Wednesday, January 2, 2008

two days in Paris

Elestirmenleri elestirme klisesini tuslama niyetinde degilim. Haddime de degil. Lakin hakkaten merak ediyorum yeni bir filmin ardindan nasil da tum elestirmenler sozlesmiscesine ayni tornadan cikmisa benzer ve fakat benim mix astigmat gozlerimin bir turlu yakalayamadigi ortak zihn-i sinir saptamalarla karsimiza cikiyor. Su film vizyona girdiginden beri okudugum elestirilerde Julie Delpy’den cok Woody Allen ve Richard Linklater isimlerini duydum. Yuksek bir entelektuel duzeyde, seri ve kivrak zeka urunu diyaloglarla yogrulan bir film nasil aninda bu kadar yaygin ve ortak bir kaniyla Woody Allen’in kadin temsilciligini verirken, bir tren yolculugu Linklater’i nasil boyle yuksek link dozuna boguyor anlamak icin aklima goz doktoruna gorunmekten baska bir cozum yolu gelmiyor.

Iyisimi ben meslegim olmayan diger isime doneyim. Amerikali Jack (Adam Goldberg) ve Fransiz Marion (Julie Delpy) ciftinin aslen New York memleketli olan iliskisinin Paris deplasmaninda iki gunluk imtihanini anlatiyor bu sempatik film. Marion’un hem ev sahibi hem de deplasman oyuncusu olmasi bu iki gunde yasadigi arada kalmisligi vurgulamak icin iyi bir belirtec olacaktir. Jack muhafazakar bir ortabati Amerikan kasabasi degil, New York’lu liberal bir entelektuel olmasina ragmen once Marion’un ailesinin onun boyunu dahi fersah fersah asan liberalligi karsisinda kisa devre yapiyor. Sonra gecmisi ve kokleriyle bulustugunda ona bir yaratik kadar yabancilasan Marion karsisinda felc geciriyor. Ne ki yabanci bir metropolde/deplasmanda, olcusu ayarlanmadiginda ideal sartlardaki bir iliskiyi dahi zorlastiran sarkazm ve sinisizm baharatlari Jack’in tek beslenme kaynagi olunca, e biraz tad versin diye zaten zor bir karakter olarak Jack’in hastalik hastaligi, guvenlik paranoyasi ve yabancilik sendromu da sos yapilinca, sinav uyanmasi imkansiz bir kabusa donusuyor. Devaminda kahkahalar esliginde seyreyliyoruz gumburtuyu.

Julie Delpy’e hakkini teslim etmektir gunceye bu filmi isleten... Pek guzel yazmis, yonetmis, produktorler arasinda yerini almis, hatta muzik yapmis. Hem Avrupa-Amerika kultur catismasini, hem de her bir kulturun kendi icinde yasadigi zenofobi ve irkcilik, sosyal patlamalar ve sivil guvensizlik gibi acmazlari comakla bir guzel eselemis. Bastan sona kor goze parmak misali sakalardan veya abartili linguistik farkliliklardan siyrilip durum komedisiyle kahkaha degirmeninin suyunu donduren zeka ve ofke dolu bir mizah anlayisi mevcut. [Iyi ama bu yorumlarin cok benzerini Woody Allen icin de yapmistim? Yoksa, yoksa… Doktor bey, goruyorum!]. Nihayet yuksek elestiri surasi ortak bildirisinin terbiyesizce disina cikarak filmin hicbir elestirisinde gormedigim su negatif saplamayi yapiyorum: Tek sorun filmin bir noktadan sonra klise bir romantik-komediye donusmesinin an meselesi olusu… Ha yuzsuzlugu ele almisken bir de Adam Goldberg'in kendini oynuyormuscasina role girdigi ve pek hakikatli bir performans cikardigini, hatta filmin en onemli basari elementlerinden birini teskil ettigini belirtiyorum.

[Doktor, bu gozlukler fazla gelmis olmasin?]

No comments: