
Bugunku ikinci orijinal repligimi patlatiyorum; vedalardan hoslanmam :s
kisaca, adieu mon cher...
kaptanin seyir defterine 21.01.2009 tarihli ek:
saka lan saka :)

Paul Weller, 50. yasini 22 parcadan/ruyadan olusan dokuzuncu solo albumu 22 Dreams ile kutluyor. Dinleyiciye kutsal ve zor gorev! Album icin net analiz su an icin zor, zira muzigin mesihi yine uzun tutmus hadisleri, henuz tekmili birden hatmedemedim. Hele bir de albume ortadan, “Cold Moments” ile baslamis bulundum ki, hizli bir ilerleme kaydedebilene askolsun. Lakin 50 yilin olmasa da, The Jam ve Style Council sonrasi Paul Weller’in yillanmis ve lezzetli solo doneminin kumule ozetine benziyor. Tabii "agir ruh"u biraz daha hafiflemis, nesesi de yerinde gozukuyor. Korkmayin, nedense her dinledigimde kafami iki yana sallayip tamamiyle istem disi “bu cok guclu” diye icimden gecirdigim, ama “guclu” nitelemesinin tam olarak neye dayandigini ya da referans oldugunu da bilmedigim muzigiyle yarim asirlik cinarin emekli olmaya hic niyeti yok. Gectigimiz ayki Q roportajinda “ne emekliligi, inzivaya cekillip bahcede kahrolasi havuc mu yetistireyim?” beyani ile tum endisemi aldi. Roportaji itibariyle ogreniyoruz ki duaci oldugu bir konu da saclarinin dokulmemis olmasi. “Kel bir mod’u kim dikkate alirdi ki?”.
Eh, musiki alemine dogusu beri hep tarz ikonu olmus [style council indeed], giyim-kusamiyla hep bir adim one cikip kendinden konusturmus bu mod’un imaj kaygisina hic sasmamali. The Jam’le beraber en politik ve protest donemlerinde dahi afi ve dizayn duygusundan, stil kaygisindan, "premium" markalardan vazgecmemis Paul Weller, gecmisten gunumuze britanya rock aleminin icinde hep bir sembol olarak yerini almis, pek cok muzik figurunu giydirmis Fred Perry’nin de belki en itibarli ikonu. Ona ait koleksiyon yapiliyor, adina 250 adetlik sinirli sayida kendi imzali ve numarali t-shirt’u uretiliyor filan. Zaten birakalim derinlemesine muzik muhabbetini, ben esasen tarz ve kiyafetlerinin hastasiyim :S


Bir ilginc nokta da kasapliktan kiyak emeklilik sonrasi Karadzic’in yepyeni bir kimlik, isim, hayat ve meslekle 13 yillik sefa donemini doktorluk yaparak gecirmis olmasi. Kim bilir, belki de Marathon Man filmindeki eski bir SS kurmayi olan, Auschwitz’in “beyaz melegi”, ozellikle saglam dislere uyusturmadan yaptigi operasyonlarla iskence alemine adini altin harflerle yazdirmis meshur dis doktoru Szell’den etkilenmistir...

#2) crazy ibiza

isteyene "hersey dahil" , istemeyi bilmeyene ekmek yok.

Bana kalirsa muzigin en buyuk dusmani kolay erisim. Ancak erisimi iki boyutlu dusunmek gerekir. Bunlardan ilki olan materyale ulasimdaki kolaylik kismini artik kaniksamis sayiliriz. Evvel zaman icinde bos kaset pesinde pervane olunur, radyoda aniden cikacak sevilen sarkilara/programlara kontratak maksatli “cift kaset” muzik setinin bir teyp-calar haznesinde hazir kita bir kaset bulunurdu. Bos kaset kisintisi bas gosterdiginde – ki mutemadiyen gosterirdi- evdeki tarihi turk sanat muzigi kasetlerine kadar hallenilir, bu kisit zamanla uzerine kayit yapilabilecek ve gozden cikarilabilecek dolu kaset kisintisina dahi varirdi. Bu yoldan gecmis bizler icin bu emekler bugun itibariyle tarihten sayfalara gomulmus de olsa, gunumuzdeki rahatliktan belki de rahatsizlik duymamaliyiz. Cunku sanat kitlelere ulastikca degerini bulur. Mu acaba? Bilemiyorum. Kuskusuz o zamanlarda muzikseverler arasindaki ortak “muabbet” daha derin bir anlam tasiyordu. Cunku heves eksikliginden bu cetrefilli yollari asamayanlar elenir, zamandan zaman calmak suretiyle didinerek sevdigi muzige ulasanlar (kisaca, kalan saglar) arasinda cabucak bir alt-kulturel bag ve bilinc olusur, sadece muzik uzerinden sıkı dostluklar kurulabilirdi. Tarz ve begeni egilimleri daha net, fesih ve rafineydi. Saniyorum bugun zor olan kisim bu. Hersey her yerde herkesin kolayca elinde. Hangi muzikal materyal kimin elinde gercekten sevdigi icin mi, tamamiyle tesadufen mi, yoksa esen bir ruzgarin arkada biraktigi tozdan midir, belirsiz. Ancak bunun disinda kolay erisim –korsan haric ki buna ben giremeyecegim, meclis kursusunde Ibrahim Tatlises-Suavi ikilisinin olusturdugu mizansen hepimize yeter- belki de hem muzik dimaglarinin, hem de endustrisinin gelisimi icin faidelidir.
Muhtemelen bu muzik medyumu muzisyenlerin is yapma bicimini de etkiliyordu. Dinleyicilerin hizla gecip giden hayatinin hadim ettigi ilgi, dikkat ve tahammul gibi konulari sirtina kambur ve dert etmeyen muzisyen umarsiz ve rahat bicimde kendini ifade edebildiginden, daha ozgun ve dolu dolu calismalar cikiyordu. Hatta kasetin calisma dinamiginin sarki siralamasini dahi etkiledegini dusunmek hic fantastik degil. Kim bilir B yuzunu yeni bir baslangic noktasi saymak, albumun ikinci yarisina hareketli girmek, onemli kozlari burada oyuna surmek planlar arasindaydi. Aslinda tek bir ornek dahi onceki cumledeki “belki de” tedbirini ortadan kaldiriyor. Ornegin Luscious Jackson’in 1994 tarihli Natural Ingredients albumlerinde “Free Your Mind” gibi agir bir topu ikinci yuzun hemen basinda patlatmalari yeterince guclu bir kanit olarak gelmiyorsa, bunla yetinmeyip sarkinin basina koyduklari “now ladies and gentlemen, let’s get ready for side two” repligi tum goreceyi gereksiz kilmaya tek basina yeterli olacaktir. Bana mi oyle geliyor yoksa paranoya mi yapiyorum, uzun bir suredir pek cok sanatci ve grubun en iyi sarkilarini albumun hemen basina istiflemeye calistiklari yonunde cok ciddi suphelerim var. Sanki ilk 5’ten sonra iyi bir sarki yakalamak, sonlara dogru surprizler beklemek luks haline geldi. Bu surprizler anca malum dinamiklerin alayina giden, bildigini okuyan, kaygi duymayan dik kafali icracilardan cikiyor. Her zaman sansini deneyecek ve zorlayacaklar vardir, genellemenin agirligi altinda istisnalarla ezilme olasiligina karsin tedbirimizi almayi da biliriz. Lakin zaten istisnalar da olmasa ve tum sinirlar kalin cizgilerle dumduz cizilmis olsa, bize konusacak ne kirinti kalirdi...Erkeklerde kazanan surpriz degil. Clay-Master bu kutsal "toprak"i da pas gecemezdi. Ancak bu kadar ezici ve kolay bir galibiyet de beklemiyordum. Yalniz bu genc adamdaki sisme karsisinda dehsete kapilmamak mumkun degil. Hani biliriz, toprak kort dayaniklilik isidir ve Hispaniklerin tekelindedir. Fakat bu bildigimiz Hispanik-toprak kort ezberi degil. O ezber Sergei Brugera, Gustavo Kuerten, Albert Costa, Carlos Moya gibi makul olculerde, hatta kimisi ince-ciroz adamlara tekabul eder. Bu baska bir sey. Insan degil diyecegim, ayip olacak. Yoksa goz diktigi Wimbledon icin ozel bir kas yapisi mi gelistirdi... Zaten diger emsalleri Wimbledon’da daha bastan cuvallarken (Brugera haysiyet yapip hic katilmazdi) bu genc sonuna kadar zorlayip finale cikiyor, cim kort performansini her yil biraz daha gelistiriyor. Neden olmasin? Su haliyle mumkunse olmasin. Federer hegemonyasi yuzunden hayatindan sogumus ben dahi bu gence karsi mucadele etmenin adil olmadigini dusunmeye basladim. Hatta umarim Fed-Ex grand-slam sampiyonlugu rekoru yolunda girdigi tikanikliktan cikar ve fazlasiyla hakettigi rekorun sahibi olur.
1966 yilinda genc bir muhabir olarak yerel bir gazetedeki ilk isimde kiyafet tipi tekti: "pantolon yok!". Erkekler kravat takmak, kadinlar da etek giymek zorundaydi. Isyanim isyerime gri pazen bir Young Jaeger pantolon takim ile boy gostermemle birlikte geldi, ve eve geri gonderildim. Tipki "hap"tan once hayat oldugu gibi, bir zamanlar, gectigimiz Pazar gunu hakkin rahmetine kavusan Yves Saint Laurent tarafindan 1966 yilinda icat edilen pantolon takimdan once de bir hayat vardi. Ya da daha ziyade, yeni bir dusuncenin dusuncesi: "Le Smoking". Kadinlar icin koleksiyonun vazgecilmezi ve Chanel'in kucuk siyah elbisesinden beri kadin giyimindeki donusumun en temel parcasi olacak smokin.
Bunun yanisira, Saint Laurent kadina safari ceketi, ya da trenchcoat giydirdiginde dahi, ona seksi hissettirmeyi basardi. "Le Smoking" maskulen degildi, fakat androjendi. 21 yasinda, savas sonrasi kiyafetlere hazzi geri getiren adam Dior'un halefi ilan edilmisti. 60larin basinda Bridgette Bardot kadin terziliginin yasli kadinlar icin oldugunu soyledi. Saint Laurent bir sonraki buyuk degisimi ve kadinlarin ilerde oynayacagi sayisiz rolu cabucak sezdi. Sonraki yirmi yil da parmagi hep dogru butonda oldu.
Rage Against The Machine, Chris Cornell takviyeli O’ndan gayri kadrosuna Audioslave gibi ne anlam ifade ettigini, nasil bir muzikalite ve mevki pesinde oldugunu bir turlu anlayamadigim –kanimca fuzuli- bir grupla devam ededursun, bu adamin ofkesine yeniden fazlasiyla ihtiyacimiz var. Tamam, vesselam buyuk adam Tom Morello’ya saygida Audioslave'a ragmen kusur etmeyelim. Ancak O'nun ofkesi, vokali ve balyoz etkili sozleriydi ki grubu benzersiz kilarken janr catisini kirip kafayi cikartan, o cati altina istiflenen diger gruplardan bi-haber/kulak olsam da onu turler ustu bir yere koydurtan. Bu sivrilik, agresyon ve militanlikta elbet baska gruplar vardir. Bu nitelikte ve ses renginde vokale sahip, hatta bu enerji ve bu etkide sozlere sahip gruplar da elbet bir yerlerde vardir. Ancak tum bu bilesenlerin maximum oranlarda en homojen karisimindan hazir yapilmisi cok olsa, antropolojist bir ana ve ressam Roberto/Beto De La Rocha’dan olma, sair muzisyen zapatist aktivist Zack De La Rocha ortalarda yok diye hayiflanmazdik. 2007'de konser amacli tekrar bir araya gelmeleri olasi yeni calismalar icin umit verici. Basimizin ustundeki yerimiz bu muzige dar da olsa, boylesi one cikan iyi ornegine (tarz olarak farklilik arzetse de benzer dinamiklerle ornegin At The Drive-In gibi) her zaman bir miktar yer acariz, dert degil.
Internette ingilizce ve turkce dallarinda olmak uzere, silkmede 350, koparmada 500, toplamda 1500 arama sonucunda halen elimde koca bir sifir var. Arama terimleri pek iyimser bicimde "göz muayenesi/eye exam"le baslayip "fundus floresein anjiografi" "psödofloresans", "korneal topografi"lerle devam ederken ne bittigi yeri, ne de hangi noktada pes ettigimi hatirlamiyorum. Peki neden bunla ugrasiyorum? Pek iyi olmadigimi zaten biliyorum. Ancak periferlerimin [oh ortak, where are thou?] benden daha iyi durumda oldugunu zinhar kimse iddia edemez. Hadi ben bilgisayar basinda, resmin pesinde pervane olup tirlattim... Peki dehsete kapilip kinayacagi yerde surecten etkilenip goz hastanesine giden, cihazin icindeki resmin basili halini talep eden, olmadigini ogrenince cihazin marka ve seri numarasini not edip uretici firmaya ulasmaya calisan ve sonuc alamamanin uzuntusunu benimle pek olagan bicimde paylasan zati muhtereme ne demeli?
Simdi dusundukce resmi histeriyle arzuladigim izolasyona, dogaya ve sadelige kacistan cok huzura dogru bitmek tukenmek bilmeyen, netligi ve mesafesi surekli degisen bir yol, bunalim bir Atif Yilmaz filminde surekli hortlayan bir kare, ruyada kan-ter icinde katedilmeye ugrasilan ve fakat bir turlu kisalmayan mesafe ve varilamayan hedef gibi dusluyorum. Hatta evi de Evil Dead gibi serilere mekan olmaya aday bir tehlike ve dehset kuyusu olarak kurguluyorum. Sanki icinde insanlar var ve o ufak delikten seslerini duyurmak icin haykiriyorlar. Kim bilir, belki de malum resmi bulmaya muvaffak olanlardir. Aman uzak olsun, her iste bir hayir vardir. Zaten goz hastanesindeki asistan da “o resmi bulan geri donmedi” turunden imalarda bulunmus. Kis kis cinler kis kis, yallah cinler yallah...

ryan giggs, ryan giggs, running down the wing,
Kanada’nin New Brunswick eyaletinin baskenti Fredericton’da 25 yasindaki Lee Breen dun bes gunluk hapis cezasini cekmek icin polise teslim oldu. Peki Breen hangi suctan hapse girdi? Fredericton sokaklarinda kaykay ile kaymasi yuzunden bu cezayi aldi. 2007 yazinda sokaklarda kaykay ile kayan Breen kardesine kask almaya giderken kendisini bir gun once uyaran polis memuruna rastladi. Polise ceza odemeyi kabul etmedigini ayrica kaykaya binmeye devam edecegini soyleyince de nisan ayinda mahkemenin huzuruna cikarildi. Hakim kendisine 100 dolar odemesi ya da bes gun hapse girmesi seceneklerini sununca da ozgurlugunu simgelestirmek icin hapse girecegini soyledi.
Hazir yeri gelmemisken gecmisde kalmis da olsa icimizde kalmasin deyip, tekrarlarinin olacagini bildigimiz bir Phonem By Miller organizasyonunun kulaklarini cinlatalim. Kis mevsiminin baslarinda post-punk’in ilahi Gang of Four bu seride garajistanbul sahnesindeydi. “Gang of Four’u gormus olmak” sahiden satilmayacak bir caka degil. Leeds’li bu yasayan efsane gruba dunyanin en muhasir muzik medeniyetlerinde dahi cok sevip denk gelememis muzikseverler mevcut. Gang of Four, yaklasik 30 yillik tarihinde cok sayida gruba esin ve tarz kaynagi olmus, takipcilerinin (misal The Rapture) dahi takipcileri (yerli Kreş) turemis torun torba sahibi bir grup. Hani ilham organlari ikinci jenerasyona naklolmus... Mamafih bir grubun muziginin bunca yil bu kadar taklit edilmis/ornek alinmis olmasi onu yucelttigi kadar, biraz eskimesine de yol acabiliyor.


not: konserde cektigi fotograflari tembellik yapmadan gecesinde yukleyen ve bugun bize apartma olanagi saglayan flickr kullanicisi ae3000'e tesekkurler.

poor ecko aslinda farkinda olmadan, yillar sonra serencebey'den cikacak richey'i haber veriyordu. o karede belki de gercekten bir yerlerde saklanan, Serencebey Lads Club'in milenyumun basindan beri sadik mudavimi (juliette) minnosh sirra kadem basti. uzerinden kendisini yadedecek kadar zaman da gecti. serencebey'in richey'sinin gizemli ortadan yokolusu oncesi veda notunu yayinlarken, 10 numarali sepetini de hall of fame'e kaldiriyoruz...
Peki ya cihan meselelerinde saf tutmak deveyi olimpiyatlarda sirikla atlatmaktan daha mi kolay? Uzun suredir gundem, izledigi rotada defalarca kez kitlesel ufleme eylemlerine maruz kalan olimpiyat mes(g)alesi. Kavganin eksik olmadigi Uzak Asya’da Japonya-Cin-Tayvan-Hong Kong-Kore Kardesler arasinda uzun zamandan beri cekismeli bir “uzakdogu kale” maci oynaniyor. Bunlardan Cin’in yarim asirdir Tibet halkina uyguladigi baski malum – ki Tibetliler Cin’in ayrik otu alerjisinin ilk hedefi degil. Eh, Cin’in politikalarini anlayabilmek icin binlerce kilometre yol tepip seddi asmaya ne hacet? “Dunyanin en absurd komunizmi Cin’de olsa aliniz” diyen yanibasimizdaki “nasyonal sosyalist” (var mi artiran?) Maocu yan[il]simalara goz atmak yeterli. 
~
Mürekkep yalamışlık konusunda geleneksel bir kriter üniversite mezunu olmak. Başlıkta alıntıladığımız Emrah hitindeki anlamıyla "fakülte" geçerliliğini çok önceden yitirmiş, bugün sadece olayın dışında kalmışlar tarafından kullanılan bir kelime. Çevresinde hala "fakülteyi bitirmek" ya da "fakülteden arkadaşlarla buluşmak" gibi köhne kalıpları kullanan var mı? Emrah bu şarkıyı yaptığında dahi durum böyleydi ancak kendisinin haberi yoktu tabii.
Tabii ben son gunlerimi bunlari dusunerek gecirmedim. Zaten bu tip seyleri hic dusunmem, sadece yazarken aklima gelir. Herhalde 10 gundur yuruttugum tek aktivite ev aramak. Daha once bu isi bir kez yapmistim ancak hem sansin yardimiyla hem de kosullarin daha elverisli olmasi nedeniyle oldukca kisa surmustu. Meger hayli zevkli ve dahasi egitici bir faaliyetmis. Liselerde secmeli ders olarak okutulmasinda yarar goruyorum. Kentlerin ve hedef mahallelerin, yerlisine gore "bozulan" fakat objektif olarak yaklasildiginda gorulecegi uzere "degisen" yapisini gozlemlemek adina bence herkes yilda 1 hafta ev aramali. Boylesi bir mobilizasyon halinde kaybeden sadece -ev arayan ve tutan kitle arasindaki orantisizliktan oturu haybeye yorulan- emlakcilar olur, ki onlar da kaybetsin zaten. 1 kira bedeli kadar komisyon mu olur! (emlak sektorunu ve emekli amcalarin yuruttugu sokak arasi emlakciligin, emlak brokerligine evrimini sonraya birakalim. ve bir daha hic ugramayalim)rave.jpg)
90’lar altin caginda brit-pop aleminin altini ustune getiren Pulp’in bes album sahibi bir muzik grubuyken “newcomer” muamelesi gordugu o mesum hikaye Pulp’la birlikte sikca anilir (biz de ikidir uzerimize duseni yapiyoruz iste). Bugunun cok yonlu sanat sahsiyeti Jarvis Cocker 80’lerin sonunda, basarisiz bir grubun uyesi olmak disinda hayatta yaptigi pek bir sey yokken, yonetmenlik hayalini gerceklestirebilmek icin sansini Saint Martins College’da video ve film kursuna kaydolarak deniyor. Hani “Common People” sarkisinda da gecen St Martins College. Bu isin hic de kolay olmadiginin farkina varisi kursu bitirmesine engel olmuyor ve hazir dalinda mahir bu kolejin ozgurce film cekmeye tesvik eden comert olanaklarina erisim kazanmisken, bos durmayip kendi amator sayilacak capinda filmler cekmeye basliyor.
Ozellikle yeni cagin mesihi internetin televizyonun tahtini salladigina hukmeden, gazetelerin arka sayfalari icin tasarlanmis iyi ihtimalle kucuk orneklemli, kuvvetli ihtimalle masa basi teorilerden uydurmaca arastirmalar soyle dursun, televizyon halen en populer kitle iletisim araci. Basta yayin hizi (gunumuz televizyonculugunda “canli” yayin hukumranligi dikkate alindiginda cok kritik), goruntu kalitesi, navigasyon kolayligi, uzaktan tam kontrol kumanda imkani ve ergonomik izleme olanaklari gibi teknik-fizyolojik ozellikler, medyumun liderlik koltugunu saglamlastiriyor. Tabii isin bir de temel calisma prensibinin sekil verdigi sosyo-pratik yonu var. Tek yonlu iletisim mantigiyla isleyen “broadcasting”, tercih yapmak durumunda kaldiginda tercih yerine kisa devre yapan, acz icerisinde icsel catismalara gark olup felegiyle birlikte nereden baslayacagini sasan modern cag insaninin bu problemlerini ortadan kaldiriyor. Karsilikli etkilesime kapali bu diktatoryaya uzaktan kumanda, kablolu yayin, dijital platform, goruntu kaydedici/PVR gibi yollardan ihtilal girisimleri basarisizlikla sonuclanirken, televizyon, secmekten ziyade verileni almaya, yonetilmeye ve disipline edilmeye muhtac bireyler icin tedavuldeki en sifali recete.
Erci-E bundan 15 kusur yil once populer kulturu tefe koyan sarkisinda "televizyon, ölü bir vizyon; bu iste para var cok milyon" derken gelecekte gun be gun cirkinlesecek TV ekranini erkenden haber veriyordu. Gecmisi/mi goz onune aldigimda halen televizyona inansam ve bir avuc ilke sahibi kanalin yayin anlayisini umit verici bulsam da, ahvalin geneli cok asap bozucu. Kendimce anten kablosunu cekip televizyonu bir haftaligina kapatma karari aliyorum. Mutfaktaki televizyon kapsam disi, tabii ki...

