Wednesday, January 13, 2010

mimar babam , android eniştem

şaşırmayı severiz değil mi? ("yeey!" seslerini duyar gibiyim) hayal ettiklerimizin hakikate dönüştüğünü görmek hepimizi büyüler (1. çoğul şahıs kullanarak itirazlarınızı daha ilk baştan engelliyorum). sinemanın geldiği yere bakın. avatar'da izlediğimiz fantastik dünya, neredeyse gerçek. oysa gösterişli teknik başarısı ile avatar, izleyende en fazla ve yalnızca gerçekmiş hissi uyandırıyor. bilgisayar ortamında yaratılan (takdiri hak eden) bir ürünün, gelinen son noktada gerçeğe ne kadar yakın olduğunu görüyor ve hayret ediyoruz. avatar'ın başarısı işte, tam da yarattığı bu hayret'te. gerçek olmadığını bilgimiz halde, sürreal'in bu gerçekçi sunumu dahi görselliği ile bizi ziyadesiyle tatmin ediyor. işte hoolywood'un, ya da bilgisayar ortamında yaratılan bütün o akıl dolu, masraflı ve şaşaalı işlerin ederi, sıradan izleyici için aslında bir anlık yanılsama karşılığı duyacağı tatmin kadar, ötesi yok. ben 11 lira ödedim ve buna deydi.

insanoğlunun fantezi ile arasında duran çizgiyi ortadan kaldırmaya en çok yaklaştığı alan, tahayyül ve hakikatin estetik evliliği olan mimari. alan, yüzey, form... görebilir, dokunabilir sayısız yapı... aslında duyabilir ve koklayabilirsiniz de (çileklisini yapsalar tadına da bakılır :S). konstrüktivist veya dekonstriktüvist, modern ya da barok, estetik veya işlevsel, basit ya da karmaşık... hangi akımdan etkilenerek, hangi maksatla yapılmış olursa olsun, insan yaratıcılığının geldiği son nokta, onun mimari izlerinin içerisinde bir yerlerde. elbette, bilim kurgu ve mimarinin temas ettiği sayısız nokta var. bilimden -ve daha ziyade toplumsal olan'dan- feyz alan fütüristik ve kurgusal sanat ürünü, insanın var oluşu için merkezi bir öneme sahip mekansal düzenleme için de önemli bir ilham kaynağı. bilim kurgu ve mimari, araslarında doğrusal bir bağlantı olmasa da, aynı kaynaklardan beslenen ve birbirini çokça besleyen, ileri taşıyan, ancak aralarındaki mesafeyi ölçmenin mümkün olmadığı iki ayrı dal.


1995te tasarlanan x-seed 4000, muhtemelen ömrü hayatımızda göremeyeceğimiz bir mimari fantezi olarak varlığını sürdürüyor. kurgusal olarak, tokyo'da inşa edilecek. yaklaşık 4000metre yükseklikte, 6000 metre çapında ve yaklaşık bir milyon kişi barındıracak. iç iklimlendirmesi ise güneş enerjisi ile sağlanacak. tabii bunlar belirsiz bir geleceğin öngörüleri. proje üzerinde kuramsal çalışmalar sürüyor fakat, proje sahibi firma dahi bitiş tarihini 2110 olarak öngörüyor. bittiğinde gezendeki yegane tanrısal yapı olacak. tamamıyla insan işi olması ise, aslında insan ve tanrı arasındaki ilişkinin ilki lehine artık bütünüyle sönmesi anlamına geliyor. bol sebze yer, meyse suyu içer ve düzenli spor yaparsanız... belki temel atma törenini izlersiniz :S hiçbir zaman gerçekleştirilmese dahi yapılabilirliği düşlemek, buna kafa yormak, bir tür zihinsel egzersiz olmaya devam edecek. neticede aya gitmek için yapılan çalışmaların sağladığı ilerleme de, aya gitmenin sağladığından çok daha büyüktü.


öte yandan, daha gerçekçi ve görece affordable mimari fanteziler de yaşamıyor değil. tokyo körfezi için düşünülen Shimizu* TRY 2004 Mega-City piramidi bunlardan biri... yaklaşık 750.000 çalışkan japon'a ev sahipliği yapması düşünülen piramidin taban alanı 8 kilometrekare, yüksekliği ise 2000metrenin üzerinde olacak. enerji kaynağı ciddi bir sorun. kömür sobası kullanacak halleri yok, doğalgaz da henüz japonya'ya gelmemiş :S İlk etapta düşünülen kaynak yosun. bunun yanında binanın dış yüzeyine yerleştirilmesi düşünülen dev paneller sayesinde rüzgar ve güneşten de faydalanılacak (geleceğe dair bütün planlarımızda güneşe yaslanıyor gibiyiz). şu an için henüz araştırma ve kimi temel testlerin yürütülmesi aşamasındayız. görünen en büyük sorun, malzemenin ağırlığı. aşılması için de karbon nanotube konusunda ilerleme kaydedilmesi gerekiyor. şimdi kemelerinizi bağlayın ve sıkı durun, yapının kısmi de olsa ilham kaynağı hepimizin yakından tanıdığı bir kült, 1982 yapımı blade runner! filmde sıklıkla görülen tyrell corporation merkezi, TRY 2004 için estetik bir başlangıç noktası oluşturuyor. bilim kurgu ve mimarinin iç içe geçtiği daha büyük ölçekli bir örnek olduğunu sanmıyorum. fizik ve materyal sorunları çözülürse, 2030larda temel atılması bekleniyor. daha detaylı bilgi, proje üzerine belgesel çekimi de yapan discovery channel web sitesinde mevcut...


bu tip uzun vadeli, masraflı ve cüretkar projelerin alan kıtlığı çeken ve teknik gelişiminin öncüsü olmayı elden bırakmayan japonya'dan çıkmış olması tesadüf değil. aslına bakacak olursanız, her iki yapının da piramid formu nedeniyle toplumsal katmanları arasında sınırları net çizilmiş, geçişsiz, dikey ve otokratik bir iktidarın hüküm sürdüğü disütopik bir geleceğe göz kırpıyor olması biraz ürpertici. japon toplumunun biat ettiği "çalışmayı kutsamak" kültürü, nazi iktidarının da önemli bir düsturu idi. kapitalizmi karikatürize eden -dipte ağırlığı taşıyan paryadan yukarıda monarşiye doğru daralan- klasik piramid çizimi, ya da tanrısal firavunlar için antik mısır'da ve avrupa işgali öncesi amerika'da inşa edilen kutsal ve kudretinden sual edilmez pramitler ile geleceğin yapıları için tasarlanan biçimin aynı olması, tesadüften öte bir anlam taşıyor. piramit, geometrik biçimi ve uzamda kaybolur görüntüsü nedeniyle her daim mutlak iktidari temsil etti. keops ve chichen itza'nın taşıdığı hakimiyet, kudret ve parya üzerindeki ezici etki, geleceğin görkemli yapılarında da sürecek.


kendi içerisinde bir habitat olma iddiasını taşıyan , kendi kendine yetebilen ve bu anlamda bir kent olma iddiasına sahip mega yapıların dönemi aslında başladı bile. mega yapıların şöhretli mimarı sir norman foster'ın moskova'daki crystal island'ı bittiğinde dünya üzerindeki en büyük yapı olacak. bu yapının en ciddi iddialarından biri ise sürdürülebilirlik. crystal island "nefes alan dış yüzeyi" ve spiral biçimi sayesinde enerji tasarrufu sağlamanın yanında kendi solar enerjisini de üretecek.



başınızı yastığa koyup gözlerinizi tavana diktiğinizde dilediğiniz karanlık geleceği düşlemekte özgürsünüz. ortağımın 2010a adım atışımız sebebiyle andığı distopyalara iki ekleme de ben yapayım. george orwell'in 1984ü sene itibarı ile geçti, yırttık. ancak brazil, hala önümüzde bir yerlerde.. yukarıda bahsi geçen kent-piramitler siyasi olarak belirsiz bir geleceğe ait olsalar da, en azından insanın çevreyle mücadelesini barışçıl yollarla sonlandırmayı öngörüyorlar. gezegen üzerindeki tahribatı kendimizi ondan soyutlayarak engellemek dahi, onu bütünüyle yıkıma uğratmaktan çok daha iyi bir tercih.


şimdi bu tarafa bakın...





I own you...
hmmm...

No comments: