Wednesday, September 9, 2009

rock en seine / pt:1

Rock En Seine muzik festivali her yil saniyorum Agustos’un son haftasi, Cuma-Cumartesi-Pazar gun kombinasyonuyla Paris’in guneybatisinda, mureffeh ve ekseriyetle yerlesim yerleriyle isgal bolgelerinden Domaine National de St Cloud’da, Seine Nehri’nin yanibasindaki devasa bir alanda duzenleniyor. Organizasyon formati, grup secimleri ve katilimci profiliyle bizdeki Rock N Coke’un karsiligi denebilir. Tabii birkac yuz metrekare alan, iki dev sahne, birkac onbin ve cok uluslu katilimci fazlasini eklemek gerek. Karayoluna mahkum olmayan ulasim kolayligi ise herhalde en buyuk artiydi. Organizasyonun internet sitesinde uzerine basa basa aracla gelmek yerine toplu tasimayi onerdikleri yaziliyor. Buna ragmen otomobil goturmek ahmaklik olur herhalde, cunku etrafta pek park yeri de gormedim. 10 numarali metro hattinin son duragi olan Boulogne Pont de St-Cloud istasyonu, konser alanindan ancak bes-on dakikalik bir yurume mesafesinde. Zaten uzerindeki herhangi bir noktadan hatta angaje oldugunuzda, ellerinde birali, bol ekipmanli ve neredeyse tamami beyaz, kalabalik bir “hip” genclik size dogru istikamette oldugunuzu hatirlatiyor. Bilet fiyati her bir gun icin €45, uc gunluk kombinasyon icin ise €90.

Bira ihalesini Heineken almis, 50 cl’ligi €5.5, 30 cl’ligi ise €3. Fakat katilimci icin pratik olmaktan cok uzak bir uygulama vardi ki; once 1 avro karsiliginda depozitolu bir sert plastik bardak aliyorsunuz, sonraki her alisinizda bira o bardaga doluyor. Eger bir kez daha bardak parasi vermek istemiyorsaniz festival boyunca bos bardagi yaninizda tasiyorsunuz. Gecenin sonunda biranizin depozitosunu, tahminimce kilometrelik kuyruga girip almaniz gerekiyor ki, bu da benim gibi ugrasmayanlardan edinilen kazancla –kabaca hesapla hic fena bir rakam degil- mutevazi bir yan gelir demek. Cok fazla yemek standi olmasina ragmen aksam saatlerinden itibaren olusan uzun ve kaotik kuyruklar festivali bu alanda alisilmisin disina cikaramadi. Tuvalet siralari da belirlediginiz izleme programini tutturabilmeniz icin zihnin arka planinda calisan ozel bir bobrek yonetim programini zorunlu kiliyor.














Line-up Rock janri icerisinde mumkun olabildigince eklektik kurgulanmaya calisilmis. Sahnelerden Scéne de l’Industrie’nin agirlikla kesif calismasina imkan taniyan, popularite kriterinde yeraltina dusen gruplara yer veren sahne. Bunlarin disindaki iki sahneden (Grande scéne ve Scéne de la Cascade), ozellikle katildigim Cuma gunu dusunuldugunde, hangisinin ana sahne oldugunu soylemek zor. Tabii benim icin, zira isimden ve gruplarin taninmisligindan yola cikildiginda Grande scéne one ciksa da, daha cok zaman gecirdigim, ana sahnem Scéne de la Cascade oldu. Hem calisma gunu sayilan ilk gun icin hem de diger gunlere nispeten oldukca iyi bir kadro vardi. Katilmadigim diger iki gunden Cumartesi gunu kacirdigima hayiflandigim pek bir sey yoktu fakat Pazar gunu Macy Gray, MGMT, Metric ve Patrick Wolf icimde ukte birakanlar oldu.

Gunun benim icin ilk performansi saat 15.30’da Grande scéne’de, az kalsin yetisemeyecegim diye cok endise ettigim, neyse ki baslamadan 15 dakika once en onlerde yerimi aldigim, Mike Skinner’dan sonra Britanya garage sahnesine onemli bir baska katma deger Jack Allsopp, ya da sahne adiyla Just Jack’ti. Grup daha once 2007 yilinda ayni festivalde boy gostermis. Konsere tipki sesini duyurdugu Overtones albumune oldugu gibi “Writer’s Block” ile basladi. Kendi rap tarzi ve kadin bir jazzy yan vokal ile birlikte, diger akustik sazlarin yani sira gerek gercek davul vuruslari gerekse makine otomasyonundan siyrilmis electro-beatleri, funky ve electro-pop bir zemine guzelce yedirmis, ozenti olmaktan uzak saglam ve hakkini veren bir altyapiya oturtulmus muziginin enerjik canli performansiyla festivalin en eglenceli saatini yasatti (biraz klise bir betimleme formulasyonu oldu, ama bu kadar guzel fuzyona klise kurban). Tabii bunlara Allsopp’un izleyiciye can veren sempatikligi ve yakinligini eklemek gerek. Tam dibimde henuz taptaze sayilacak yeni albumleri dahil olmak uzere hemen her sarkisina ve hizli sozlerine eslik eden koyu bir fan grubuna denk gelmis bulundum, onlarin enerjisinin de geciridigim zamana katkisi olmali. Malum, festival farkli ulkelerden cok ziyaretci aldigi icin kendilerini Britanyali filan sandim ama hem Allsopp’un sarki aralarinda Paris temali tezahuratlarina gosterdikleri reaksiyon, hem de kendi aralarinda konustuklari Fransizca oyle olmadigini gosterdi. Biraz hafife almisim anlasilan Fransiz izleyicisini. Aslinda sahne sanatcilarinin disinda kendi cizgisi/durusuyla da canli performanslarin en onemli niteleyenlerinden biri olan “kalabalik”, performans boyunca gruba ve muzigin gidisatina cabuk uyum saglayan katilimiyla tam puani hak etti.

Bir sonra belirledigim hadise olan Yeah Yeah Yeahs’s kadar ortalikta dolanip farkli gruplara kulak vermeye calistim. Tuvalet sirasindayken Cascade’den aheste aheste Keane sarkilari kulagima caliniyordu. Tabii ki yogun bir izleyici kitlesi vardi, ama sahneden yayilan muzik kanimca studyo albumlerindeki kadar kotuydu (bu sertlik icin Keane fanlarindan ozur dilerim). Aslinda belli bir populariteye ulasmis her olusumun mutlak suretle kendine ozgu bazi cekici yonlerinin oldugunu dusunuyorum. O halde belki sahnede ciplak gozle bir seyler gozukebilirdi, ama bu vakit kaybi olacakti. Bu kadar hazzetmedigim bir grubun bu kadar cok sarkisini taniyor olmam ayrica sinirimi bozuyordu. Tam bir hit makinasilar anlasilan.

L’Industrie’de ise Ingilizce sozlu agir bati muzigi yapan Fransiz bir grup, Gush saat 17.00’de yerini aliyordu. Tabii kalabaliga bakildiginda Fransiz izleyicilerin de gruplarina sahip ciktiklarini soylemek mumkundu. Bir yerel rock grubu gozlemi de bos bir firsat olmadigimdan Gush cikmadan birkac saniye once sahneyi kadrajima aldim. Hemen baslangicta grup elemanlarin yanyana dizilerek koro halinde ve enstrumansiz sergiledikleri performansin etkileyiciligi, ilerleyen sarkilarda yerini rock’un epey bir yil geriden gelen kliselerine birakti. Sanki turler arasi bir saskinlik yasayan, onlarin uzerine cikarak bunyesinde hepsinden birer parca barindirmak yerine (kendi sularinda Just Jack’in basardigi gibi), sanki her bir ture -artik hangisi tutarsa- birer parca vermeye calisan, ozgunlukten uzak bir yerel girisim gibiydi. 3-4 sarkidan sonra Cascade’a dogru yol aldim. Eh bu son iki paragraf da yergiye ayrilmis olsun.


Mizanpaj kisintisi yatay yayilmaya imkan tanimadigindan ve ideal okunabilirlik sinirini da asmamak icin (biraz da su an usendigim icin :S) Yeah Yeah Yeahs, Madness, Bloc Party ve devamini sonraya birakalim…

No comments: