Sunday, February 24, 2008

willie in the rye

Jarmush sinemasi uzerine soylenebilecek pek cok soz ve sarf edilebilecek tonla lakirdi var. Ne mutlu ki bunlarin hemen hepsi tuketildi. Benim muthis sinematografik gozlemlerim (sabit kamera-tek plan cekim hollywood tarihinde bu kadar basarili kullanilmamistir) ve olmadik satir arasi okumalari ile ortaya cikmama luzum yok. Sinema sektoru ne buyuk, ne limitsiz ki hemen her film, uzerinden birkac sene geçmeden enine boyuna dogranmis, katmanlarina bolunmus oluyor. Ancak bizleri, varolusu multi'den ziyade inter cultural olan - belki de ozunde bir turlu huzur bulamayan- manevi haymatlos'lari derinden yakalayan bir figuru ortaya koymasi ile bu yapimi biraz daha desme firsatimiz, firsatlar dunyasinda zevkle gezinmekten ziyade basbayagi hakkimiz var, arkadas! Aslen bir Macar olan ve gecmis/etnik varligini, Amerikan varligina armagan eden Willie (bu ismi sikca tekrarlamak niyetindeyim), pekala bir alterednative suc ortagi olabilirdi. John Lurie, gel ve aramizdaki yerini al adamim...

Willie pek konusmaz. Cok konusan adami kim sever ki? Sadece hazir yer (tv dinner), sigara icmez, pek muzik dinlemez, guncel argo konusur, kiloca zayiftir. American Futbolu izler. Quarter-back ne is yapar bilir de, Puskas'larin, Czibor'larin, Hidegkuti'lerin adini anmaz. Yetmezmis gibi kadinlari -mesela ozunde kendisine benzeyen Eva'yi- sever de, bir turlu belli edemez. Sahi, hangisi daha de-mode'dir, bohem tiryaki Eva mı yoksa musical suskun Willie mi? Her ne haltsa, varsa yoksa at yarisi oynar bu yoksul adam. Aslinda benim at yarislarina ve gunesli 'bahardan kalma' bir cumartesi, pazartesiden cumaya calisan-isleyen yorgun bedenini, tazeleyeci acik havaya salmak yerine, agzina kadar dolu ve allahin emri duman alti bir ganyan bayine hapsetme cesaretini gosteren kisilere, amcalara ve ozellikle de genc insanlara buyuk saygim var. Ne buyuk bir bosvermislik gosterisi, ne ciddi bir iddiadir at yarisi? Yuru oglum Tokyo Story! Willie'ye donelim efe'm... Saklasa da koken itibari ile Macar (Dogu Avrupali -koylu), beri yandan en az Empire States kadar New Yorker; kumarbaz, avare ve alabildigine cool Willie, olabildikleri ve basarmadiklari ile, ortalama bir entelektuel evladi icin cazibe merkezi değilse, Jimmy bu filmi bosuna cekti demektir. Oyle oldugunu hic sanmiyorum.

Giyim-kusam, hal-tavir olarak bebop cagini cagristiran (caglar cagrisritmak icin degilse ne icindir?) Willie und Eddie ekurisi, filmin cekildigi ve sonlarina kadar varligini hissetmedigimiz it's so 80s'e uymayan 2 kafadardir. Iste size konu filmin blogumuzda agirlanmasi icin ikinci vesile. Sadece koklerinin uzandigi topluma/cemaate degil, ayni zamanda guncel vaziyete karsi da enginlere sigmayip tasan uzaklasma istegi... Bela Lugosi, ulkesindeki burokratik duzene ayak uyduramayan bir sosyalist ve Dracula karakterine hayat veren bir oyuncu idi. Tanidigim (tanimak icin illa bir mazi, yakinlik gerekmez. yeri gelir, ne is yaptigini bilmek de kafi'dir) ikinci Bela ise; topuklari kicina vurarak kactigi ulkesinin adini dahi anmak istemeyen, Macar dilini unutmaya calisan ancak en nihayetinde -artik kaderin cilvesi mi dersiniz- ait oldugu yere donen gecimsiz/uyumsuz/ukala bir adam. Sahsen, her ikisini de cok sevdim. Galiba...Yani...I don't know...Budapest olmaz ama, Cleveland'a mı gitsek, n'apsak?



No comments: