Wednesday, March 25, 2009

Life Tragic With(out) Sylvia Plath

Kennedy Legacy diye bir sey var degil mi? Eger soyadiniz Kennedy'se ve bir sekilde uzak-yakin bir akrabaniz Amerika Birlesik Devletleri Baskanlik koltugunda oturmus ise, sizi pek parlak bir gelecek beklemiyordur. Kennedy ailesinin uzerindeki kara bulutlar onlarin iradesinden bagimsiz olarak baslarina musallat oldugu ve bu talihsiz olaylar zincirini izah etmek pek de mumkun olmadigi icin, bu gibi durumlarda sigindigimiz bicimi ile, 'kader' olarak niteleyip yalnizca uzulebilecegimiz bir durum. Musallat demisken, bu isimde bir Turk filmi var, izlemeyin.

Ote yandan, ailelere ozgu kotu hikayelerin yegane ornegi Kennedyler olmadigi gibi, tek gerekce de, talihsiz olaylar butununden olusan 'kadersizlik' degil. Bir de kusaktan kusaga aktarilan belki de en amansiz ozellik olan, intihar egilimi var. Misal, Ernest Hemingway'in babasi 1928de kendisini oldurmus. Ernest ise, 1961 baharindaki basarisiz girisiminden sonra ayni yilin yaz aylarinda hayatina son vermis. Iki kardesi ve bir torunu da, soruna Hemingway tarzi ile cozum bulmuslar. Yetmedi mi? O zaman bir de Cobain lere bakalim. 1994'te intihar eden Kurt'un iki amcasi da intihar etmis, ve intihar icin ayni silahi kullanmaslar; tufek.

Elimizde soyle bir veri var; tibbi tedavi gerektiren agir depresyon vak'alarinin yuzde yetmisinin nedeni genetik. "Nereden var?" diye sormayim, okudum iste bir yerlerde. Diger yuzde otuz ise turlu cevresel faktorlerin bir araya gelmesinden olusuyor; piyangoda tek sayiyla buyuk ikramiyeyi kacirmak, karinizin en iyi arkadasinizla kacmasi ya da daha beteri, bu en yakin arkadasin da bir kadin olmasi... En kotusu de Michael Jackson'in cocuk istirmarcisi oldugunu ogrendigimiz gun hissetiklerimiz olsa gerek. O kara gun, sahsen uzun sure yuksek bir koprunun korkuluklari uzerinde beklemis; tipki odysseus'u cagiran deniz kizlari gibi beni hasretle isteyen karanlik sulari izlemis fakat daha sonra Michael Jackson sevgimin on bir yasinda sona erdigini animsayip evin yolunu tutmustum.

Her neyse, derin depresyondaki her bes kisiden biri basarili ya da basarisiz intihar girisiminde bulunuyor. Biz bunlardan yalnizca sohretli olanlari biliyor, kusaktan kusaga aktardiklari bu olumcul egilimlerin gelisimine sahitlik edebiliyoruz. Celebrity intihar zincirine bir yenisi daha eklendi. Sylvia Plath'in oglu Nicholas Hughes de annesinin yolundan gitmeyi secerek 47 yasinda Alaska'daki evinde kendisini asarak yasamina son verdi. R.I.P. Nick

Sylvia Plath 20. yuzyilin en basarili ve suphesiz en -bu kelimenin de ne ise yaradigini bilmiyorum ama- 'tartismali' kadin sairi, kadin edebiyatcilarindan biri... Nicholas'in babasi ve Sylvia'nin kocasi, tipki karisi gibi sair olan Ted Hughes, capkin bir adammis. Sair ebeyenlerden kadin olani da, kocasinin sadakatsizligini ogrendikten sonra ondan ayriliyor, bunalima giriyor, ve subat 1963te londra'daki evinin mutfaginda kendisini gazla zehirlemek suretiyle olduruyor. Girisimine baslamadan once, mutfak kapisinin altini ve gazin evin geri kalanina sizmasina sebep olabilecek butun delikleri iyice kapatiyor, ki iceride uyuyan iki yasindaki kizi Freida ve henuz bir yasindaki oglu Nicholas etkilenmesinler... Son siirlerinden birinde, Sylvia henuz bir bebek olan ogluna su sekilde seslenir;

"O love, how did you get here? O embryo … In you, ruby
The pain you wake to is not yours … You are the one."


Aradan alti sene gectikten sonra (kuvvetli matematigim beni yaniltmiyorsa bu 1969 olmali) Ted'in o tarihte beraber oldugu kadin Assia Wevill da canina kiyiyor. Yalniz o dort yasindaki kizi Shura'yi da kendisiyle beraber goturmeyi tercih ediyor... Ted'in kendisiyle beraber olan kadinlara sans getirmedigini soylemeye gerek kalmamistir sanirim. Feminist cevreler Ted Hughes'u butun bu olumlerden, kadin intiharlarindan kismen ya da butunuyle sorumlu tutarken ellerinde azimsanmayacak bazi sosyal deliller var.



(Fathers and Sons, Hughes and Zissous)

Sair ciftin oglu Nick, hayat hikayesine bakilirsa, siirlerinin pek cogu doga ve doga sevgisi uzerine olan babasinin izinden gitmeyi tercih ediyor. 1991 senesinde Alaska Universitesi'nden doktora kabulu alirken akademik calisma alanini baliklar ve balik davranislari olarak belirliyor. Nick'in babasi Ted, olmeden once Alaska'yi sIklikla ziyaret edermis. Oglunun yerlesmek icin Bati dunyasinin bu en ucra karasal parcasini secmesinde soz konusu ziyaretlerin etkisi buyuk olsa gerek. Ustelik, Ted sair kimliginin yaninda esasli bir balikciymis. Sabahin ilk isiklarindan aksamin kor karanligina kadar arkadaslariyla balik avlayan adamlardan... Oyle ki, Booker odulu sahibi Graham Swift elyazmalarini 100.000pound karsiligi British Library'e sattiginda (ne para ama!), eserlerinin "olta arkadasi" Ted Hughes'unkilerin bitisigine konulmasini istiyor. Beraber olta sallamak boyle bir sey demek ki...

Dogrusu, hobisi balik tutmak olanlara hep ozenmisimdir. Insani ayni anda dinlendiren, konusturan, icki icirten, gevseten, heyecanlandiran ve nihateyinde onun karnini doyuran baska bir mesgale, eglence bicimi oldugunu sanmiyorum. Fakat ne yazik ki, agzinda cengelle sudan cikan ve kovada olumu bekleyen bir canlinin goruntusu hic de ic acici gelmiyor bana. Oysa ayila bayila yemeyi de bilirim. O halde ikiyuzluluk tabloma bir centik atiniz...

Hikayemize donecek olursak, annesini henuz hatirlayamayacak bir yasta kaybeden Nick (hayatinin kimi zamanlarinda Sylvia'nin olumunden Ted'i sorumlu tutmus olsa da), babasini rol model olarak goren ve ona bagliligini, hayranligini hic yitirmeyen bir evlat olarak buyuyor. Nick bundan iki sene oncesine kadar, yerlesik oldugu Fairbanks Alaska'da deniz canlilarinin davranislarini incelemeyi surduren, Fairbanks ahalisi ve universite cevresinde sevilen, saygi goren bir adamken, bilimsel calismalarini bir kenara atip, onceden bir mesgale olarak yuruttugu comlekcilige yoneliyor. Bu sure zarfinda, hatirlamadigi annesinin kalitsal mirasi bir sekilde Nick'i ziyaret etmeye basliyor (olsa gerek). Nitekim 16 Mart 2009 gunu, bir suredir bogustugu depresyondan kurtulamayan Nicholas Hughes, kendini asarak 47 yillik mucadeleye noktayi koyuyor.

Oglunun dogumu, Sylvia Plath icin bir yasama nedeni, kurtaricinin ta kendisiydi;

"this great bluish, glistening boy shot out onto the bed in a wave of tidal water that drenched all four of us to the skin, howling lustily"

Kizi ve ogluna duydugu sevgi, Plath'in yasama tutunmasi icin yeterli olmadi. Sair'in oglu, annesinin olumunun kendi uzerindeki agirligindan kurtulmak icin issiz Alaska'ya gitti, yasam'i incelemeye yoneldi. Ne var ki 47 senelik omru boyunca suren cabasi, dogarken annesinden devraldigi karanliktan kurtulmasina yeterli olmadi. Intihar butun limitlerin otesinde, mumkun olan (belki de olmayan) en kisisel tercih. Ozunde, Plath'in kararindan dolayi Ted Hughes'u suclamak, Nicholas'in intihar nedeni olarak -kalitsal ozellikler ve anne intiharinin travmatik boyutuyla- Plath'i hedef gostermekten cok da farkli degil. Butun bunlar, insanin kendisine ve/veya sosyal periferine karsi kabaca "iyi" ya da "kotu" olmasiyla alakali degil.

Belki de, bir zamanlar William Blake'in soyledigi gibi,

"some are born to sweet delight
some are born to endless night"

No comments: