Wednesday, October 20, 2010

oh lord, please dont let me be misunderstood

Tophane olayına son noktayı koyduktan sonra, hazır sular durulmuşken, ardından "iki çift lazıfımızın olduğu" başka konular da varken yani, devam etmemek olmazdı. Medyada anafor etkisi yaratan pek çok gündem maddesine bütün rahatlığımız ile sırtımızı dönsek de (mesela Ergenekon olayını hala anlayabilmiş değilim. Siyasi erki paylaşmaya ilişkin mücadeleler hiç ilgimi çekmiyor) bazı olaylar hayatımıza, sosyal varlığımıza doğrudan tehdit olma tehlikesini, hatta olası bir linç fikrini de beraberinde getirme cüretini taşıyor. Bunlardan birisi, kısa bir süre önce Emir Kusturica üzerinden yaşandı...


Üç kelime; Kusturica iyi heriftir.

Hegemonya mücadelesini, evvelden boyunun ve ufkunun yetişemeyeceği alanlara kadar genişleten muhafazakarların, kendilerini ve başkalarını inandırmak istedikleri söylemlerinin aksine, barışçıldır. Kusturica'ya çatanların derdi, bir zamanların birleşik ve mutlu Yugoslavya'sı ile. Onlar, farklı etnik ve dini referansları olan, fakat bunlara rağmen / aldırış etmeden, birbirleri üzerinde tahakküm kurmadan hayatını sürdürebilen insanlardan oluşan büyük bir toplumdan korkuyorlar.

Kusturica, savaş dönemi'nde underground'un Milosevic hükümetince desteklenmesi, iktidarla kurduğu diğer kimi ilişkiler ve savaş sonrasında ise Boşnak kimliğini reddedişi ile yoğun eleştiri aldı. Popüler feylozofumuz Zizek, yönetmeni yerden yere vurup, Milosevic yanlısı bir sırp milliyetçisi olmakla itham etti. Kusturica'nın Zizek'e yanıtı yeterince açıktır; "to this guy who was calling me a nationalist when the war was started...this guy who was saying that I was for Milosevic...No! I am not for Milosevic but I am against you!"

Kendisine yönetilen kamyon dolusu eleştirinin kimi yerinde, çoğu ise abartılmış yergilerdi. Bosnalı yurttaşlarının "Yugoslav" kelimesini Sırp dominasyonu için kullanmaya başladığı dönemde, o Yugoslav olmakla gurur duymaya devam etti. Bu net, açık, politik bir tavırdır. Çatışmaların ve Sırp askeri katliamlarının en yoğun biçimi ile devam ettiği günlerde kendisini Boşnak ya da Sırp olarak isimlendirmeyi reddetmiş, inatla Yugoslav kimliğini savunmayı sürdürmüş olması da politik tavrını ve ülkesi adına arzularını da ortaya koyuyor.

Ne var ki, bir tavır almak her zaman doğru adımları atmak anlamına gelmez. Kusturica'nın bütün söylem ve işlerini olumlamak da mümkün değil. Yine de, Yugoslavya iç savaşını Batı'nın istediği biçimi ile sunan bir sinemacı olduğunu iddia etmek, tamamen zırvalık. Niyet ve hareket arasında kimi zaman fazlaca genişleyen açı, bu iki doğrunun birbirinden bütünüyle koptuğu anlamına gelmez.

Tartışma konusunu doğru belirlemek gerekiyor; eğer eleştirilen Kusturica'nın iç savaş yıllarındaki tutumu ise (ki bütün beyanatlar bu yönde idi) bugünden bakıldığında kimi hatalar olduğu göze çarpıyor. Fakat siyasi birşeyler söyleyecekseniz bunu göze almalısınız. Ne yazık ki siyaset, herşey olup bittikten 20 yıl sonra değil, an'da yapılıyor.

Yine de, Kusturica'nın birleşik Yugoslavya fikrinin ve ısrarının, bugün onu eleştiren muhafazakarların menfaatçi tutumlarından çok daha samimi ve insancıl bulduğumu söylemeliyim. Sırf politik doğruculuk olsun diye başkalarının kuyruğuna takılıp Kusturica'yi eleştirenlere ise diyecek sözüm yok. Çalışıp gelsinler :S

No comments: