72 gibi (hakliydi). adam daha once bu isi bir kac kez denemis. sistemi cozup kazandiginda, sigaraci turlu bahaneler uydurup ikramiyeyi vermemis. yan masadaki diger adam da baska hikayeler anlatti ve gormus olsa, bize mani olmaya calisacagini soyledi. tamam biz salaktik da(ya da hala oyleyiz), onlar da bal gibi tezgaha geldigimize sahit olmuslar, buyuk ihtimalle gormezlikten geldiler. olan uc bira parasina oldu... ve ben de (vivaaa)las vegas'a gidene kadar kumar a tovbe ettim. zaten onumuz ramazan.
Thursday, August 6, 2009
casse toi, pov'con (baban haric)
Bir "anani da al git" vakasi da 2008 baslarinda Fransa'da yasanmis. Ben ise bir St.Germain veya St. Michel'in yarisi guzellikte olmayacakken nasil bu kadar turist avcisi (gayet siradan bir cafe'de Kronenbourg 11 avro ki ayni bira tarihi Cafe de Bastille'de 5,60; oradan hesap edin) mekanla dolabildigini anlamadigim, Paris'in Moufftard bolgesinde bir sokak arasindaki bu afisle yeni ogrendim. Sokulmekten kurtulmus eski veya nostaljik bir hatirlatma niteliginde yeni yapistirilmis bir afisti. Eminim gundemi yogun bicimde isgal ettigi donem Paris'in buyuk bolumunu susluyordu. Mesel su: Tarim Fuari'nda (mekan pek yabanci degil) Sarkozy'nin tokalasmak icin uzattigi elini beklemedik bir refleksle ve "dokunma sakin" meali sozlerle geri ceviren vatandasa tepkisi. Tam Turkce karsiligi mi? Kisaca "s.tir git, budala" denebilirmis. Sarko aleyhtarlari da bos durur mu; afisti, karikaturdu, chansondu, kabareydi, parodiydi bu ebedi repligi nakis yapmis her yere islemis. Ilginc bir not da soyleyene degil hatirlatana yapilan cezai uygulama: Bu afisle kendisini protesto eden bir baska vatandas tedbirli olarak para cezasina carptirilmis.
Dilerseniz suradan izleyebilirsiniz... Nasil da caktirmiyor aklinca. Olunca boyle vakalar, cep tel kamerasi yakalar.
Wednesday, August 5, 2009
event horizon aden
Aylardır gündemimizden düşmeyen Aden körfezi, son olarak Horizan isimli Türk bayrakli gemi ve kadın kaptanının rehin alınmasi ile televizyon kanallarımızın ve yazılı basınımızın ilgisine mashar oldu. Aysun Akbay rehin alınan Horizon-1 adlı kuru yük gemisinin 4. kaptanıydı (belki hala öyledir bilmiyorum). Denizlerde kadın kaptan ender görülür, kaçırılan bir gemide kadın kaptan olması da, haliyle söz konusu eylemin haber değerini yükseltti. Hikayenin sonunda ne olduğu bilmiyorum, herhalde bir grup kahraman NATO askeri gemiye baskın düzenleyip Somalili korsanları kıskıvrak yakalamış ve uluslararası adaletin guvenilir ellerine teslim etmiştir.
Horizon-1 ve Aden Körfezi’nde kaçırılan denizciler, korsanlık olaylarının içerisindeki en masum insanlar, buna şüphe yok. Koca bir demir yığının karanlık koridorları içinde, tanıdığı ve sevdiği herkesten uzakta haftalarca kapalı kalmak, bir işten çok bir cezayı andırıyor. Bir kaç konteyner gemisine girip çıkmışlığım var. Yapacak neredeyse hiç bir işi olmadığı için patlarcasına içki içen şişman Rus kaptanların ya da gemideki mutlak hiyerarşi içerisinde ezilmiş, un ufak edilmiş sıradan ve muhtemelen Filipinli tayfanın yerinde olmak istemezdim. Yine de, bütün bu olan biten içerisinde, en büyük günahkarın korsanlar olduğunu söylemek de, son derece yüzeysel bir yaklaşım olacaktır. -ki Alterednative sizi sig sularda birakmaz, derinlere ceker.
Rutin bir haber başlığı; "Somalili korsanlara Deniz Kuvvetleri göz açtırmıyor". Gerçek mi değil mi bilmiyoruz. Zaten haberlerin büyük çoğunluğu, oturduğunuz koltukta kendinizi daha rahat hissetmeniz ve kuvvetli bildiğiniz kurumların hakikaten de kuvvetli olduğuna inandırılmanız için yapılıyor (ya da selülitlerinizden yalnızca 5 seansta kurtulabileceğiniz yeni bir güzellik merkezinin açıldığını müjdelemek için). İyi de şunu soran bir allahin kulu veya allahın bir kulu yok; o adamlar neden korsanlık mesleği ile iştigal ediyorlar? Bir zamanların mutlu ve kendi halinde Somalili balıkçıları, kirlenen deniz, genişleyen av yasakları ve yoğun gemi trafiği nedeniyle işlerini kaybettiğinde onlara başka “katiyer seçenekleri” birakılmış mı? Aden Körfezi’nin korsanları, şimdi başkalarının zenginliğinden kendilerine pay istiyorlar. Bir tür modern Robin Hood'luk güzellemesi yapacak halimiz yok. Fakat bu adamların amacının kimseyi öldürmek olmadığı, silahları bir güç unsuru ve kendilerine yöneltilebilecek askeri müdahalelere karşı tehdit oluşturmak için taşıdıkları da açık. kriminal vak'aların geçen zaman içerisinde, sosyal algının başkalaşması ile (ya da mevcut baskı organın etkisini yitirmesi sonucu) kahramanlık hikayelerine dönüşmesi az görülmüş şey değildir. Anadolu'da dağlara çıkanlara methiyeler düzen tonla hikaye/türkü var; ferman padisahin ise dağlar Köroğlu'nun veya diğer sosyal eşkıyaların... Benzer biçimde Kraliyet Donanması’na karşı savaşan korsanları hep daha çok sevdik değil mi? Kraliçenin kırmızı ceketli, perukalı, snob, hokka burunlu subaylarına, majestelerinin itaatkar hizmetkarlarına karşı; kir pas içerisinde oradan oraya savrulan alkolik, düzensiz, neşeli ve disiplinsiz korsanları tuttuk. Ayrica, Fox Kids’te yayınlanan Çılgın Korsan Jack ve bahtsız dostu Lapacı bence gerçekten komik.
Şimdinin korsanları, Jack Sparrow gibi karizmatik, Keith Richardsımsı, atletik degil. Yine de şunu gözden kaçırmayalım, geçmişte de bir Jack Sparrow yoktu. Korsan dediğin adam Karayip Korsanları serisindekinden ziyade, meşhur Define Adası kitabındaki (çocukken ne severdim) gibi sinsi ve acımasızdı. Geçmişin korsanları muhtemelen 20. yüzyıl sinemasının bize tarif ettiği kurgusal karakterlere hiç benzemiyordu ve o kadar da neşeli, cana yakın insanlar değildi. Tarihi ve güncel korsanlar arasındaki asli benzerlik ise, korsanların taşıdıkları niteliklerinden ziyade, korsanlığın kendisini doğuran ve ayakta tutan küresel adaletsizlikte. 17. - 18. yüzyıllarda zengin ticaret filoları, büyük tüccarların ya da asillerin haksız kazançlarını bir kıtandan başka bir kıtaya, ya da Akdeniz'de bir limandan başka bir limana taşıyordu... Bugün büyük armatörlerin gemileri, Asya'da pek de önemsenmeyen bir yerde çok ucuza ve yoğun emek ile imal edilmiş malları, üzerine kat be kat maddi kar konularak satılacakları başka ve zengin bir ülkeye taşıyorlar. Bu zincir kırılmadığı sürece, korsanlık yaşamaya, ve yaşayan korsanlar bir süre sonra kahramanlaştırılmaya devam edecek. Bugünün ufak tefek, cılız ve pek de zeki görünmeyen Somalili korsanlarını, yarın Aden Hikayeleri beyaz perdeye aktarıldığında Laurance Fishburne ya da Samuel Jackson filan canlandıracak. Denzel Washington olsa olsa Amerikan Donanmasında binbaşı olur.
Tuesday, August 4, 2009
turizm hamlesi: daglica'ya seyir terasi
my kucuk birader iki haftaya yakin suren ispanya seyahatinden sonra harfi harfine su laflari etti; "madrid ve barcelona'yi toplasan, istanbul etmez". bu sozlerin icerisinde herhangi bir sovenizm barindirmadigina eminim, cunku 1)benim kardesim 2) kendisi -tam olarak bilmiyorum ama- nihilist gibi bi'sey. benzer sozleri new york'u ziyaret edip metropol hacisi olan ortagim da soylemisti; "istanbul'da yasayan birisi icin NY oyle cok da buyuleyici bir yer degil". iki guvenilir kaynaktan aldigim bu bilgiler isiginda, memleketin ucuz gunes-deniz turizmi disindaki olanaklarinin, barindirdigi potansiyelin, yeterince gun yuzune cikmadigi kanisina vardim. ha, bunu kendi gozlemlerimle de yapamaz miydim? bal gibi de yapardim ama gosterdigim saglam kanitlarla beraber iddiam daha inandirici oldu sanki.
sabah gazeteye bakiyordum (guardian), asagidaki fotolari gordum. guardian'in foto galerileri hurriyet'inkilerden biraz daha kaliteli. aslinda suraya sarcastic bir gulen surat da iyi giderdi ama ikiboktaustustebuyukse disinda smiley kullanmiyoruz alterednative'de... neyse, UK topraklarinda, iskocya'nin yuksek yuksek tepeleri disindaki en yuksek noktaya, galler'de 1000kusur metre rakimli bir tepeye, 8milyon sterlin gibi bir yatirim ile chic bir tesis yapilmis. modern, guzel bir yapi. manzara? corak topraklar ve ucsuz bucaksiz yukseltiler, guzel bir ufuk cizgisi. aklima "daglica baskini"nindan bir kac gun sonra milliyet gazetesinde gordugum fotograflar geldi. baskina ugrayan sinir karakolunun yerlesik oldugu bolgede cekilmis, olaganustu kareler... "sangidimizin" aksine, yumusak ve misafirperver gorunen daglar, goz alabildigine uzanmis kipkizil ve yemyesil agaclar, sari/turuncu gunesin aydinlattigi bereketli bir ova... bilmedigimiz, gitmeye usendigimiz, farkinda olmadigimiz... kardes galler halki, sevgili toschak ve yasayan efsane ryan giggs kusura bakmasin ama, milliyetteki daglica karekeleri, guardian'dakilerden kat be kat guzeldi. ama adalilarin karakol yerine seyir teraslari, zirhli araclar yerine nostaljik buharli trenleri var. lucky bastards! (pardon ryan)
sabah gazeteye bakiyordum (guardian), asagidaki fotolari gordum. guardian'in foto galerileri hurriyet'inkilerden biraz daha kaliteli. aslinda suraya sarcastic bir gulen surat da iyi giderdi ama ikiboktaustustebuyukse disinda smiley kullanmiyoruz alterednative'de... neyse, UK topraklarinda, iskocya'nin yuksek yuksek tepeleri disindaki en yuksek noktaya, galler'de 1000kusur metre rakimli bir tepeye, 8milyon sterlin gibi bir yatirim ile chic bir tesis yapilmis. modern, guzel bir yapi. manzara? corak topraklar ve ucsuz bucaksiz yukseltiler, guzel bir ufuk cizgisi. aklima "daglica baskini"nindan bir kac gun sonra milliyet gazetesinde gordugum fotograflar geldi. baskina ugrayan sinir karakolunun yerlesik oldugu bolgede cekilmis, olaganustu kareler... "sangidimizin" aksine, yumusak ve misafirperver gorunen daglar, goz alabildigine uzanmis kipkizil ve yemyesil agaclar, sari/turuncu gunesin aydinlattigi bereketli bir ova... bilmedigimiz, gitmeye usendigimiz, farkinda olmadigimiz... kardes galler halki, sevgili toschak ve yasayan efsane ryan giggs kusura bakmasin ama, milliyetteki daglica karekeleri, guardian'dakilerden kat be kat guzeldi. ama adalilarin karakol yerine seyir teraslari, zirhli araclar yerine nostaljik buharli trenleri var. lucky bastards! (pardon ryan)
Monday, August 3, 2009
hava cok sicakti ve ortalarda pek kimse yoktu
bizim "haftasonu notlari" adetimiz olmadi. (yakin zamandaki baska bir blog girdisine de "soyle bir adetimiz" yok diye basladigimi hatirliyorum, demek ki adet edinmekte, gelenekler yesertmekte sorun yasiyoruz). ama bir kac anektodu belirtmeden gecemeyim. aslinda belirtmeden sessizce gecsem de fark etmezsiniz ama yine de bazilarinin benim icin onemli oldugunu ve sizin de bir sekilde kafanizi kurcalamis olabilecegini umit ediyorum. sevgi paylasarak buyur oyle degil mi? :S
otogarlardan nefret ediyorum. epey oldu galiba, uzun saatler suren otobus yolculuklari yapmadim. ama uzun yolculuklar yaptigim zamanlar da otogarlardan nefret ederdim, iyi hatirliyorum. eger yalniz seyahat ediyorsaniz -ki ben o bogucu otogarlarda hep yalniz oldugumu animsiyorum- bunu otomobille yapin. otogarlar, yalniz (olumcul bir yalnizlik degil kastim, sadece o an tek basina olmak) bir insanin kendisini dunyanin en yalniz insani hissedebilmesi icin ideal yerler. ve kim boyle hissetmek ister ki? les gibi tuvaletler, sidik kokan merdivenler... ucuz donerin yagli kokusu... otobus onu cigirtkanlari, yasli ve hasta teyzeler, sortlu az sayida turist, para tuzagi bufeler ve nemli bir sicak... butun bu kesmekesin ortasinda bir yandan telefon ve cuzdan guvenligini saglamaya, cantalari kontrol etmeye, elindeki kitaba yer - pet su sisesini atacak cop bulmaya ve bunlar yetmezmis gibi es zamanli olarak bir de sigara yakmaya calisan ben. holy crap! her sene yazliga 1 kere olsun otobusle gidiyorum (bir bucuk saatlik kisa bir yol) ve o adam hep orada oluyor. ayni bankonun icinde, bilet satiyor. saglikli hala, sadece saclari biraz kirlasti ve gozleri de simdi bir kac numara daha bozuk olabilir. fakat suratsizlik baki adamda. dogruyu soylemek gerekirse, ben de bilet kesme isinde olsaydim, dunyanin en mutlu insani olmazdim. gerci simdi de dunyanin en mutlu insani degilim, ama eminim o zaman daha mutsuz birisi olurdum (olmak fiilinin alternatifini bulsun birisi).
pazar gunu, arabayi alip izmir'e dondum. yapacak hic bir haltim yoktu ve izmir'de, pazar gunu ogle sularinda size arkadaslik edecek bir allahin kulu olmaz (onden yazmistim bu hususu, hatirlayalim). neyse, aklimda da zaten bir kac sey vardi almam gereken. ikea'nin yolunu tuttum. butun otopark neredeyse dolu. iceride enteresan bicimde (yani beklemiyordum) turbanli populasyon yogunlugu vardi. islamic people does not swim. yuzeni de, yuzmeyeninden epey az sanirim. ikea, evinizin herseyi, ustelik denize girmeyi dogru bulmayanlari sicaktan koruyacak kadar da klimali. gerci ben de denize hasemayla girecegime, ikea'ya gidip o kanepeden bu koltuga sekmeyi tercih ederdim. ustelik 15li isvec kofte yalnizca 5 lira filan.
derken aksam oldu ve fenerbahce'ye yenildik. bir haftasonu da boylece gecip gitti iste :S (bagimsiz sonlardan hoslanirim)
otogarlardan nefret ediyorum. epey oldu galiba, uzun saatler suren otobus yolculuklari yapmadim. ama uzun yolculuklar yaptigim zamanlar da otogarlardan nefret ederdim, iyi hatirliyorum. eger yalniz seyahat ediyorsaniz -ki ben o bogucu otogarlarda hep yalniz oldugumu animsiyorum- bunu otomobille yapin. otogarlar, yalniz (olumcul bir yalnizlik degil kastim, sadece o an tek basina olmak) bir insanin kendisini dunyanin en yalniz insani hissedebilmesi icin ideal yerler. ve kim boyle hissetmek ister ki? les gibi tuvaletler, sidik kokan merdivenler... ucuz donerin yagli kokusu... otobus onu cigirtkanlari, yasli ve hasta teyzeler, sortlu az sayida turist, para tuzagi bufeler ve nemli bir sicak... butun bu kesmekesin ortasinda bir yandan telefon ve cuzdan guvenligini saglamaya, cantalari kontrol etmeye, elindeki kitaba yer - pet su sisesini atacak cop bulmaya ve bunlar yetmezmis gibi es zamanli olarak bir de sigara yakmaya calisan ben. holy crap! her sene yazliga 1 kere olsun otobusle gidiyorum (bir bucuk saatlik kisa bir yol) ve o adam hep orada oluyor. ayni bankonun icinde, bilet satiyor. saglikli hala, sadece saclari biraz kirlasti ve gozleri de simdi bir kac numara daha bozuk olabilir. fakat suratsizlik baki adamda. dogruyu soylemek gerekirse, ben de bilet kesme isinde olsaydim, dunyanin en mutlu insani olmazdim. gerci simdi de dunyanin en mutlu insani degilim, ama eminim o zaman daha mutsuz birisi olurdum (olmak fiilinin alternatifini bulsun birisi).
pazar gunu, arabayi alip izmir'e dondum. yapacak hic bir haltim yoktu ve izmir'de, pazar gunu ogle sularinda size arkadaslik edecek bir allahin kulu olmaz (onden yazmistim bu hususu, hatirlayalim). neyse, aklimda da zaten bir kac sey vardi almam gereken. ikea'nin yolunu tuttum. butun otopark neredeyse dolu. iceride enteresan bicimde (yani beklemiyordum) turbanli populasyon yogunlugu vardi. islamic people does not swim. yuzeni de, yuzmeyeninden epey az sanirim. ikea, evinizin herseyi, ustelik denize girmeyi dogru bulmayanlari sicaktan koruyacak kadar da klimali. gerci ben de denize hasemayla girecegime, ikea'ya gidip o kanepeden bu koltuga sekmeyi tercih ederdim. ustelik 15li isvec kofte yalnizca 5 lira filan.
derken aksam oldu ve fenerbahce'ye yenildik. bir haftasonu da boylece gecip gitti iste :S (bagimsiz sonlardan hoslanirim)
Subscribe to:
Posts (Atom)