Daha önce bir kez daha sıgarayı bırakmıştım. 2006 yılbaşının hemen ardında hasta oldum ve yatakta yüksek ateşle geçen bir kaç günün ardından yeniden sigaraya başlamamıştım. İnanın bana, canım bir kez olsun elime sigara almak istemedi. Hiç özlemedim. Yine de her nedense, 2008 yazında sigaraya geri döndüm. Aynı yaz -her yaz olduğu gibi- çok fazla içki içtim ve - bir Alaçatı Babylon dönüşü ehliyetimi polis amcalara teslim ettim. Aslına bakacak olursanız sigaraya dönüşümün nedenlerini biliyorum. Günlük çalışma saatlerinin arasına sıkıştırılacak kısa duman molaları, bir bara girildiğinde elin boş kalmaması (sürekli kadehle dolanmak da yorucu), rakı masasında söze girmeden önce ciğerlere dolduran duman için... bütün bunlardan ziyadesiyle zevk alıyordum. Sigara mühim meseledir aslında. Örneğin hayatı boyunca ağzına sigara koymamış olmakla övünen insanları anlayabilmiş değilim. Şahsen yakın çevremde böyle bir insan olduğunu da sanmıyorum. Fakat iş yerinde ya da okulda, birilerinin gururla, ömründe sigara içmediğinden bahsettiğini duydum. Bu insanlara karşı genel tepkim de sırtımı dönüp olay mahalinden uzaklaşmak oldu (tabii bütün saçma fikirlerine katlanılacak kadar güzel bir kız değilse).
John Berger 2005 senesinde Observer'a verdiği mulakatta şöyle diyor:
A cigarette is a breathing space. It makes a parenthesis. The time of a cigarette is a parenthesis, and if it is shared you are both in that parenthesis. It's like a proscenium arch for a dialogue.
Üzgünüm ama, gerçekten de öyledir. Sigara içen insanların sohbetleri, içmeyenlerle kıyasla daha samimi, derin, incelikli filandır... Sigara, bir uzam açar. Sigara içen iki kişi, bu uzamın sınırlarını çizen parantezin içerisinde kalır. Diğerleri ise, sokaktan geçen, acelesi olan, öylesine figürlerdir işte. Şimdi ben, ikinci defa sigarayı bıraktım. 15gün oldu, içmiyorum. Esasen, ne ellerim ne de dudaklarım hissediyor yokluğunu. Fiziki özlem yok yani. Yine de biraz eksilmiş hissediyorum kendimi. Elbette alışacağım, fakat bu eksiklik hissi bütünüyle geçmeyecek. Söylenmeye de hakkım yok üstelik, neticede bu benim tercihim. Bir kez daha, akciğer kanserine yakalanma korkum zevklerimi ve bireysel özgürlüğümü, kendim olma arzumu bastırdı... Şimdi ben o parantezi kendi ellerimle kapatıyorum. Asıl esaret sigara tiryakiliği değil, onu bırakıyor olmak...
Yalnız şimdiden söyleyeyim kilo filan alırsam, geri dönerim :S
Bu arada, Roll'daki (felix'in bahsettiği) teleröportaj'ı okudum. Yücel Göktürk bu memleketin görüp göreceği herhalde en donanımlı ve özgüvenli mulakatçı. Berger gibi önemli -ve nasıl desem- sanat eleştirisinde yarıtanrı mertebesindeki bir adamda ancak bu kadar rahat, detaylı ve nüktedan bir konuşma gerçekleştirilebilirdi. Üstelik telefonda! Hem söyleşi, hem de bu söyleşinin Türkçe'ye çevirisi çok başarılı, hissediyorsunuz. Berger'le konuşurken her hangi birşeyi "Dickensvari" diye tanımlamak - üstelik İngiliz dahi değilken- her baba yiğidin göze alabileceği bir risk değil sanki. Acaba nasıl dile getirdi bunu Göktürk... "Dickensish"? , "dickensonian"? ya da "it is sooo Dickens"?
*resimler Ahmad Zakii Anwar'ın "Smoker" serisinden.
2 comments:
dickenised?
olabilir elbet. dickens-like?
Post a Comment