Eger herkes bir kahraman ariyorsa, futbol da bu ihtiyaca yonelik comert bir kaynak. Insanin kendinde arayip da bulamadigi meziyetleri ve ozellikleri barindiran her turden bir karakter bulmak mumkun. Liderlik vasiflari on planda olan mi dersiniz, dogustan yetenekle mukafatli ama basina buyruk mu istersiniz, disiplinli, basari timsali ve profesyonel mi secersiniz size kalmis, her tercihe ve ozeniye uygun sayisiz figur gelip gecti pasif futbol hayatimizdan…
Eric Cantona da sertligi, guclu lider kimligi, dik durusu, karizmasi, dev kalabalikla iletisimi ve serseriligiyle kimilerimiz icin basat bir figur oldu. Bu karisimi tutturmak sadece cok sayida bilesen iceriyor olmasiyla bile zor, ancak onemli bir unsur daha var. Sansasyon tek basina yetmez; anca kaliteli bir iscilikle birlestiginde kitle ceken ozel bir yildiz uretir. Cunku kahraman kusursuzdur, tam da bu yuzden isini iyi yapan olmalidir. Cantona da mahir ayaklara sahip ve sahada hep ne yaptigini iyi bilen vazgecilmez bir oyuncuydu. Ne oldugunun farkinda sahte bir kahraman oldugunu dusunmuyorum; ciddi bir otokontrol problemi vardi. Agir cezalara carptirilan kimi siddet dolu eylemleri (takim arkadasinin suratina krampon firlatma gibi) zaman zaman onu cirkinlestirebiliyordu. Golden sonra onbinleri kendine tapinmaya cagirir halleri de kimilerine gore narsisizmin zirvesi olarak tanimlanablirdi.
Ancak herkes tum bu eylem ve tavirlarin dogalliginin, bir anlamda samimiyetinin farkindaydi. Adini “kung-fu man“e cikaran, hemen saha kenarindaki tribunde yer alan Crystal Palace taraftarina attigi ucan tekmenin ardindan gerceklestirdigi 15 saniyelik basin toplantisi da, sarfettigi tek cumleyle medyaya futbol icinden gelmis gecmis en oz ve vurucu elestiriydi. Hep yaramazdi, futbolu da sebepsiz ve cani istedigi zaman (30 yasinda) birakti. Belki devaminda O’ndan mulhem pek cok oyuncu olmustur ama yukaridaki essiz karisima yaklasabilene pek rastlayamadik.
Filmekimi’nde yer alan ve kacirmis oldugum Looking for Eric’i nihayet izledim. Oncelikle beklenen veya arzu edilenden erken emekliligi hepimizi uzen Cantona’nin “kofti”den bir figur olmadiginin, bu projenin yonetmenligine dise dokunur zorlu hikayelerin, toplumsal catismalarin ve isci sinifinin tercumani Ken Loach’un gecisiyle tescilleniyor olmasina sevindim. Esasen Cantona’nin tekrar olumsuzlestirilmesi fikri bizzat Cantona’nin kendi produksiyon sirketinden, yani muhtemelen kendisinden cikmis. Bu heves kacirici bir nokta olabilirdi lakin Loach ve senaristi Paul Laverty tarafindan kabul gormus olmasi bence fikrin cikis noktasinin onemini asiyor. Adres olarak bu ekibi sectilerse futbol uzerinden mutlaka sosyal ve politik dertleri olan bir senaryoyla gitmislerdir. Ama bu pek kesmemis olacak ki Laverty kafasinda canlanan hikayeyi filme cekmeyi onermis. Ortaya da Looking for Eric cikmis.
Filmi Ken Loach kistaslariyla izleyenler biraz hafif bulabilir. Neticede “komedi” janrina klasorlenmis, populer bir mecra ve figur uzerine bina edilmis, daha once benzer ornegi olmayan Loach-disi bir film. Ancak bazi acilardan Loachvari kalmakta da israrli bir yapim. Kaldi ki futbola duskunlugu bilinen yonetmenin ilk futbolu ele alisi, ya da isleyisi degil (My Name is Joe, izlemedigim Kes). Ayrica hikayenin bazi acilarinin ona kendini ifade imkani saglamasindan cok hosnut. Ornegin mesum davalisi Thatcher’in tohumlarini attigi bireycilik fikri yerine yeniden kolektivizmi ve toplum/takim olmayi kesfetmemizin mumkun olduguna inandigini, filmde de bunu vurgulama sansinin oldugunu soyluyor. Ek bir not; Israil'in isgalci politikalarina karsi gerek bireysel gerekse orgutlu olarak muhalif tavri acik ve net yonetmen Avustralya’daki bir film festivalinden filmini geri cekmis. Gerekcesi festival sponsorunun Israilli olusu.
Hayranlik muessesesi faydaya donusebilir mi?
“Herkes bir kahraman arar” onermesiyle baslayan filmin kahramani Eric ozetle, uzun zamandir bas asagi giden hayatinda yere cakilmaya yaklasmis Ken Loach patentli bir isci sinifi uyesi. Giderek caresiz bir hal alan yasantisinda kesin olarak bir cikisa, bir baskaldiriya ihtiyaci vardir. Tam bu noktada kahramani ve adasi, hayata “yaka kaldiran” adam Cantona topa girer. Filmin anti-kahramani Eric, kahramani Eric’e hayranligini kendi gerceklik kurgusunda somut bir yere tasimaya baslar. “Alter ego”su once pragmatik bir mentore, sonra da – tehlikeli boyuttan ve rahatsiz edici bir ozentiden uzak- anca pacasini kurtarmaya yetecek kadar personasina donusecektir. Devami ise filmde sakli.
Olumlu ya da olumsuz pek cok elestiri getirilebilir. Looking for Eric’in “futbol asla sadece futbol degildir”, “hayat fena halde futbola benzer”, “hayat yuvarlaktir” gibi aforizmalari kokunden kanirtan, futbol ile hayat arasinda analojinin suyunu cikartan, belki sevdigimiz ama artik biraz doymus oldugumuz trendden uzak durusu kendi acimdan onemli bir arti. Daha onemlisi, en duz ve basit haliyle, Loach'un bir yandan kendi hikayesini anlatirken hikayeye odaklayayim diye popularitesiyle kavgaya girmeyip bizi en duru haliyle Cantona’ya doyurmasi... Dunu, bugunu, golleri (ah o Sunderland’e attigi gol yok mu), mimikleri, sevinc gosterileri ve hatta tezahuratlariyla… Daha ne isteyeyim, namsiz Eric kendini arayadursun, ben zaten bizim Eric'i ariyordum.
--------------o-----------------
Full Monty’den ogrendigimiz “ooh ah Cantona” (orada Sheffield United taraftari Robert Carlyle “Oh ah Cantona, has to wear a girlie bra” seklinde kontrasini soyluyordu gerci) tezahuratina kardes turkuler de filmden geldi:
We`ll drink a drink a drink
To Eric the King the King the King
He`s the leader of our football team
He`s the greatest
Centre forward
That the world has ever seen
...
What a friend we have in Jesus
He`s a saviour from afar
What a friend we have in Jesus
And his name is Cantona...
...
Ooh Ah Cantona,
Ooh Ah Cantona
Ooh Ah, Ooh Ah, Ooh Ah
Cantona...
Ooh Ah Cantona
Thursday, November 12, 2009
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment