Friday, January 30, 2009

p.m. has just left the building

basbakan davos'ta yerinde bir hareket yapti. hem oturumdaki tavri, hem de terki davos karari dogru hamleler gibi. yalniz su var ki, filistin sorununun tartisilabilecegi yer ekonomik degil sosyal forum. filistin halkinin kardesleri davoscular degil, sosyal forumdakiler.














yukaridaki fotograf sali gunu brezilya'dan. chavez, che'nin kizi aleida guevara ve ecuador devlet baskani rafael correa beraber, hasta siempre'yi soyluyorlar.

50 (that'll be the day when i die)

suc ortagimin dalya yazisini karpuz gibi ortadan ikiye bolunce aradan buddy holly nin cikmasi beni sasirtmadigi bigi, sizi de urkutmeyecektir sanirim. populer muzik tarihinin belki de ilk "genc kaybi" buddy holly, beklenmedik bir anda ve daha 22 yasinda aramizdan ayrilali - gerci o zaman ben yoktum ve babam daha 4 yasindaydi. o halde, 'babamlarin arasindan ayrilali' desem daha dogru olur- 50 sene oldu (3 subat 1959). gec elliler erken altmislar rock'n roll undaki o hayli naif 'ah bebegim seni cok severim hadi tenhaya gidelim' temasinin adadaki bu onemli temsilcisi, kendisinden sonra gelecek kimi memleketlisi rock ikonlarina ornek teskil edecek bicimde amerika'da hayata gozlerini yumdu (bir intihar degil, sadece ucak kazasi).

populer figurlerin 'ani' olumu her zaman turlu dedikodulara, daha dogrusu sevevlerinin durumu inkari nedeniyle alternatif sonlar turetmesine neden olmustur. mesela elvis kimilerine gore hic olmedi, jacques brel de paris te bir cafe de sarki soyluyor hala. hatta su an ahmet kaya ile yeni bir kayit icin studyoya girmisler diye duydum ben. yerkure uzerinde, kendisi hayatta olsa bile, hayran kitlesinin onun (mecazi anlamda degil, gercekten) oldugune inandigi tek insan bob dylan olsa gerek. kimilerine gore dylan 1966'daki motorsiklet kazasinda hayata gozlerini yumdu. 8 uzun sene boyunca ortalarda pek gorunmemesinin ve cevresinden kopmasinin gercek nedeni de, bob dylan'in o eski bob dylan degil baska bir adam olmasi.

neyse, dylan hikayeleri hep kafami karistirir. 'ozan'a atfedilen kimselere benzemez ehemmiyet ve cevresini saran mistik bulutlarin nedenini bir turlu anlayamazken, bir de tutup bu adamin hayatindaki en gizemli olay hakkinda yorum yapmak, sahsim uzerinde calisan camasir makinesinin icindeki kedi sendromunun basgostermesine neden olabilir. o labirentlere girmek yerine, buddy holly'ye yazdigim alternatif sonu paylasayim... buddy aslinda 1959 subatindaki elim kazadan agir yarali olarak kurtuldu ve o gun, hakikaten the day the music died idi. talihsiz adamin muzik kariyeri gercekten de bitmisti ve bundan sonra yapilacak en mantikli is, henuz 22 yasinda olan buddy'i taninmayacagi bir memlekette universiteye gondermek ve alacagi tahsil ile, bambaska bir yol cizmesinin onunu acmakti. 50 sene onceki ve bugunku adamin arasindaki tek ortaklik o son derece chic gozluk. herseye ragmen, buddy nin aramizda oldugunu bilmek basli basina sevindirici bir durum.


Wednesday, January 28, 2009

..100

100... bu meshur sayiya atfedilen yuce anlami onluk sayi sistemini kullaniyor olusumuza baglayabiliriz. ama onluk sayi duzenini secmis olmamizi ancak ve ancak ellerimizdeki parmak sayisiyla aciklayabiliyorum. demek insan evladi sayma araci olarak elden once abakusu kesfetmis olsa durum farkli olabilirdi :S. anlam ve onem konusmalarinda hep zirvalarim, kusuruma bakmayin. efendim, bu platformun bekcisi ve zafer fukarasi iki besiktasli hasta icin bu sayinin tek bir anlami var; o da bir zamanlar yasamis oldugumuz rivayet edilen, simdi gercekliginden suphe ettigimiz evladiyelik sampiyonluk... evladiyelik demisken; 100. yil belgeseli 2 CD halinde evde duruyor. Ne miras ama? Olur da blue-ray, x-ray standarti filan derken torun-torba izleyemez diye, yaninda bir de VCD player birakiyorum. gerci vaziyet artik tarihi bir yildonumune denk dusen, muthis zamanlamasiyla harmanlanmis anlamli sampiyonluktan da cikti; bizim icin herhangi bir sampiyonluk haline geldi. yazik, bunun sebebi zafere bagisiklik kazanmamiz degil, kitliktan dolayi gecmisteki her sampiyonlugun siradisi ve evladiyelik bir hal almasi... “hasta besiktas”li yerine “besiktasli hasta” kullanimimiz da bir kelime oyunundan ibaret degil. hepimiz hastalandik. “besiktas patient” adinda bir film yapilsa en iyi yabanci film dalinda pekala oscar kazanabilirdi. ve altta kalmaz, en az “english” olaniyla esdeger bir dram icerirdi. sonra bilbordlarda, film afislerinde, sanal alemdeki gorsellerde iki kelime arasina yapilan eklentilerle (“besiktasli, be patient” gibi) hastaliga es, catlamak uzere olan sabrimiza gondermeler yapilirdi. oscar’da kaleci Oscar’in payi konusulur, Cordoba onun da tuzu olup olmadigi enine boyuna tartisilirdi.

goruluyor ki 100. post’un anlam ve onemine dair birseyler tuslamak isterken saplandigimiz ve postu deldirdigimiz yer, icimize islemis olan kronik vak’a, biraz da zirvalik... hakcasi, konunun disina cikmak icin de yer ariyoruz, ama bir yerden baslamak gerek. alter[ed] native, “hadi bir araya gelmeyip blog yapalim” fikriyle ortaya cikti. kiyak da bir cizgi yakaladi. baslangictaki gaye, kafadaki dusunce baloncuklarindan kurtulmak, zamansiz (timeless) degerlerden ziyade, gunceli ve gundeligi not dusmekti. fakat neredeyse baslar baslamaz icgudusel olarak tum zamanlara hitap eden degerlere yer verdik, isi planladigimizdan da ciddiye aldik ve bu ciddiyeti bir iddia haline getirdik. gereksiz bir davranisti. yok yok, degildi. icerik tabii ki ivir-zivir ve abuk-sabuk, ama onu isleyis bicimindeki ciddiyetimiz ve ozenimiz bizi iyi hissettiriyor. Basarinin siki bir ortakliktan gectigini Nip/Tuck’tan zaten ogrenmistik. biz de bu yolu izlemeye koyulduk. geriye/asagi bakinca ahval pek de fena gozukmuyor. eger yakin zamanda mola vermemis olsaydik, lutfen bu basliga yorumlarinizi yazin, ona gore tamam ya da devam karari alacagiz deyip sizi tehdit etmeyi planliyorduk. lakin su an elimiz pek guclu degil.

bu arada mola konusuna kisaca deginmek istiyoruz. bu konuda uzerimize cok gelindi, tarz bu olmamaliydi. yalan tabii ki, bir-iki kisi sordu hepsi o. dogal gelisen bir molaydi, elbet yine olacaktir. dogrusunu isterseniz kendimizi ise guce verebilmek ve alter[ed] native’in metamorfozu icin bu araya cok ihtiyacimiz vardi, deyip hayatimizi ve alter[ed] native’i gereginden fazla ciddiye almanin manasi yok. tabii savciligin suc duyurusu uzerine ofisimize yapilan baskin ve el konan arsivimizin de gecikmedeki payini hatirlatmali... bereket, yayin yasagimiz zamaninda kalkti, yoksa bu isten cukkaladigimiz balya suyunu cekmek uzereydi. siki ortaklik demisken; ortak bana kurnaz bir surpriz hazirlayip ben 100. post temali yaziyi yazarken arada post girecek, bu koca metin 101. siraya yerlesip bosa cikacak ve anlamini yitirecek diye tirsmiyor degilim. hemen bitireyim de gondereyim :S

100ler kulubune girdik. ama asil hedef asagidaki "yüzler kulubu"ne girmek olmali. onlarin kontenjan da 100 ile sinirliymis. yalniz dikkat ettim, aralarinda pek meymenetsiz yüzler var. iki tanesinin ayagini kaydirip kadraja girebilmek icin hicbir engel yok, sonucta calisma meselesi ve hersey kafada bitiyor :S

Tuesday, January 27, 2009

karl in black

oncelikle kisa bir ani. gecen baharin basiydi sanirim, kardesim ve ben (iki sap) lagerfeld confidentiel isimli belgesel filmi izlemek uzere izmir/kipa cinebonus sinemasinin kapisina dayandik. gisedeki kiza gitmek istedigim filmi soyledigimde kafasini onunde ekrandan kaldirip bize bakti ve "filmin konusunu biliyorsunuz degil mi?" diye sordu. nedense belli belirsiz bir onaylama disinda tepki gosteremedik. kiz sorusuyla ayak ustu dovmustu bizi. o saskin bakislarin ardinda, bizimle dalga gecen bir fikir vardi.

tasarimci bu adam, chanel in bas tasarimcisi! delikanli olun, kanli bicakli filme gidin!

peki, biz de bu meydan okuyan tavir karsisinda tepkimizi nasil gosterdik dersiniz? gisedeki kiza boyun egip cengiz han'a giderek... (o da guzeldi gerci, adil hakan cengiz asya nin steplerinde esti de durdu)

~

bazi populer figurler, toplum vicdaninin onayladigi fikir ve davranislara karsi konumlanmaktan zevk alirlar. bu 'common sense e ters kose!' davranis biciminin altinda yatan sebep ayriksi olmayi da asip itici gorunmeyi istemekle alakali sanirim. kimi insanlar bundan zevk aliyor olabilir. hele ki unlu biriyseniz, tasiyacaginiz onaylanmamis nitelikler size olumsuzdan ziyade ulasilmaz ve guclu bir kimlik kazandirir. dogru soyleyin, darth vader mi yoksa luke skywalker mi?

lagerfeld kelimenin tam anlamiyla cins bir adam. mesela tuhaf ve anlasilmaz bir ipod sevdasi var. dunyanin cesitli yerlerindeki evlerinde ve sik kaldigi otellerde yuzlerce ipod, bir gun koca karl gelip de kendilerini dinler diye hazir bekliyor. boylece lagerfeld asla muziksiz kalmiyor. baska bir meczuplugu da yaptigi meshur diet. evet baylar ve bayanlar, siz de onun gibi sadece 13 ayda 42 kilo vermek isterseniz amazon.com dan the karl lagerfeld diet isimli kitabi edinebilirsiniz. aslinda ozon orhon da midesini kelepceletecegine ya da henuz aldirmadiysa da bir gun aldiracagina, bu kitabi alsaydi. tasarimcimizin esitlik kavramina inanmadigindan, guce ve varsilliga karsi gosterdigi derin saygidan soz etmiyorum bile... alman olmasina ragmen, abd baskanlik secimleri hakkinda bir iki laf ettiyse de bunlar da muhtemelen obama karsitidir.


kimi aciklamalar ve davranislar, ikon olmanin getirdigi simarikliga verilip goz ardi edilebilir. ne var ki asil can yakici huysuzlugu, cevrecilere karsi gostermis oldugu cirkin tepkide yatiyor. hala et yenilen bir dunyada, kurk ve deri'nin giyimde kullanilmasina gosterilen muhalefeti cocukca bulduguna iliskin beyanat, selim bir aklin kabul edebilecegi cinsten degildi. beyaz sacli prens'e (yildo muydu bu sifatin esas sahibi?) gore o kurku soyulan, derisi yuzulen hayvanlar bir insani yakalarsa yermis, insan ne yapsinmis.


ben mi yanlis hatirliyorum yoksa biz insanlar toplu yerlesim alanlarinda guvenlik icerisinde yasayan bir tur degil miyiz? kurk giyen kadin ve erkeklerin acaba kaci safari, hayvanat bahcesi ya da televizyon ekrani disinda, gercekten vahsi bir hayvan ile goz goze geldi? bir zamanlarin kadinlar icin sukse sembolu "kurk" giderek sahipsiz kalan ve asagilik gorulen bir malzemeye donusurken boylesi, nereden tutsaniz elde kalacak cinsten bir cikisin yegane sebebi karanlik tarafta ve kotu olma istegidir. asil cocukca olan bu tavri surdurmek ve inatla hayvan kurkunun insan sirtina -sirf chic olmak adina- gecirilmesini savunmak. darth vader bile hikayenin sonunda icerisindeki kotuluge isyan edip tovbekar oluyordu. darisi kara adamlardan ismi karl olanin basina.

(darth vader in gogsune iphone takmislar. ben de dedim, ne bu boyle rengarenk?)

alter[ed]native de akilli olsun!

sanki cyborglarla insanlari ayiran bir dizi maddeymis gibi, amerikada toplumu bilinclendirip aralarina sizmis olan hainleri avlamak icin hazirlanmis bir recete... lakin yine de uc yuz milyonluk bir nufus ve cok sayida etnisite dusunuldugunde madde sayisinin cok da fazla olmadigini goruyoruz. amerikada hain olmamak ne kolaymis arkadas!.. zaten hristiyanlik da cok kolay bir din. bizde vatanperver olmanin kriterleri asla bu kadar ucuz ve basit olamaz.. vatan bu, boru mu? istemiyorsan bu metni ya save et, ya terket! neyse ki alter[ed] native olarak usenmedik, turnusol kagidi niteligindeki av recetemizi ekseriyetle ulusalcilarimiz icin hazirladik.

hepimiz sozcuguyle baslayan slonganlar atarlar
cumhuriyet gazetesi okumazlar
teror orgutu liderinden lakabiyla degil, ad ve soyadiyla soz ederler
ergenekon onlar icin istanbulda bir destan adi degildir
vicdani redde sempati duyar, bedelli askerligi hak gorurler
turkiyeli olduklarini iddia ederler
kibris’a kuzey kibris derler
eti-ulker savasinda saf tutmaz, ulker’i boykot etmezler
ulusal takim formasindaki turkuaza tepkimezler
kaybetmek icin almanlarin kaybetmesine ihtiyac duymazlar

Monday, January 26, 2009

hayata hasta olan adam

televizyonda gordugum mutlu insanlara verdigim ilk tepki genelde ofke ve kil/gicik olma bicimindedir. cekememezlik, fesat...ne derseniz artik, hepsi kabulum (bir sartim var; kimse bana tavuk diyemez!). ortalama gundelik dertlerden bir sekilde (ama oyle, ama boyle) kendilerini siyirmayi basarmis kadin ve erkeklere giptayla karisik sadri alisik yaklasimim belki de bir zamanlar -su an ismini hatirlayamadigim- bir emniyet mudurunun 'magazin programlari vatandasi komunist yapar' aciklamasiyla ortusuyordur. belki de bu magazin programlari yuzunden isimi gucumu birakip iki seneyi askin bir sure patagonya'dan ant daglarina latin amerika'yi, ipek yolu boyunca yasli ve yorgun asya kitasini, suveys kanalindan umut burnuna kadar da kara afrika'yi gezdim. ya da gunun birinde gezecegim :s

her ne ise, henuz gerceklestirmedigim dunya turundaki hayali maceralarimi bir kenara birakip yeniden tv karakterlerine donecek olursak, son zamanlarda bir adamin, benim ekrandaki mutlu kisilere karsi olusan inatci onyargilarimi yiktigini belirtmekten kivanc duyuyorum. huzurlarinizda ayhan sicimoglu:














sanirim bu fotograf bir album icin cekilmis. su bugulu bakislar ve maco durus bana pek tanidik gelmiyor. dogruyu soylemek gerekirse, ben sicimoglu'nun muzisyen kimligini tanimiyorum. asil ilgimizi ceken onun sky turk'te yayinlanan ve insanin izledikce izleyesini getiren o muazzam, yasam dolu, hayat dolu, dolu dolu programi. bir bakiyorsunuz adam cuba'da yakindan tanidigi (ilgili cevrelerde) unlu bir muzisyenin evinde sohbet ediyor, bir bakiyorsunuz tropik bir adada coconut topluyor. sonra giriyor mutfaga, kankasi japon bir asci ile olmadik deniz mahsullerinin tadina bakiyor, derken ayaginda parmak arasi terlikler, uzerinde keten kiyafetler ile kolonyal mimarisi ve siyah nufusu ile dikkat ceken baska bir latin memleketinde ahaliyle muhabbet kuruyor. turkcesi kirik, ingilizcesi de... anlamiyorum ama, muhtemelen ispanyolcasi da oyledir. eger baska bir dil daha biliyorsa (galiba italyancasi da var) onlarin da telaffuzunda sorun olabilir. zaten sicimoglu oyle bir adam; gezdigi yerleri, bahsettigi yemekleri, kulturleri tam olarak tanimiyor sanki. hepsinden bir parca var ama, daha fazlasi eksik kalmis gibi. yine de umrunda degil bu durum. olabildigince rahat, alabildigine gevsek. eller cepte, gozler hep ileride... neyi gorse ilgileniyor, neyi tatsa begeniyor.

bana kalirsa boyle bir mizaca milyarda bir rastlanir, yani ayhan sicimoglu olmak, bir nevi lutuf gibi. duyargalari her daim acik, bir kenti geziyorsa her yanina temas ediyor. siari da belli ayhan abinin: 'hastasiyim!' . ornegin bir yemegi tattiktan sonra onu sevmekle kalmiyor, ayni zamanda ve sevmenin otesinde hastasi oluyor. yasamayi bu denli seven, olaylara, mekanlara ve insanlara onun gibi deger veren bir adam 150 yil yasar bence. zaten bu kadar uzun bir omru de hak ediyordur...

Sunday, January 25, 2009

the boxer vs. the wrestler

mickey rourke'un geri donusu "the wrestler", o'nun gloden globe odulune layik goruldugu anonsuna muteakiben yaptigi konusma kadar dokunakli ve acikli... 80lerin glam rock tutkunu, donemin sebastian bach, axl rose, ya da motley crue'nun ringlerdeki karsiligi ram'in ihtisamli yillarin ardindan icinde bulundugu agir yasam kosullari onun ayakta kalmasini zorlastiriyor. bu ajitasyon, amerikan redneck hayatinin kasvetiyle birlesince ortaya hakikaten agir ve zor bir film cikiyor. fakat kuskusuz filmi ilginc kilan, aktorun farkli bir duzlemdeki kendini/paralel karakterini oynuyor olusu. aslen duzlemler de birbirine cok aykiri degil. biri gercek hayatta boksor rourke, digeri filmdeki amerikan gurescisi ram. her ikisi de ring ve deformasyon adami. yolculuk surecleri simetrik olmasa da belki de 80lerin sampiyon gurescisi ram'in geldigi nokta ile yine 80lerin afili serserisi "motorcyle boy"un varmis oldugu nokta pek farkli degil. hani bazi filmlerde zaman atlamasiyla karakterin yaslanmis-futuristik halleri resmedilir (bkz: highlander-cristopher lambert). eger yirmi yil onceki bir filminde mickey rourke benzer bir islemden gecmis olsa [yoksa boyle bir film yapildi mi, bilmiyorum], tasvir edilen ile su anki rourke arasinda gece-gunduz farki yasanirdi diye tahmin ediyorum. 2008'in mickey rourke'u, sanki referans noktasi olarak bildigimiz o karizmatik serseri rourke'u almamis, baska bir adamdan evrilmis. eh bunda yasadigi "wasted" hayat kadar boksorluge donus kararini vermesi ve yuzunu dagitmasinin da rolu buyuk.



ancak bu "cool loser" icin hersey o kadar da umutsuz degil. ram nasil yillar icinde kendini tam anlamiyla birakmamis, mucadele etmis, vucudunu ve formunu korumussa, rourke da bu yasinda boyle bir vucutla karsimiza cikabildigine gore en az o kadar hayata tutunmus olmali. hos, 53 yas ozel bakim imkanlarina sahip sohretler icin cok da geckin bir yas degil. kendisinden hepi topu 5-6 yas kucuklerin (tom cruise, brad pitt) insani gucendiren formlari ortada. fakat hicbiri boylesine kayip bir hayat gecirmedi. kim bilir, boks yuzunden goturuken vucudunu diri tutmustur...

ram'in bilinmeze geri-donusunu, baska biri olarak yasamaktansa ram olarak ölme tercihinin -yeniden dogus ya da ölüm- akibetini bilmiyoruz. ama rourke'unkini neyse ki biliyoruz. belki iade-i itibar, belki ustaya saygi ama neticede nurtopu gibi bir altin kure ve diger adaylar dahil herkesin alkislamaktan kizaran avuclari. alkislayin comezler, iste sampiyon!

Friday, January 23, 2009

wish for a lucky Strike

uzaklarda kuzey kutbuna yakin cografyada bir kisim egitim iscisi, egitim patronlarinca gasp edilen haklarinin pesinde ekonomi ve gurur mucadelesine devam ediyor. bugun grevde 79. gune girmisler. dile kolay; Toronto'nun kendi aralarinda "beyaz ölüm" tabirli kar yagisi altinda sokaklarda yuruyerek, barikat kurarak, bagirarak ve direnerek gecen 79 gun... hem de sendikanin karsiladigi yarim maasla. hos, York Universitesi'nin nereden geldigini unutan, patronluga terfi etmis oldugu apacik yonetim kadrosunun bu genclere (teaching asisstants) reva gordugu ve direnisin baslangicini tetikleyen rakam da buna yakin bir sey. tam rakam vermeyelim, lakin yonetimin maaslarina goz koydugu asistanlara onerdigi rakam burdaki yoksulluk sinirini dahi gecemez. boylece akademi dunyasinin bel kemigi sayilabilecek, buyuk yukunu ve ozellikle angaryasini ustlenen bu gencler egitimde sinirlari asmaya ugrasirken, bir de yonetimin once ekonomik sonra da iktidar duvarina tosladilar. bugune kadar pazarliklarda taviz vermeyen grup yurumeye devam ediyor.

yok, bu vak'ayla baglantim dunyanin her neresinde olursa olsun es duzeyde tepkime ozelligine sahip reaksiyoner kisiligimle ilintili degil. cunku post-özal donemi, sinirleri ve tepkime kanallari jiletle torpulenmis, bu kazintidan kalan kirintilardan dogmaya ve sorgulamaya ugrasan jenerasyon mensubu olarak bu tip bir kisilikten soz etmem mumkun degil. baglantim cok yakin bir arkadasimin grevin en on saflarinda olusundan, onun ve arkadaslarinin cektiklerini uzaktan da olsa izleyip hissetmemden ibaret. konuya temasa meyletmem de, en azindan cektikleri zorluklari paylastigimin mutevazi ifadesindendir... hem belli mi olur, bir yandan sergiledikleri kararli direnis modeliyle farkli magdur gruplara da -eger almasini bilirsek- feyz bagisinda bulunurlar.

they are broader than Broadway:
http://www.3903strike.ca/

baby you can drive my car (benzini de sen koyarsin)

yekten soylemeli; kapitalizm israftir.


















yukaridaki fotograflar henuz cok taze. fabrikalarda, limanlarda, cami avlularinda ve artik nereyi buluyorlarsa oralarda depolanmis, satilamamis, satin alacak birini bulamamis oksuz otomobillerin hazin goruntusudur bu.

dunyanin dort bir yaninda, bir zamanlar bacalarindan araliksiz duman fiskiran, binlerce isci ve muhendisin uc vardiya calistigi otomobil fabrikalarina simdi endise hakim. bunun bir sonraki asamasi, dev endustriyel tesislerin tipki antik yunan kentleri gibi terk edilmis, ihtisamli ancak gecmis toplumlara ozgu yapilar haline gelmesi. tabii bugunden gecmisin yunan kentlerine, tapinaklarina ve anfi tiyatrolarina baktigimizda; o zaman var olmus toplumlari gunumuzle kiyaslamaz, kendi kosullari cercevesinde varmis olduklari medeniyet seviyesinin ihtisami ve baskaligi ile hayallere dalariz (yani en azindan, ben oyle yapiyorum. ornek cumle: "vay lan! kimbilir bu meydanda ne alemler yaptilar!" )

eger biz simdi kimilerinin iddia ettigi gibi kapitalizmin sonuna yaklasiyorsak, bu bir yonuyle kiyamet yaklasiyor anlamina gelir ve bu sarsici durum uzerinden fantastik senaryolar uretmenin de bir mahsuru yoktur. neticede onun yerini alacak bir sistem henuz olgunlasmadi. ustelik kapitalizm, kendinden oncekilerin aksine, kendisiyle beraber olgunlasan modern toplumu da yikacak kadar hirsli. amerikan otomobil sektoru gercekten de batarsa, bu is bitti demektir (benden duymus olmayin). ornegin, vaktinde yeni bir cagin kapilarini acan ford'un fabrika kapisina kilit vurmasi sembolik ve 'kapi' meteforu ile aciklanabilir olmaktan cok daha ote anlamlar tasiyacaktir. fordist, postfordist veee nonfordist. bildigimiz anlamda ilerlemenin, gelismenin ve genislemenin sonu...

sonraki kusaklarin ademogullari, bu dev tesislere belki de bizim antik kentlere baktigimiz gibi bakacaklar. hayretle, biraz korkuyla ve bolca hayal kurarak ve sessiz yatan koca makinalari hangi aklin yarattigini dusunurek... ne de olsa onlar, yalnizca topragi isleyerek yasayacak ve boyle mutlu olacaklar.

ursula teyze duy bu sesi! su arabalarin uzerini sarmasiklar kaplayacak diyorum? maymunlar cehennemi varsa moviemax'te, izleyeyim bu aksam.

Thursday, January 22, 2009

militarizmin kokune

...krallar, sultanlar ve kurtulus bandolari, kibrit suyu dokuyorlar!


Wednesday, January 21, 2009

su bizim huseyin


44. baskanin bunca ses cikarmasinin sebebi, aslina bakacak olursaniz -siyah olmasi disinda- soyleminden ve vaatlerinden bagimsiz olarak, demokrat bir baskanin bush yonetiminin icraatlarindan uzaklasabileceginin umulmasi. ornegin dun aksamki yemin toreni esnasinda yaptigi konusmanin ardindan ntv sunucusu banu guven obama'nin "tarihi, tarih kitaplarinda yer alacak" bir konusma yaptigini ifade etti. oysa yeni baskan tansiyonu dusuk, vaatkar olmaktan uzak ve sapmadan ziyade sureklilik isaretleri veren laflar etti. soz ettigi en ic acici sey, amerikanin yeniden zenginlesirken servetin adil paylasilacagi ve toplumsal adaletin gozetilecegi idi. tabii banu guven'i suclamamak lazim, neticede butun dunya benzer beklentiler icerisinde ve kimse dus kirikligina ugramak istemiyor. ortadogu'da suregelen trajedi, herkesi karamsarliga surukleyen ekonomik kriz, toplumsal ve bireysel guvensizlik, yozlasma vs... dunya sistemi boyle iste, belanin da medeniyetin de merkezi amerika birlesik devletleri. isa'yi carmiha geren romalilar, ayni zamanda dunya uzerindeki yerlesik kulturun de merkezi ve ilerleticisi degiller miydi?

surasi acik, obama bir siyah ve bush kabusunun pesinden gelen demokrat baskan olarak bazi seyleri degistirecek. saldirgan, huysuz ve baskalarini hice sayan dis politika degisecek. bastan asagi degilse bile, elbette yumusayacak. en azindan, bu beklenebilir. ikincisi, dunyanin herhangi bir kosesinde, muhafazakar bir iktidar yerinden edilip yerine daha acik, uzlasmaya yakin, adalet ve esitligi onemseyen bir yonetim geldiginde (obama'nin konusmasinda yer alan ikinci onemli nokta, guvenlik adina ozgurlukten taviz verilemeyecegi, bu iki kavramin tezat degil birliktelik teskil ettigi vurgusu idi) bu sevindirici bir durumdur.

altmis yil once restoranlara alinmayan siyahlardan birisi, simdi o buyuk ve sevilmeyen ulkenin baskani. amerikan toplumu pek cok yonuyle elestirilebilir, ki bunu hemen hepimiz yapiyoruz. fakat degisime ve ilerlemeye acikligi ile de ovguyu hak ediyorlar. yuzleri kara cikmasin :s

god bless our hopes.

archie sen ciddi misin?