Thursday, March 19, 2009

sheffield'dan ciktim yola

Daha once 2000lerde rock aleminde kopan retro kiyametine goz kirpmistik. Ne olduysa oldu, The Strokes gitarin telini kirdi ve bilimum rock turlerinin idam cezasini, hepsinin basina post koyarak, muebbete cevirdi. Yeni milenyum dijitlerinde onceki bin yili devirirken, rock muzik tarihinde de yeni bir donemi baslatti. BRMC, White Stripes, Hives, Vines, Raveonettes, Interpol, Rapture, Radio 4 [hakiki bir Public Image Limited fani olan ve basladigi gunden beri ayni tur muzigi yapan gruba belki de daha fazla kredi vermek gerek, ilk albumleri aslinda Strokes’dan da once] falan filan ortalik bir post-punk, garage-rock, disco-punk, NY Wave mezbaasina donuverdi. Kotu mu oldu? Retro muzigin iyisine lafim yok, turev muzigin bir zamanlar hazir yapilmisinin olmasi kulaga soz gecirmiyor. Onu retro yapan muzikalitesi olduguna ve bir de muzigini kalite olcumune tabi tutmak herhalde orijinine de sinkaf olacagina gore; iyiden kastim iyi bir soz yazarligindan fazlasi degil. Ancak retronun fazlasina da yerim yok. Misal; Joy Division’a fazlasiyla oykunen iki grup varsa birini secer, en azindan retro kirlilige kendimce bir cozum getirmis olurum (amerika’da yayin yapan Under The Radar muzik dergisinin sloganina selam: "new solution to the music pollution"). Editors ile Interpol arasinda tabii ki Interpol’u sectim, cunku once o gelmisti… Neyse, iyi soz yazarlari ve yetenekli zatlar cikiyor demistik. Her ne kadar Kate Moss ile birlikteligi ve skandallariyla tabloid basinda sutun kapmaca da oynasa, Libertines’in Carl Barat’tan gayri yari beyni Pete Doherty de onlardan biri. Hem Babyshambles, hem de solo calismasiyla kendini kanitladi ki pirimiz James Dean Bradfield de en yetenekli buldugu soz yazarlari arasina onu ekliyor.

Manchester, Londra, Liverpool, Bristol, Birmingham, Brighton, Leeds, daha aklima gelmeyen ve birer ekol olarak muzige referans olmus sehirler... Eh, cografya Buyuk Britanya Birlesik Kralligi olunca, tum sehirlerinin, dominyonlarin, hatta “commonwealth” bunyesindeki diger ulkelerin de bundan nasibini almasi kacinilmaz, ancak galiba Sheffield’da bir seyler oluyor. Belli bir zaman oncesine kadar Sheffield deyince aklima Full Monty, United ve Wednesday futbol takimlari, belki universitesi, ilgilendigim muzik turu icerisinde de Moloko ve Olive gibi pop/elektronika cenahindan tarzinin altini kalin cizgiyle cizmis, eklektizme katki birkac grup, Jarvis Cocker/Pulp, Stephen Jones/Babybird (kredisi bu paranteze sigmaz, baska bir giris konusu olsun) ve Richard Hawley/Longpigs’den fazlasi gelmiyordu. Ki bunlardan gunumuzun duayenlerinden sayilan Richard Hawley’in Longpigs’i de aslinda 2000lerde Mobile Home albumuyle caka satma araci olarak kullandigimiz fiyakali bir “underdog” gruptu. Iste bu “brand new retro” cagi icinde en cok sukse yapan, her anlamda bunu hakettigini dusundugum Sheffield’li Arctic Monkeys ve on adami Alex Turner da tipki Pete Doherty gibi yeni cagin yetenek abidelerinden. Hatta Franz Ferdinand daha once gelmis olmasina ragmen, iki grup ruhuma fazla geldiginden bendeki yerini onlara birakti. Ayni familyadan oldugumuz icin degil, bu maymunlar gercekten basarili. Arctic Monkeys’in basli basina bir basari hikayesi olan internet uzerinden gelisim ve patlama sureci salt sansla aciklanamazdi ki, Turner’in ispati gecikmedi. Miles Kane ile birlikteligi The Last Shadow Puppets fransiz-vari [albumu fransa’da bir studyoda kaydetmelerinin etkisi midir bilmiyorum], yari senfonik, teatral muzigiyle verilebilecek en siki cevap. ancak Alex Turner da kendinden menkul degil … Galiba degil, baya baya Sheffield’da bir seyler oluyor. Yukarida adi gecen ustalardan kalan sehrin kulturel mirasi ve bayragi dogru cocuklara emanet.


Sehrin yeni haylazlari arasinda lideri Alex Turner’in turlu yaramazliklariyla birlikte Arctic Monkeys ve muzigi pek sarmasa da sekil itibariyle “mod” donemi yansimasi gibi afili gorunen The Long Blondes one cikanlardan. Ancak biraz daha geri planda olup aslinda Alex Turner’in akil hocasi, Sheffield’da yerel bir figur olarak cogu diger gence ilham kaynagi sair, soz ve sarki yazari bir baska genc daha var; Jon McClure. Grubu The Reverend and the Makers elektronik ogeleri ve dans ritmlerini nitelikli, ince ve temiz bir iscilikle elerken ilginc ve farkli olmayi elden birakmayan guzide bir indie rock grubu. Ne Sheffield sehir olarak Manchester, ne Reverend and The Makers grup olarak Happy Mondays, ne bu donem o donem, ne de bu hareket o devrim; fakat orantilarsak Manchester’in Happy Mondays’i gibi sehre ve ona ait “music scene”e cesitlilik katan, kendi janrinda yurumekte de israr eden bir grup. Zaten Arctic Monkeys de iade-i itibara, ilk ciktiklari turneye yanlarina onlari alarak baslamis.

Elebasi Jon McClure provokasyonunda geri-plan cocuklarinin son yaramazligi da oldukca sivri, keskin ve iddiali politik soylemlerle gundemin basina gelen, tevazuya kendini “super group” olarak niteleyerek serh koyan ve bu ayki Roll sayisina da haberi dusen Mongrel. Bomba, birkac muzik turunun fuzyonu seklinde geliyor. Bu “kartel”e Arctic Monkeys biri eski biri guncel olmak uzere iki, Reverend and The Makers McClure ile birlikte iki, Babyshambles da bir oyuncu gondermis. Olusum Londra bazli da olsa goruldugu gibi buyuk yukunu Birlesik Sheffield Cephesi cekiyor. Ancak en can alici eklenti klanin dumeninin basina gecen, kendini Gazze’deki katliami –oralara kadar gidip turne yapacak kadar- protestoya adamis, aktivist Ingiliz hip-hopcu Lowkey. Bu bilinclendirme amacli “movement”in basarisi icin kalbimiz ve kulagimiz kendileriyle. Lowkey der ki: This is for Paletsine, Ramallah, West Bank, Gaza!..

1 comment:

Anonymous said...

Editors ve Interpol arasındaki showdown'a yorumum: The Killers'ı da hesaba katalım lütfen. :)Özellikle "Sam's Town" için ayrı bir yere konulmayı hakediyorlar. Gerçi son single'ları "Human" ilk dinleyişte iyi gelse de, çok çabuk eskidi bende.