
...
bütün yemişler dallarınızdadır!
beklenen günler, güzel günler ellerinizdedir,
haklı günler, büyük günler,
gündüzlerinde sömürülmeyen,
gecelerinde aç yatılmayan
ekmek, gül ve hürriyet günleri,
türkiye işçi sınıfına selam!
Dana, kus, tavuk derken yenilebilir hayvan turlerinden domuz da teyakkuza gecti. Ama bunu da hemen hayvanlarin intikami basligi altinda epik bir epidemi hikayesine donusturmemek lazim. Kirim-kongo kenesi bildigim kadariyla yenmedigi ve insanlarca cok rahatsiz edilmedigi halde epey saldirgan davranmisti. Zamaninda garibim fareler de gururlari kirildigi icin veba ile insanlari oldurecegiz diye kendi canlarindan olmaya pek can atmiyorlardi herhalde. Hos cani en kiymetl hayvan turu olan insan bile intihar komandosu olabiliyorken bu hayvancagizlar neden birer canli bomba olmasin? Beyinlerinin yikanmasi gerekiyor. Ee laboratuar deneylerinde kullana kullana hepsinde birer yapay zeka yarattik sanirsam, dolayisiyla bu da pek imkansiz gozukmuyor. Aramizda dusunme yetenegi farki da gittigidiyor, az kaldi.
dun aksam dikkatimi cekti de, tasarim ve tarz dergilerinde fotograflari basilan, gorusleri sorulan adam ve kadinlarin bir kismi, aslinda hic bir seyci degil. bilmemne manager, cart curt designer, graphic artist, habes sultani vs. sifatiyla 20-30 (arti eksi 2) yas araliginda tonla islevsiz kisi, oldukca afilli pek cok yayinda kendilerine yer buluyor. esasen havali bir tshirt ve karisik yikanmamis saclar disinda sahip olduklari bir nitelik yok. dergiyi cikaran ekibin ya da o sayida konu edilen adamin ahbabi tabii bunlar. yani bildigin yanci. hopluyorlar, zipliyorlar, gozluklerin ardindan capkin capkin bakiyorlar. dogrusu genelde renkli tshirt'ler ve esini zor bulacaginiz ayakkabilari var. sahip olduklarini alt alta koydugunuzda, elde var sifir. ilgi cekici yanlari yok. baskalarinin hayatina bakmak; unlu olmasalar dahi ilgi cekici bir durum. yalnizca bunun icin kendilerine sorulan kisa sorulara verdikleri zipir yanitlari okuyoruz. tarzina bakip, kim olabilecegini cikarmaya calisiyoruz. cok sacma degil mi? dogrusu, david beckham bile ilgimi bu kucuk stylish kitleden daha fazla cekiyor... bir meslegi, guzel bir karisi, bir kac cocugu (iclerinden birinin adi brooklyn ve bence bu cok kiyak bir isim) sirtinda beckham yazan bir milan formasi, yetmezmis gibi pek cok kadin icin ikonik bir tarzi var. kendime onu ornek aliyorum. simdi gidiyorum, biraz serbest vurus calismam lazim.
Ismi yil ile suslenmis eserler acaba o yila ait neyi ifade ediyorlar sorusuyla hep dikkatimi cekmistir. Smashing Pumpkins – 1977’si, Manic Street Preachers – 1985’i, The Auteurs – 1967’si, Ash’in 1977 albumu, George Orwell’in 1984’u, The Connels’in 74-75’i :S… Gectigimiz yil cesitli etkinliklerle anilan, korkarim kutlamalarla pop bir imge kalibina kurban gitmeye namzet 1968’in kirkinci yil donumuydu. Cumledeki tuhafligin farkindayim. Yilin yil donumu mu olur? Tam gunu ve hadisesi belirsiz yildonumu kutlanan baska bir yil var mi bilmiyorum. Lakin 68, tum yuzyilin calkantili politik hareketlerini ve ayaklanmalarini rakamlarinda buyutmus, orasi kat’i. Kimi cografyalarda kultur ve sanata can katip basli basina aykiri/alternatif bir dusun ve hayat bicimi yaratirken, kimi cografyalarda daha siddetli catismalarin tetikleyicisi olarak buhran ve kasvetin sembolu olmus bir donem. Biz de bu yilin anlam ve onemine deginmeliyiz diye dusunduk.
Avrupa ise zaten agir bir ekonomik bunalimin esiginde sendikal hareketlerle yeniden yapilanmaya ve hayat bulmaya el-mecbur isci sinifinin cinnetine sahne olmak uzereyken, Sovyetlerin basta yogun nufuz ve etki sahibi olduklari dogu-bloku ulkeleri uzerindeki baskisi ve tum kitayi temelinden sarsan siyasi manevralari kitayi fokurdayan bir kazana donusturmustu. Gorunen ve uygulanan haliyle sosyalizmden hosnutsuz, daha adil ve demokratik bir formunun ruyasiyla yolan cikan genclik, Kizil Danny’nin komutasinda Fransa’dan baslayip tum Avrupa’ya yayilan ogrenci eylemlerini tetiklemek uzereydi. Kisaca civisi cikmis sisteme karsi baris, esitlik ve adalet icin baslayan isyan hareketi olarak 68 Devrimi dalga dalga dunya sathina yayilirken, global captaki kolektif mucadele bilinci, kokusmus duzenin farkli cografyalarinda (Balkanlar, Uzakdogu, Guney Amerika) farkli ayaklanmalarla ortaya cikiyordu. Hedef skalasindaki olgulardan biri durumundaki merkeziyetcilige de, sistem karsiti kontra hareketin cografik homojenligiyle guzel bir ders veriliyordu.
Protest kultur boylesine saha kalkmisken, erkek egemen dunya toplumunda kendi yerini yeniden konumlandirmak kadinlar icin kacinilmaz bir firsatti. Resmi duzeyde bir takim kazanilmis haklarin devami olarak, toplumsal yasam alanlarinda kagit uzerinde olmayan fakat kemiklesmis cinsiyet ayrimi pratiklerinin yikilmasina yonelik baslayan Ikinci Dalga Feminizm hareketinin en hararetli ve etkin donemi de bu kusaga denk geliyor. Egitimden kadin imajinin istismar edildigi medyaya, kamu gorevlerinden ozel sektore tum is kollarinda cinsler arasi esitsizlige, hatta kadinin orgazm dinamiklerine dek (The Myth of the Vaginal Orgasm – Anne Koedt,1968) kapsamli bir aydinlanmaya ve kadinlari ilgilendiren her konuya temas edilmeye baslaniyordu.
Eh, cicek cocuklari unutmak olmaz. “Baris icin” ayaklanan, ozgurlukcu hareketin lokomotifi oluvermis hippi kulturu donemin en yerlesik imgelerinden olsa gerek. Bugun gelecekten izlemesi ve retrospektif calismalarla yadedilmesi epey zevkli bu aktivist donem; her ideoloji, frak ya da klik icinde olusan benzer problemlerden nasibini almis; bir kesimin temelsiz katilimi ve eylem pratigini suistimaliyle kendi ic catismalarini da yasamis bir olusum. Her ne olursa olsun yukarida bahsi gectigi gibi, yapinin ve ezberin en cok bozuldugu, duzenin ve dogmalarin en acimasizca sorgulandigi alan olan sanata en fazla emegi gecmis, esin kaynagi olabilmis kultur caglarindan biri. Imgesinden cok da haz almadigim bu doneme benim de ayri bir mutesekkirligim var; o da icerdigi “taslasmis” ve ici gecmis ataletin gerekli enerji birikimini saglamis, boyle punk gibi gerilim, ofke ve adrenalin yuklu bir fay hattinin catlamasina zemin hazirlamis olmasi.



Sadece biraz eglenmek istiyorduk. Nihayetinde hepimiz bir sabah uyanip istikametin okul oldugunu ogrendigimizde icazetimiz alinmadan, esasen ne menem bir esik atlamakta oldugumuzun farkina dahi varamadan dunyanin ciddiyetine firlatilivermistik. O halde zorlandigimiz “buyume” edimi icinde aykiri buyume yollari aramali, o sıkıcı arada kalmislikda farkli bir varolus sekline kendimizi inandirmaliydik. Siddeti vasatin altinda, ozde velet gangsterler Bugsy Malone -sozde eriskin haydutlar Snatch arasi bir cizgide buyusune kapildigimiz suc dunyasinin tadina varmak yani... Zil calmaca, cam kirmaca, lastik patlatmaca eski hazzi vermediginde, giderek kabaran istahimizi doyuracak buyuk capta islere tamah etmeye baslamistik. Eh, yillar icinde basili yayin ve kitlesel iletisim araclarindan zulaladigimiz tecrubeleri damitip elde ettigimiz karisimlarla kafayi bulma zamani da gelmisti.
Ne mumkun? Biraz frankofonik olduklari icin basta Avrupa olmak uzere gezip gormedigi ulke, katilmadigi tur, gitmedigi diyar, kirmadigi ceviz kalmadi. Travmadan kacisin ve bastirmanin yansimalari uzerine kafasi pek cakozlamayan ben ve mahalle arkadaslarim bu duruma epey icerliyorduk. Saniyorum bu biraz da gaipteki magdur hemcins refleksiydi. Yalan yok, hayattan hala bu denli zevk alabilmesinin bizde yarattigi hayal kirikligi kadar, kesintisiz tam devir donen degirmenin suyunun kaynagina da kafa patlatiyorduk. Hani kocasinin varlikli bir aileden geldigini ve cogumuzun kiraci olarak oturdugu sirali uc apartmanin adlarinin onlarin soyadindan turedigini biliyorduk. Ama biz duyarli ve adaletperver insanlar, muslugun sen dul Rezzan Teyze’ye bu kadar comert davranmasini dogrusu pek adil bulmuyorduk. Eh, kafamizda bir ampul yanmisti bile...
Madem ki Rezzan Teyze’nin su durumda en iyi dostu mutevazi servetiydi, en heyecanlisi da buna kastetmek olacakti. Elimizde santaj unsuru olusturacak bir bilgi yoktu. Ama bu, yalniz ve savunmasiz orta yasli kadina bir tehdit mektubuna mani olamazdi. O aralar baska dolaplarla yogun olmamiza karsin, uc kisiden olusan bir ekip carcabuk tam zamanli olarak bu ise atandi. Gundelik isleri bir gunlugune de olsa aksatmak durumundaydik. Ama egzosuna elma yerlestirilecek misafir arac muhakkak bir gun yine misafirlige gelirdi. Eldekilerden derme-catma bir produksiyon yaptigimiz ise saygisizlik olacagindan ben, Levent ve Bulent bu dusuk butceli produksiyonun gereclerinin temini icin kirtasiyenin yolunu tuttuk. On adet cizgisiz dosya kagidi, bir makas, uc farkli renkte tukenmez kalem, dumenden bir kac posta pulu, iki de zarf aldiktan sonra kirtasiyecinin her alisveriste uyguladigi psikolojik baskiya aldirmaksizin her bilincli vatandasin ve Erol'un yaptigi gibi fisimizi de aldik. Artik vazifemizi ifaya hazirdik.
Mektubun ana fikri de hazirdi: Rezzan Teyze, yuklu bir meblagi belirlenen gun ve saatte Erenkoy tren istasyonu yanindaki Tac Spor’un raylara bakan tel orgulerinin dibine birakacak, polise haber verecek olursa da basina gelecekleri hayal etmeye dahi curet edemeyecekti. Bu fikri bir yerden duyumsamis miydik, yoksa hakikaten bu is icin mi yaratilmistik bilmiyorum ama mektubu uc farkli kalemde, her birimizin ayri ayri uc farkli el yazisiyla icra ettik. Uce bolup ayri ayri kaleme aldigimiz cumleler bile oldu. O ana kadar herhangi bir iletisim aracindan gazetelerden gipur kesme dumenine denk gelmis olsak emin olun onu da uygulardik. Ancak ilk birkac denemede cizgisiz dosya kagidinda cuvalladigimizi ve ortaya cikan ikna kabiliyetinden yoksun ilkokul duzeyindeki acemice isi gorunce altina koyup hiza almak icin bir cizgili dosya kagidi farz oldu. Kirtasiyeden temini icin Bulent’i sectigimizde Bulent posta koyup “ben bu iste yokum” demeye getirircesine evinin yolunu tutsa da, on dakika sonra pinti annesinin peynir aromali pogacalariyla geri dondugunde herseyi unutup hep birlikte yola koyulduk. Zaman birlik olma zamaniydi. Ancak Bulent’in gorevin kutsiyetine ihanet eden davranisinin ilerki gunlerdeki cezasinin geregi dusunulmustu: Yapilacak uzak bir yolculukta (erenkoy-kadikoy), bir kose donumunde atlatilacak ve boylece yabanci bir semtte yapayalniz birakilacakti.
Ertesi gun cete uyeleri mizanseni tum ayrintisiyla defalarca anlattirdi. Ben de her defasinda sanki daha once atlamisim da o an hatirlayivermisim gibi uzerine yeni enstantaneler koydum da koydum (Rezzan Teyze’nin polisi aramak uzere telefona davranmasi, her seferinde tekrar bayilmasi gibi). Gunun sonunda en destansi/etkileyici versiyona ulasmistim. Nihayet amacina varmakla beraber kimsenin olmedigi kusursuza yakin bir is cikarmanin kolektif doyumunu yasiyorduk. Ancak bir yandan cocuk olmanin gerektirdigi gunluk vecibeler devam ediyordu ki, bu hayatin en aci yaniydi. Yine uyanma, o buyulu dunyadan asagilik bir boyuta yolculuk zamaniydi. Ablama karsi gelecek, soyledigini yapmayarak gucune meydan okuyacak fiziksel gelisimimi henuz tamamlamistim. Ve biz zaferin sarhoslugunu yasiyorduk ki, ablam cok gecmeden yine parfumerideki kizlarin karsimda gevrek gevrek gulup arkamdan alay edecegi, artik ne ise yaradigini bildigim malzemeyi alma isi bana yuklemisti bile:









Yapicilara (doer) hep buyuk saygi beslemisimdir. Kimileri gozlemlerini kustah ve alayci olmak, kimileri de kendi dogrularini bulmak veya yaratici alanlara aktarmak, gozlemlediklerini sanat yoluyla ifade etmek icin yapar. Kassovitz boyle bir film yapmissa birinci sinifi atlayip direkt ikiden baslamis demektir, ilk saygi zaten buradan. Ikinci sinifta gosterdigi basari ile de 3,4 ve 5.i okumadan mezun olmayi hak ediyor. Tabii “hayatinin filmini kariyerinin basinda yapan yonetmenler” hanesine (tarantino, david fincher gibi) bir civan daha eklenmis oluyor ki umariz zaman icinde diger yonetmenler gibi o da bununla basedebilmistir.
Anlatacak cok sey var, ancak tanitim amacini asmis olmayalim. Bir yandan da “nefret“ adinda ve bu nefretten polisin de nasibini aldigi bir filmi cekmenin zorluklari, belediye meclisinden onay alabilmek icin filmin ismini aldatmaca olarak “Site Hakki” seklinde degistirmeleri, cekebilmek icin girdikleri toplu konut arayisi, aday konutlarin buyuk cogunlugunun nasil onlari kabul etmedigi, zaten cekim yapabilme onayinin aslen belediye meclisinden degil konut halkindan gectigi, filme mekan olan Chanteloup sitesinde cekim oncesi tuttuklari ve iki ay kadar yasadiklari evde baslarina gelenler, konut halkindan zaman icinde aldiklari destek, filmi siyah beyaz cekmek istedikleri noktada teknik ve Canal+ ile yasadiklari problemler, artik gocmenlerden biri haline gelmis basrol oyuncularinin neden gercek isimleriyle oynadigi gibi ilginc konu basliklarini istah acici ipuclari mahiyetinde belirtmis olalim. Bunlarin acilimi ve geri kalanini kendilerinden dinleyiniz…
Isin toplu konut kismina deginmek istiyorum. Yaklasik yirmi yildir Paris’te ikamet eden sevgili agabeyim yillar once buraya geldiginde, bir vesileyle yeni yapilmis olan Atasehir’e gitmistik. Arabayi parkedip binalarin icinden yururken ciddi bir tedirginlik icine girdigini fark ettim. Resmen insanin perspektif anlayisini tersyuz eden, lego gibi evlerin kutu kutu pencerelerinin birinden kendisine ates edileceginden filan korkmustu. Uzerine bu filmi izledigimde Avrupalilarin burada sirca saray statusunde topluma sunulan mureffeh yasam alanlari/ devasa sitelere neden irkilerek baktiklarini daha iyi anladim. Cunku bro’nun da dahil oldugu grup icin bu toplu yasam alanlarinin mimari ifadesi bu: Kolonizasyon, banliyoler, varoslar, sosyal izolasyon ve yuksek suc orani... Bizde buralarin refahin sembolu olmasina mana veremiyorlar. Bir yerde sehirliler banliyoden kacarken, diger yerde sayfiyeciler sehirden kaciyor. Bunlar icinde bulunulan kosullar dahilinde farkli kulturel ve toplumsal kodlarla belki aciklanabilir. Lakin ne olursa olsun sosyo-ekonomik durumu ust duzey akli basinda birinin yuzbinlerce avroyu, beton yiginlarina gomulmus yuzbinlerden biri olmak icin bu insan kumeslerine yatirmasini yadirgamalari cok normal degil mi? Onlarin "site hakki", benim site "nefret"im... Yine de uygun bir faiz oraniyla bulabilirsem hemen Chanteloup’da bir ev alacagim. Buradaki sikici beyaz yaka ordusuyla istiflenmis zevksiz sitelerdense gider orada iyi muzikler dinler, ilginc alt-kulturlerle ahbaplik kurar, birkac dans figuru ogrenir ve bir yandan egleniriz. Postu deldirmedigimiz surece; “jusqu'ici tout va bien”. Yok ille de postu deldirmek isteyene; yaninda Chanteloup'un tam pansiyon cennetten bir kose kalacagi, fotograftaki Paris'in azili konutlarindan Montfermeil'i verelim. Site halki zamaninda La Haine'in cekim ekibini ve filmin orada cekilmesini kabul etmedi, belki sizi eder...
