baseball oyunu, usa, japonya ve cuba için zevk ve hey'can anlamına gelirken, bizim mütevazi evrenimizde oldukça tuhaf bir fenomen. new york yankees, bebek ruth, birinci kale, tütün çiğnemek ve "biraz biberleyelim joe" başta olmak üzeri zihnime kazınmış birçok isim / terim / davranış, kayıtlı oldukları yerde muhtemelen asla doğru tanımlarını bulamayacaklar. üzerine bina edilmiş tonla filmi izledim ancak kuralları hala bilmiyorum. maalesef hollywood'un baseball hususunda bıraktığı izler, tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi renkli karelerden ve uçucu fikirlerden ibaret.
bu durumu kabullenmek kimi zaman pek de kolay olmuyor, bazense most welcomed. nick hornby'nin arsenal taraftarlığını konu edinen otobiyografik fever pitch'i, özündeki obsession'ı koruyan başarılı bir adaptasyon ile boston red sox tutkusuna dönüşebiliyor. ya da sinemanın winner'i tom hanks ve daimi altın ahududu adayı madonna (+ geena davis katkısı) formülasyonu ile uyur uyanık takip edilebilen a league of their own ile hayalkırıklığı yaratabiyor. Bütün hikaye iki örnekle sınırlı değil tabii. mesela, bu spora çok yakışan ray liotta'lı fields of dreams (kevin costner zamanında oyuncuymuş) ve "bir zamanlar hepimiz mutlu çocuklardık ve o yaz..." mottosu taşıyan sandlot hoş seyirliklikler.
aslında tek sorun, onca yüklemeden sonra hala ve inatla oyunu öğrenememiş olmamız (filmlerden kuralları çözen dikkatli izleyiciler varsa, kendilerini tebrik ediyorum). cehaletimizin nedeni belkide baseball'da en önemsiz şeyin oyunun kendisi olmasıdır. sahadaki oyunun sürekli/sürükleyici olmaması, güvenli ve ezelden all-seater tribün düzeni, hot dog yemeye / coke tüketmeye / çevreyle lak lak yapmaya ve yeniden hot dog yemeye müsaade eden yapısı ile baseball, belki de dünya üzerindeki en amerikalı şey. anlayabildiğimiz kadarıyla baseball izleyicisi için en kıymetli sohbet konusu, geçmiş güzel günler. sadece babe ruth veya yogi berra gibi her baseballsever'in aşina olduğu isimleri değil, kendi mahalli kahramanlarını da anlatmaktan / anmaktan zevk alıyorlar (gibi geldi bana). aslında bu had safhada sosyal tribün yapası ve klüp aidiyetleri ile, yeni dünyanın en muhafazakar sporu.
ciddi bir istisna dışında...
new york, daha doğrusu brooklyn yazarı paul auster'in blue in the face filminden öğrendiğimiz kadarıyla brooklyn bir zamanlar dodgers adında bir takıma sahipmiş. fakat finansal gerekçelerle bu takım "hood"u ve hatta big apple'ı terk edip sıcak diyarlara göçmüş. home of the dodgers - ebbets field (bkz foto) yıkılıp yerine yüksek binalar dikilmiş. mahalleli için oldukça travmatik bir durum olsa gerek...
Tuesday, January 1, 2008
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment