Wednesday, January 27, 2010

hayvan hakkı yoktur çünkü...

avcının dilemması

az önce kumanda yine sürçtü ve ekranda bütün masumiyeti ve bütün yeşilliği ile yaban tv namlı kanal beliriverdi. şahsen ne balık avlamaktan anlarım, ne de başka bir hayvanı avladım bugüne kadar. hatta av eyleminden zevk alınmasını da -lafı dolandırmaya hiç gerek yok- barbarca buluyorum. ahlaki bir tercih yaparak vejetaryan olamıyorsam da, hayvan öldürmekten zevk alacak kadar da ileri gitmiyorum. av eyleminden hoşlanmayan et oburların yaşadıkları çelişkiler bir yana... yaban tv'de izlediklerimi aklım almıyor. bir insan vahşi hayvanları avlayıp, sayıları giderek azalan türlerin yok oluşuna gönüllü katkı sunup, öte yandan da doğa ve hayvan sevgisi dolu olduğunu nasıl iddia edebilir? (nasıl!? nasıl!? nasıl!?)

dostum, doğrusu bu şimdiye kadar gördüğüm / duyduğum en mesnetsiz, arsız palavradır işte. avcı hayvanı, nazi museviyi ne kadar seviyorsa, o kadar sevebilir..








hayvanseverin dilemması


(bize) öte (allah'a) beri yandan,
hayvanseverliğin doğrudan "iyi insan" olmakla bir ilgisi bulunmadığını, ya da hayvan sevgisinin insan sevgisine bir önkoşul olmadığını ispat eden bir kuple de adolf'tan geliyor:

Killing animals, if it must be done, is the butcher's business. But to spend a great deal of money on it in addition....I understand, of course, that there must be professional hunters to shoot sick animals. If only there were still some danger connected with hunting, as in the days when men used spears for killing game. But today, when anybody with a fat belly can shoot the animal down at a distance....Hunting and horse racing are the last remnants of a dead feudal world. ~Adolf Hitler (Remarks made at Obersalzberg, quoted in Albert Speer's Inside the Third Reich, Chapter 7)

yukarıdaki satırları güvendiğiniz bir düşünürden duyduğunuzda kendinizi haklı ve güvende, ancak hitler'den okuduğunuzda ise "bir tuhaf" hissediyorsunuz. neticede, nazi partisinin bu ölümcül bakışlı lideri, insanlık tarihinin bütün karanlığını içerisine akıtıp kapağını sıkıca kilitlediğimiz pure evil karakteri. öyle ki, hitler'in doğrusu ile kendi doğru bildiği çakışıyorsa, insan sahip olduğu fikrinden bir an önce kurtulmak istiyor..

hayvan ve doğa koruma derneklerinin / hareketlerinin bir çoğu (bunlara militan örgütler de dahil, hatta en başta onlar var) bütün övgüyü ve desteği hak ediyorlar. ve fakat, sokak hayvanlarını önemseyip insanların yoksulluğunu / sefaletini görmezden gelen, hatta insan türünden nefret eden daha medyatik, üst sınıf charity faaliyeti nitelikli diğer damar ise, taşıdığı niyet bakımından adolf'un yanındaki boş koltuğa oturuyor. sanırım mesele insan ve doğa ilişkisine bütünlüklü bakabilmekte. ya da hali hazırda böyle bir bakış mevcut ise, bu bakışın ideolojik ve politik olarak ne yönü işaret ettiğini doğru okumakta.

ya akıl başa ya devlet leşe

video çağında, evdeki sony betamax en çok da benim için çalışır, nereden baksanız haftada bir the deer hunter'ı (avcı) gösterirdi. seneler sonra tekrar izlediğimde, aslında filmin pek çok sağcı mesajı olduğunu görüp, biraz burkuldum ne yalan söyleyeyim. çocuk aklıyla süzememişim tabii. yine de, avcı'nın yeri benim için apayrıdır.

rus göçmenlerinin yaşadığı küçük ve karlı moscow kasabasında kankalarıyla birlikte neşeyle avlanan robert de niro -filmin teknik anlamda zirvesi ancak politik açıdan en sağdaki sahneleri olan- vietnam'da yaşadığı insanlık dışı zamanlardan sonra amerika'ya döndüğünde, yüksek çam ağaçlarıyla kaplı tepelerde saatlerce kovalayıp nihayet menziline aldığı geyiği öldüremez. geyiğin güzelim gözlerine bakar, ve tüfeğini indirir. artık hayatın değerini bilen bir adamdır..

yorcastuuguttubitruuuu

No comments: