Thursday, April 8, 2010

dicitıl layf iz e mirikıl

bu bahar yorgunluğu denilen şey, son senelerin uydurması bence. "nisan mayıs ayları, gevşer gönül yayları"ndan alerjilere, baş ağrılarına ve kronik uykusuzluğa biz hangi arada geçtik? polenle filan sorunum yok. çiçekler, ağaçlar güzel şeyler. severim bunları (böceklerden nefret ettiğimi daha önce söylemiş miydim?). fakat yine de, o eski "baharın gelişi" coşkusunu yaşayamıyorum. büyüdükçe artan kaygıları, sorumlulukları filan taşımanın zorluğu dışında, giderek daralan sosyal çevre, azalan özgür saat sayısı ve bütün gün monitöre bakma zulmü insanın içerisinde bir yerlerde barınan heyecanın yüzeye taşmasını başarıyla engelliyor. hele o monitör yok mu...ah a camı çatlayasıca, tuz buz olasıca monitör!

şimdi yalan yok, bilgisayar ile epey erken bir yaşta tanıştım. millet henüz amiga'sından ayrılamamışken ben "baba ama ders çalışcam. çok yardımcı bu ödevlere yaa" zırlamaları ile bilgisayarı kaptım. tabii o zaman henüz özellikle bilgisayar kullanımı için tasarlanmış masalar olmadığından (ya da olan tasarımlarda pahalı ve yalnızca ofislerde kullanıldığı için), henüz günlük kullanıma açılmamış -misafire özel- salonumuzdaki yemek masasının üzerine yerleştirdim küçük teknoloji üssümü. sene 92 filan olmalı..

ilk bilgisayarımda windows var mıydı, emin değilim. fakat takip eden senelerde de -taa ki win95e kadar- bu gereksiz programı zırt diye sildiğimi hatırlıyorum. neredeyse hiçbir oyun windows'ta çalışmıyordu. aslan gibi dos, herşeye yetiyordu. dir , dir/p, del, c: , cd civ (civilization oyununun kısaltması), gibi güzide komutlarım vardı, ırmaklarım vardı, çakıl taşlarım vardı benim.. seneler içerisinde bu aleti kullanmaktaki teknik bilgim 1 milim ilerlemedi. kimi çocuklar henüz commodore'da basit programlar yazmaya başlamışken ben donanımlı pc'm ile fifa, alone in the dark, sensible soccer, elbette civilization filan takılıyordum. bu arada (hangi ara?) bilgisayara olan ilgim de giderek azalıyordu. lise yıllarımı çok güzel geçirdiğimi söyleyebilirim. ilk hevesimi aldığımdan mıdır nedir, lisede kendimi sokaklara vurdum. 20 olan devamsız gün hakkımı 19.5a kadar afiyetle sömüyordum.

ilk mail adresimi de yanılmıyorsam 99 senesinin başında aldım. üniversitedeki ilk yılımda. sırtta eastpak, gerçek bir junior'dım. galiba mühendislik binasındaki bilgisayar lab.ına gidip, emre ile (liseden arkadaşımdı) kendimize nur topu gibi birer yahoo adresi almıştık. maksat mail adresimiz olsun. zaten ilk birkaç gün "naber lan götüm?" , "senin var ya..." gibi içerik ve mana dolu yazışmalar için kullandıktan sonra e-mail olayından da sıkıldım, nitekim o ilk yahoo adresi de böylelikle tarih oldu. şu an kullandığım gmail hesabına geçene kadar (takriben 2005'e kadar yani), 10defa daha yahoo ve hotmail hesapları alıp, hepsinin şifresini unuttum. hani şu filmlerde bilgisayar kasası açıkta duran, alete zırt pırt çipler takan amerikalı geek çocuklar vardır ya? hah işte, benim onlarla uzaktan yakından alakam yok. üniversite yıllarında da evde geçirmek istediğim anlamsız öğle saatlerini championship manager'la filan tükettikten sonra, oyun işini de hepten bıraktım. play station'la filan alakam olmaz. gerçi evde wii var ama, onun oyunları daha kolay ve hareketli olduğu için seviyorum. 1 yıldır yalnızca iki oyun aldım; star wars force unleashed ve guitar hero IV ..


aslına bakacak olursanız, bu aletle ilgili sevdiğim yegane şey internet. hala internet deniyor buna değil mi? kimi zaman "web'de gördüm abi çok güzel alet" gibi cümleler duyduğumdan, hangisini ne zaman kullanmam gerektiğini karıştırabiliyorum ama sanırım siz neyi kast ettiğimi anladınız ve önemli olan da tamamen bu (yalnız "surf" kelimesi artık kullanılmıyor, bilginiz olsun. "internette surf yapmaca" filan derseniz, genç kuşaklar sizi ayıplar). söylemeye biraz utanıyorum ama, henüz bir adet film ya da dizi indirmişliğim yok. download olayına -kısa bir süre kullandığım soulseek dışında- ısınadım. yine de, gerçekten çok şey öğreniyorum. özellikle keyfim yerindeyse, oradan oraya zıplamak sureti ile saatlerim ekranın karşısında uçup gidiyor. benim için o, bir ağrı kesici.. sanal dünyada yığılı durumdaki erişilebilir bilgi, sonsuz cehaletiminden dolayı duyduğum acıyı biraz olsun dindiriyor. gün içerisinde yaşadıklarımdan, internette gezerken gördüklerimden ve dahası beklenmedik bir anda parlayan fikirlerden biriktirdiklerimi dökmemi, kayıt altına almamı sağlayan alter[ed]native de yine bu internet sayesinde var. tanrı blogları korusun ve yüceltsin..

şimdi şu yaklaşık 3 senelik alter[ed]native arşivine baktığımda, yazdıklarımız bana -en hafif deyimi ile- tuhaf geliyor. doğrudan memleket ya da dünya gündemine ilişkin kayıtlarımız o kadar az ki! hani neredeyse, kimsenin kafa yormadığı, ilgisini- gerçekten ilgi gösterecek kadar- çekmediği şeylerle ya da popüler bir konuya hiç de ana akım olmayan bir biçimde yaklaşmakla uğraşmışız. uğraşmak yanlış kelime, biz blogumuz için esasen hiç uğraşmadık.. böyle birşeye gerçekten ihtiyaç var mıydı bilmiyorum.. ancak kesin olan şey, buradaki birikimimiz bizi ziyadesi ile tatmin ediyor. sanırım önceden de bahsetmiştim, biz en çok da kendimiz için yazıyoruz. geriye dönüp baktığımız zaman hayret ve kıvançla "vay lan" diyebiliyoruz. hayatta gerçekten kıvanç duyduğum, yapmış olmakla övündüğüm fazla bi'şey yok. alter[ed]native -bütün eleştirilere açık olmakla birlikte- kısacık "övünülecek işler" listemin tepesinde duruyor.



interneti seviyorum (yoksa web'i mi demeliydim?)

<3 <3 <3

No comments: