Monday, November 30, 2009

ankaragücüme gidiyor...

büyük bir şehirden, yine büyük ancak önceki ile kıyaslandığında "küçük" kalan bir şehre göç eden bir insan -misal ben- kendini ister istemez (özünde biraz da isteyerek) bu "görece küçük büyük şehirde" yaşayan insan topluluğundan biraz daha... hani nasıl diyelim avantajlı, belki çok az daha yukarıda hissediyor. bana olan şey tam da bu.
Aşağı yukarı beş sene evvel gerçekleştirdiğim ankara'dan izmir'e taşınma hamlesi bana daha büyük - ankara'ya atfedilen klişe sıfat ve nitelemelerle: gri, düzenli, kudretli, bürokratik, ürkütücü vs. - bir şehirden gelmiş yabancı bir adam olmanın zevkini tattırdı. hem elton john bir zamanların meşhuuur nikita şarkısını tam da bizim gibileri (ankaralıları) tanımlamak için yazmamış mıydı? :S


Üstelik -yani işte bu afili durumun üstüne- hayatımı hakikaten daha sevimli bir kent olan izmir'de geçiriyor olmanın keyfini de sürüyorum. yani doğrusu, galiba bir taşla iki kuş vurdum. eh, hiç de fena bir karar gibi görünmüyor değil mi?.. şimdi tutup ankara şöyle nazlı bir güzel özünde, izmir dünyanın en güzel şehridir mis kokar filan gibi yersiz sevdalı güvercin havalarına girmek istemiyorum. zaten girmeyeceğim de... şehirler üzerine yapılan ve tonla subjektif tanımla / betimleme ile bezenmiş genellemelerin hepsi deli saçmasıdır. itibar etmeyiniz.


Hakikaten, herkes bir kahraman arar. bana kalırsa, bu aranan kahraman biraz da kendimiziz. ya da daha doğru bir ifadeyle, bazen kendimizi kahramanlaştırmaya, kendi kahramanız olmaya filan çalışıyoruz. ya da ne bileyim, kendimizi bir parça olsun kahraman gibi görmeye, kimse tarafından fark edilmiyor olsa da bir heroic act'in esas oğlanı olmaya özlem duyuyoruz. bahsettiğim kuvvetli bir narsizm eğilimi gibi görünse de uzaktan yakından alakalı değil. kendimi bazen superman gibi hissediyorsam ne olmuş?! abartacak bir durum yok bence :S


bayram arifesinde gizli superman'ı olduğum izmir'den -kadim geçmişimi ve belki de daha öğreneceğim pek çok şeyi barındıran- fortress of solitude'um ankara'ya kısa bir ziyarette bulunmak fena bir fikirmiş gibi gelmedi. ankara'da aklımı toparlayabilir, belki biraz tek başıma da kalıp orada bir yerlerde gizlenmiş dersleri öğrenebilirdim. ancak doğruyu söylemek gerekirse, orası yalnızlık kalesi olmak için biraz fazla kalabalık. fortress of solitude'un içerisinde hala dört buçuk milyon kriptonlunun yaşadığını görmek sanırım yalnızca benim değil, evrendeki bütün superman'lerin moralini bozacak bir durumdur. işte bu nedenle, ankarayı kriptonlulara bıraktım ve superman uniformamı ankara büyükşehir belediyesi'nin bütün bulvar boyunca dizdiği çirkin aydınlatmalardan birinin tepesine öylece astım.


biraz yukarıda, insan kahramanı aslında biraz da kendinde arıyor -veya buna benzer birşeyler işte- zırvalamıştım ya, eğer o kahramanın içinizde olmadığını filan keşfederseniz de canınızı sıkmayın. hem superman muhafazakar bir karakter sayılmaz mı? fazla iyi, fazla güçlü ve neticede, can sıkıcı herifin teki işte. bu gezegen sevebileceğiniz ve varlığıyla sizi mutlu etmeyi sürdürecek gerçek kahramanlar sunmaya devam ediyor. birini bulun yeter. yani bilirsiniz işte, martılar balıkçıları takip eder çünkü onlar şey düşünür... şey... yani şey...


şimdi gitmem lazım,
manu maçı başlıyor.
oğlum evde silah saklıyor,
ve ben yalnızca bir postacıyım.

ooh ah cantonaaa!
ooh ah cantonaaa!

No comments: